Hukuk fakültelerinde bizlere, hukuk devleti ile polis devleti arasındaki fark titizlikle öğretilmişti. Ancak ne hocalarımız ne de kaynak kitaplar, "maskeli polis devleti" diye bir kavramdan söz etti. Çünkü böyle bir model henüz akademik literatürde yer bulmamıştı. Oysa bugün, bazı uygulamalar bu kavramı sorgulamamıza neden olacak bir noktaya gelmiş durumda.
Devlet ile gayrimeşru yapıları ayıran temel çizgi, devletin gücünü kullanma biçimidir. Devlet adına yetki kullanan her bireyin sorumluluğu, yasalarla belirlenen sınırların içinde kalmakla mümkündür. Bu sınırlar, normlar hiyerarşisine uygun olarak, anayasadan başlayıp en alt düzenleyici işlemde dahi gözetilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti, anayasa ve kanunlara uygun biçimde, uluslararası sözleşmelere sadık kalarak yönetilmelidir. Bu yolda ilerlemek, Atatürk'ün hedef gösterdiği muasır medeniyet seviyesinin de gereğidir.
Adalet Yerine Kanun Devleti: Eski Bir Uyarı
Tarih bize göstermiştir ki; adaleti öncelemeyen, sadece kanunları kendi çıkarına göre yorumlayan hiçbir yönetim uzun vadeli başarı elde edememiştir. Hukukun temel ilkeleri yerine güce ve siyasî çıkar ilişkilerine göre şekillenen bir kanun anlayışı, hukuk devletinden sapmayı beraberinde getirir. Bu anlayış, bir dönem "yok kanun, yap kanun" mantığıyla hareket eden sistemleri hatırlatmakta ve büyük çöküşlerle sonuçlanmaktadır.
Yapay Zekâ Ne Diyor?
Bugünün teknolojisiyle bu ayrımı yapay zekâya sorduğumuzda, şu tanımla karşılaşıyoruz:
Polis devleti, kamu düzenini sağlamak adına sınırsız yetkiler kullanan, birey haklarını sınırlayabilen ve yargı denetiminden büyük ölçüde bağımsız bir yapıdır.
Hukuk devleti ise devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukukla sınırlı olduğu, vatandaşın hak ve özgürlüklerinin güvence altında bulunduğu bir sistemdir.
Bu kavramlar devletin vatandaşına nasıl yaklaştığını ortaya koyar. Hukuk devleti, bireyi merkeze alır. Polis devleti ise gücü.
Adalet ve Kalkınma: Yola Çıkarken
Sayın Cumhurbaşkanı’nın, partisini kurarken adında "adalet" ve "kalkınma" sözcüklerini tercih etmesi, 28 Şubat süreci sonrası yaşananların etkisiyle açıklanabilir. O dönemin ağır şartlarında, bazı diplomalar geçersiz sayılmış, yıllarca emek vermiş insanlar görevlerinden uzaklaştırılmış, kimi mahkemeler ise hukuku uygulamaktan çekinmiştir. Hukuku uygulayan yargı mensupları ise çeşitli idari uygulamalara maruz kalmıştır.
Ancak yıllar sonra yargı kararlarıyla bu mağduriyetler giderilmiş, kişiler görevlerine iade edilmiştir. Ekonomik krizlerle sarsılan halk, adaletin tesisi ve kalkınmanın sağlanması umuduyla yeni bir siyasi aktöre yönelmiştir. Böylece "Adalet ve Kalkınma" ismi, bir umut sembolü olarak öne çıkmıştır.
Geçen 25 Yılın Ardından
Zaman içinde Türkiye büyük değişimlere sahne oldu. Teknolojik ilerleme, sosyal medya ve dijital arşivler, hafızaları sürekli güncelliyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın yıllar önce yaptığı ve halkın takdirini toplayan konuşmalar zaman zaman ekranlara düşüyor. O günkü söylem ile bugünkü icraatlar arasında yapılan kıyaslamalar ise kamuoyunda çeşitli değerlendirmelere neden oluyor.
Bugün artık sistemin başında bulunan yönetim anlayışı ile 2000’li yılların başındaki toplumsal beklentiler arasında önemli bir fark oluşmuş durumda. Değişen, toplumun değil; yönetim kademesindeki bakış açısı ve öncelikler olmuş olabilir. O dönem "adalet ve kalkınma" talebiyle iktidara gelen yapının, bugün bu iki kavramla olan mesafesi kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor.
Yargının Tarafsızlığına Dair Soru İşaretleri
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, demokratik hukuk devletinin temel taşıdır. Ancak zaman zaman kamuoyuna yansıyan bazı atamalar ve iddialar, bu ilkenin uygulamada ne derece gözetildiğine dair tartışmalar yaratmaktadır. Yüksek yargı organlarına yapılan bazı geçişler ve yargı mensuplarına dair idari işlemler, kamu vicdanında soru işaretlerine yol açmaktadır.
Yargı organlarının asli görevi, devletin gücünü sınırlamak ve birey haklarını korumaktır. Bu görevin, siyasî etkilerden uzak şekilde icra edilmesi, toplumun devlete olan güveninin teminatıdır.
Hukuk Olmadan Devlet Olmaz
Devleti bir çeteden ayıran en temel unsur, önceden belirlenmiş hukuk kurallarıdır. Yetki sahibi olan herkes aynı zamanda sorumludur. Bu sorumluluk, hem hukuka hem de topluma karşıdır.
Polis yetkileri de yasalarla belirlenmiştir. Ancak gösterilerde yüzü maskeli, sicil numarası taşımayan kişilerin kolluk görevi yapması, hukuki açıdan tartışmalıdır. Yargı denetimine açık olmayan güç kullanımı, hukuk devleti ilkesine gölge düşürebilir. Basın mensuplarının haber takibi sırasında karşılaştığı engellemeler de ifade ve basın özgürlüğü çerçevesinde yeniden değerlendirilmelidir.
Gerçek Kalkınma ve Adalet
Bugün gelinen noktada, bazı büyük altyapı projeleri ve yatırımlar ekonomik olarak devlete uzun vadeli yükler doğurmuş, bu da kalkınma anlayışının sadece "beton" eksenli olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Gerçek kalkınma; eğitimde, sağlıkta, yargıda ve ekonomik eşitlikte sağlanmalıdır.
Türkiye'nin, dünya ölçeğinde yüksek enflasyon ve hukuki güvencelere dair eleştiriler aldığı bir dönemde, "adalet" ve "kalkınma" iddiasını yeniden gözden geçirmesi gereklidir. Sadece isimlerde kalan bir ideal, toplumu tatmin etmekten uzak kalabilir.
Devletin gücü kadar, bu gücün nasıl kullanıldığı da önemlidir. Her yönetim, tarihe attığı imzayla değil; sağladığı adaletle, geliştirdiği kurumlarla ve halkın refah düzeyiyle anılır. Bugünün uygulamaları, gelecekte nasıl bir Türkiye bırakılacağını belirleyecektir.
Betona değil, hukuka yatırım yapılan bir gelecek umuduyla…