Birçok Dini kaynakta nakledilir: Yaz sıcağında Bağdat sokaklarında buz satan biri olanca sesiyle şöyle bağırır: “Sermayesi erimekte olan bu zavallıya yardım edin! Satıcının Bu feryadı duyan büyük veli Cüneyd-i Bağdadî, olduğu yere çöker başını ellerinin arasına alıp düşünceye dalar. Yanında bulunan talebeleri telaşla, kendisine Ne olduğunu sorduklarında, buz satan kişiyi işaret ederek, “Onun bu sözleri beni derinden sarstı, eriyenin yalnız buzlar değil, insan ömrünün olduğunu fark ettim. Yaz Sıcağının, adamın maddî sermayesi olan buzları eritip tükettiği gibi, zaman da bizim asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor. Adamın buzlarının erimesine hayıflandığı kadar, ömrünün boşa tükenmesine karşı içi sızlamayanlara yazıklar olsun,” der.
Evet, saygı değer kardeşlerim! Ömür, doğum ile ölüm arasında geçen zaman dilimi olup, insanoğluna bahşedilen en büyük nimet ve paha biçilmez bir sermayedir. Bu kıymetli sermaye her nefes, her saniye, her saat, her gün, her ay ve her yıl buz misali devamlı eriyip tükenmektedir. Bunun birlikte salim kafayla bir muhasebesini yapalım. İnsanoğlunun şu fani dünya’da ki en uzun ömrü, 60 ila yüz yıl arasıdır. Yüz yaşını geçenler ise sayılıdır. Bu yüz yıllık ömrün 15 yaşı çocukluk dönemi, 70 yaşından sonraki ömür ise, hastalık ve ihtiyarlıkla geçen zamandır. Bunun yanında hayat boyu uykuda geçen zamanı da hesapladığımızda, geriye 35 ile 45 yıllık çeşitli zorluklarla geçen sayılı kısa bir ömür sermayemiz kalır. Bununla ilgili bir örnekle konumuza devam edelim.
Elindeki sınırlı sermayesini kârlı yatırımlarla değerlendirip dünya zenginliğini yakalayan bir işadamını duyduğumuz da, “Ne kadar da akıllı adammış, paranın değerlendirmesini biliyormuş” denilir. Elindeki sermayesini har vurup savurana ise,“işini bilmeyen akılsız müsrif” olarak tanımlanır. Örneklerde olduğu gibi akıllı kişi, Yüce Allah’ın kendisine sınırlı bir süreliğine vermiş olduğu ömür sermayesini, dünya ve ahret saadetini temin edecek işlerle değerlendirendir. Bu bağlamda ömrümüz, buzun parmaklarımızın arasından eriyip akıp gitmeden, Eyvah demeden ve her şey için çok geç olmadan bu kıymetli sermayeyi, en iyi şekilde kullanmalıyız. Çünkü Dünya bir misafirhane, insan ise burada sayılı günler kalacak olan bir misafirdir. Kimilerine göre dünya hayatı bitmez tükenmez gibi gelse veya öyle olduğu zannedilse bile, çocukluğun gençliği, gençliğin ise ihtiyarlığı kovaladığı ve sona yaklaşıldığı düşünülürse, bu düşüncenin bir hayal olduğu anlaşılacaktır. Burada asıl olan, inanan kişi için ömrün uzun veya kısa olması değil, Yaratana karşı kulluk görevini eksiksiz yerine getirme yanında, Salih amel ve faydalı hizmetlerle tamamlanan bir ömürdür.
Çok kıymetli kardeşlerim! Sözü fazla uzatmadan inanmış Müslümanlar olarak, Yüce Rabbimizin bize belli bir süre vermiş olduğu ömür sermayemizi hayda- huyda oynaşta değil, Allah ve Peygamberinin bildirdiği istikamette harcayalım. Böylece İslamiyet’i inandığımız gibi yaşamaya gayret edelim, Kur’an ve Sünnet rehberliğinde boş ve faydasız işlerden kaçınalım ve hayırlı işler yolunda tüketelim. Rabbimizin,“Ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et,”emrine bağlı kalarak hayatımızı güzelleştirelim. Hayatım güzelleşince bunun yansıması ölümüz de güzelleşecek ve Rabbimizin, “Ey huzura kavuşmuş can! Dön Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak. Gir kullarımın arasına, gir Cennetime,” (Fecr, 27-30) müjdesine ulaşmış olalım. Sevgili Peygamberimizin, “İnsanların en hayırlısı, ömrü uzun olup ameli güzel olandır. İnsanların en şerlisi ise, ömrü uzun ameli kötü olandır,”(Tirmizi) uyarısını dikkate alarak, Allah’tan uzun ömür ve hayırlı amel- işler talep edelim.
Allah’ım! Tüm inanan kardeşlerimizle birlikte, Gençliğimiz ve bundan sonraki vereceğin ömrümüzü, Senin ve Sevgili Peygamber’in Hz. Muhammed’in gösterdiği kutlu yolda tamamlamayı nasip et! Unutmayalım! Ömür dediğin üç gündür, Dün geldi geçti, Yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür, O da bu gündür…
Allah’a emanet olunuz.