'Düşmanına benzemek' diye bir sendrom var. Bir insanı ya da zümreyi kendinize rakip görür ve kin beslersiniz. Toplumda sevgi gören bu kişi ya da gruba karşı kininiz, sizi onun yerini alma mecburiyetine iter ve ister istemez ona benzemeye çalışırsınız.
Örnek vererek anlatmaya çalışacağım. Daha sonra sonuçlarına bakacağız.
Bahsettiğim sendroma yakalanmış bir adam düşünün,
Hizmet hareketinin yapı taşlarından biri olan dershanelere düşman olsun. Yurt dışında “Türk Okulları” diye adlandırılan eğitim yuvalarından nefret etsin. Aynı hareketin vakıf çalışmalarına sekte vurmaya çalışsın. Burs verdiği öğrencilere sıkıntı çıkarsın, gazete ve televizyon gibi basın araçlarına saldırsın.
Aynı adam, devlet eli ile dershaneciliğe soyunsun. Türk okullarının kapatılması şartıyla devlet eli ile yurt dışında okul açma sözü versin. Oğlu vakıf başkanı olsun, vakıf aracılığı ile burs hizmetleri yapsın. Akrabalarını, gazete ve televizyon sahibi olmaları konusunda teşvik etsin.
Şimdi sonuçlarına bakalım.
Dershane zararlı ise devlet eli ile dershanecilik yapmanın mantığı nedir? Dershane kapatmanın yasal dayanağı var mıdır? Çok şükür AYM gereğini yaptı.
Türk okulları, yerli-yabancı birçok kuruluş tarafından takdir edilip ödüllendirilirken, hiçbir yasal dayanağı olmadan okul kapatmanın, işleyen düzeni bozmanın ve kaynağını açıklamadıkları para ve mevcut olmayan kadrolarla devlet adına okul açmak gibi bir maceraya atılmanın mantık çerçevesinde açıklaması nedir?
Vakıflara düşman kesilip sürekli denetletirken, kendi oğlunun vakıf kurmasının Türkçe karşılığı nedir?
Yerli-yabancı birçok dernek ve vakıf tarafından aldığı ödüllerle ülke çapında bir numara olmuş gazetelere düşman kesilirken, yalan haber makinesi haline gelmiş bir medyaya sarılmanın açıklaması var mıdır?
Hem düşman olacaksın hem de taklit edeceksin, ne güzel dünya.
Üzerine yemin ettiği Atatürk ilkelerinden biri olan milliyetçiliğin, her türlüsünü ayakların altına aldığını söyleyip daha sonra Osmanlıcılık oynamak nasıl izah edilebilir?
Bir taraftan Türk olmaktan utanan, Türk adını anmamak için direnenlerin diğer taraftan, “Kahraman ırkıma bir gül” diyerek Türk milletinin adını Milli Marşımız ile ölümsüzleştirmiş Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerini kürsülerden seslendirmesi tezat oluşturmuyor mu?
Bu insanların ar duygusunu sorgulamak çok mu ağır olur?
İşin bu kısmı siyasi sebeplerle bir nebze açıklanabilir ama daha vahim olan kısmı da var.
Adını terör olayları ile defalarca duyduğumuz, PKK’ya yardım ve yataklık yaptığını bildiğimiz İstihbarat devleti Suriye ve lideri Esad’a düşman olurken diğer taraftan kendi ülkeni istihbarat devleti haline getirmenin adı düpedüz ihanettir.
Ortadoğu’da istihbarat devleti kurmak, ateşle oynamaktan öteye ateşin içine atlamaktır.
AB kriterleri, müzakere boyutuna kadar geldikten sonra atılan geri adımın açıklamasını dahi yapamayan bir hükümetimiz var ve bu hükümet milli değerlerimizi AB yolunda paçavra gibi savurduktan sonra geri atım yoluna gitti. Keskin dönüşlerini anlamlandıramayacak saf ruhlu insanların desteği dışında savunucusu da kalmadı.
Avrupalılaşma yolundan istihbarat devletine sapan ayrımın adını koymaya korkuyoruz.
Milli istihbaratımızı teröristlerle sarmaş dolaş hale getiren zihniyetin sonu, tarih sayfalarından birçok örnekle anlatılabilir.
Tarih sayfaları, tarihin acı tekerrürüne meyledenler için ibret vesikaları ile doludur.
Türkiye Cumhuriyeti ikinci bir Enver Paşa olayını kaldıramaz.
Enver Paşa, önce kadroları boşaltmış, devlet mekanizması işlemeyecek hale geldiğinde binlerce askerimizi bir maceraya sürükleyip Sarıkamış’ta utanç vesikamız olmuştur. Bugün ordumuzun komuta kademesi yerle bir edilmiş ve il emniyet müdürlüklerinin İstihbarat dairelerine uzman bulamayacak hale getirilmiştir.
Günümüzün çakma Enver paşaların tek eksiği devleti şahsi menfaatleri ve hırsları nedeniyle savaşa sokmaktır.
Enver paşa ve onun gibiler tarih sayfalarında hayırla yâd edilmediği gibi bir serseri kurşun sonları olmuştur.
Suruç olayına neresinden bakarsanız bakın, devletin tel tel döküldüğünü göreceksiniz. Adım adım takip edildiklerinden emin olduğum insanların bir araya geldiği bir ortamda canlı bomba (muhtemelen) olayının yaşanması iş bilmezlik değilse ihanettir.
Tersinden okuduğumuzda;
12 Temmuz 2015 tarihli “Hükümet Senaryoları-3” adlı yazımdan alıntı yapmak istiyorum.
'KENTLERE İNECEĞİZ, KENT ÇATIŞMALARI BAŞLAYACAKTIR. NEYE MAL OLURSA OLSUN BİR OTOBÜSE BİNMEK ZOR DEĞİLDİR, BİR UÇAĞA BİNMEK ZOR DEĞİLDİR. KENDİNE BOMBA SARIP GİDECEK BİNLERCE İNSANIMIZ VAR.' Abdullah Öcalan
Açtığın yoldan yürüyecek başka insanların olduğunu unutursan bir gün o acı kaderle karşılaşman kaçınılmazdır. Her kim terörist eylemden medet umarsa bir gün demokrasi çizgisine gelmeye çalışsa bile acı mazisi karşısına gelir.
Kısacası ektiğini biçersin.
Başbakanın “ortak deklarasyon” safsatasını kimlerin yiyeceğini göreceğiz. “Dolmabahçe deklarasyonunun” muhatabı olan hükümet, bugün Dolmabahçe’yi yalanlıyorsa zerre miktarında olan güvenilirliğini yitirmiş demektir.
Ayrıca böyle bir deklarasyon ile test edilmek istenen nedir anlaşılır gibi değil. Test cihazı haline geldiği halde bir kez olsun reaksiyonunu görmediğimiz “derin strateji uzmanı” başbakan, MHP’yi test etmekten bıkmadı.
Partisine gönül veren insanlar sokağa dökülmek istendiği halde buna engel olmayı başarması bile siyaset sahnesinde var olması için yeterli sebep olan Sayın Devlet Bahçeli, terörle geçen yılların çilesini çekerken, Ahmet Davutoğlu, üniversite salonlarında hocalık oynuyordu.
Test işi kalibre gerektirir.
Olayın siyaset yüzüne baktığımızda Davutoğlu, Bahçeli’nin tırnağı bile olamaz.
Kanaatimce, sayın başbakan olayın vahametin farkında değil. Böyle bir yazının altına imza atılacak ise AKP-HDP arasında gerçekleşmelidir. Biri her yola gelirken diğeri gözümüzün önündeki gerçekleri yalanlayacak kadar küçülebiliyor.
Teröre kim bulaşırsa bir gün mutlaka ördüğü çorap başına geçer. İster şahıs olsun isterse hükümet.