Daha önceki yazılarımda, iç dinamiklerde PKK terörü,çekilmesi ve ve stratejisi,sözde ‘’Çözüm süreci’’, Ortadoğu ve BOP projesi ile Mağrib-Maşrib ekseninde ‘’Yasemin Devrimi’’ yada ‘’Arap baharı’’ adı altında sahneye konulan küresel oyunu dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışmış ve öngörülerimiz ile tespitlerimizi sizlerle paylaşmıştım. Yanılmış olmayı, zamanın bizi haksız çıkarmasını hiç bu kadar yürekten istememiştim. Neler demişiz kısaca bir hatırlayayıp, neler olmakta bir bakalım.
‘’Arap baharı’’ ; dünya jandarmalığına soyunan ABD emperyalizminin ve çok uluslu kartellerinin silah ticaretinin önünde engel teşkil edecek, ayak bağı olacak anti-amerikancı yada direkt olarak ABD’nin kontrol edemediği veya AB ‘nin dominant güçleri ile bağları daha fazla olan, özellikle geri bıraktırılmış ülkelerde ve müslüman toplumların yaşadığı bölgelerdeki siyasi yapıların yok edilmesi planının bir parçasıdır. Kaddafi’nin hazin sonu ve artık eskimiş yüz olan Hüsnü Mübarek’in devrilmesini; bu senaryonun bir parçası olduğunu söylemişiz.Gelinen noktada, idam edilme amacıyla yargılanan Mübarek, Mısır’da güya ‘’beklenmeyen siyasi gelişmeler’’ sonucu ABD’nin ,zor günde kullanacağı stepne durumuna gelmiş, kaos ortamı yaratılarak; Mısır halkının kinle körüklenen cepheleşmesi sağlanmış ve Mısır , Obama’nın ağzından çıkacak kelimelerin, geleceğini belirleyen biçare bir ülke durumuna düşürülmüştür.ABD planının; Mısır’da uygulamaya konulmasına destek veren, Mübarek’in devrilmesine ‘’DEVRİM’’ diyen AKP iktidarı, İhvan’In devrilmesine ‘’DARBE’’ diyerek, Türk kamuoyunda darbe paranoyasını taze tutmanın ve Mısır üzerinden siyasi prim yapmanın hesapları içindedir. Olan, Mısır’a ve müslüman halka olmaktadır.
Suriye’de Esad ve Baas yöetimini devirma çabaları BOP kapsamında,Iran-Suriye birlikteliğinde pekişmiş Amerikan karşıtı mihverin yıkılması ve Ortadoğu’da haritaların yeniden çizilerek ABD güdümünde uysal yönetimlerce kontrol altına alınabilecek yeni devletçikler oluşturma girişimleri olarak tezahür ettiğini belirtmiştik.Bu konuya birazdan daha detaylı değineceğiz.
PKK’nın çekilerek sözüm ona ‘’Barış ve çözüm süreci’’ nin, İmralı canisi ile müzakere edilerek sonlandıralacağının kampanya halinde başlatılması ve bu meyanda ‘’ Akil adamlar’’ olarak piyasaya sürülen kişilerce halka anlatılıp,rapor edileceği belirtildiğinde, biz, PKK’nın asla çekilmeyeceğini, sadece muharip güç olmayana birimlerini ve hasta yada yaralı elemanlarını tabiri caizsse cephe gerisine alarak derlenip toparlanacağını ve bunların sevkiyatını ‘’Geri çekilme’’ olarak göstereceğini ve devletin maalesef ne kadar teröristin yurt dışı kamplara gönderildiğini tespit edemeyeceğini ileri sürmüştük.Bugün; ortaya çıkan gerçekler bu öngörülerimizin ne kadar doğru tesptiler olduğunu gösterdi. Bölgeden çekilenin PKK değil TSK olduğu, PKK’nın, silahların geçici olarak sustuğu bu süreçte yeni elemanlar kazandığı gibi, cepheleşme yolunda mesafe kaydettiği , sessiz ve derinden federal bir yönetimin alt birimlerini oluşturduğu ortaya çıkmıştır.Zaten belediye başkanları var bir çok il ve ilçede. İnzibat gücü kurduğu ve polisiye görevi yaptığı artık bilinen bir şey.Yakında, kendi ordusunu kuracağını açıkca beyan etti.Bundan sonraki aşama, ‘’Demokratikleşme paketi’’ içerisine yerleştirilecek ve bizzat AKP yönetiminin de pek hevesli gözüktüğü ademi merkezi idarelerin güçlendirilmesi ve eyalet tarzı yapılanmanın yasalaşması ile kendi valilerini atama ve vergiler ve diğer devlet gelirlerinikendi oluşturacağı birimler vastasıyla toplama ve kendi adli sistemi ve kurumlarını hayata geçirme olarak karşımıza çıkarsa hiç şaşmamak gerekir.
‘’Akil adamlar’’ ın, PKK’nın startejik planları içerisinde sadece ufak bir taktik olduğunu ve bu kimselerin nihayette PKK fikirlerinin geniş halk tabanına ve Türk kamu oyuna anlatılması ve örgütün legalleşmesine yardımcı olma girişiminden başka bir işe yaramayacağını işaret etmiştik.Bu insanlar, belirtilen süre sonunda tüm yandaş ve sindirilmiş yayın kurumlarına çıkarılıp, ballandıra ballandıra ‘’ barış gelsin, kan akmasın, analar ağlamasın’’ edebiyatı parçalayarak ‘’ PKK’nın aslında öyle bahsedildiği gibi tehlikeli bir terör örgütü olmadığı, Türk devletinin yıllarca Kürt halkı üzerinde kurmuş olduğu asimilasyon ve baskı siyasetine karşı ortaya çıkmış, özgürlük ve barış isteyen bir halk hareketi’’ olduğunu anlattılar.
Gelelim Suriye meselesine.Olayı çok yönlü irdelemekte fayda var.
Muhtelif defalar değindiğim gibi, PKK; Marxist-Lenisit dünya görüşüne sahip, silahlı devrim yoluyla ‘’Bağımsız birleşik sosyalist Kürdistan’’ kurma hayali taşıyan eli kanlı bir terör örgütüdür.Nihai hedefi; ‘’Büyük Kürdistan’’ dır. Irak’ta, ABD nin müslüman kanı dökerek kurdurduğu Federal Kürt Yönetimi, PKK’nın istediği türde bir kürt devleti modeli değildir. Kandil ve İmralı şunu çok iyi bilmektedirki, Barzani yönetimi, iktidarı elinde tuttuğu ve ideolojik temelden daha çok aşiret ittifaklarına dayanan yönetimler hakim olduğu müddetçe, PKK, Irak içersisinde sosyalist temele dayanan bir yönetim oluşturamayacaktır.Bu nedenle, PKK’nın model federe yapılanması yada ilk ‘’Bağımsız sosyalist kürdistan’’ için en uygun zemin Suriye’de kürtlerin yoğunluklu yaşayadığı bölgede oluşmuştur. ABD’nin ,Esad yönetimini devirme çabalarına birde bu yönden bakmak lazım. Çünkü, bu bölgede kurulacak her devlet, yapısı ve yönetimi ne olursa olsun ABD politikasına hizmet edecektir. Şurası kesinlikle iyi anlaşılmalıdırki; PKK ‘nın, ‘’ Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan Devleti’’ ni kurmak için, Suriye topraklarında, uzantısı olan PYD’ nin desteklemesi bu yüzdendir.Daha sonra Irak,Türkiye ve İran topraklarında oluşturulması düşünülen özerk yönetimlerin,PYD öncülüğünde birleşerek ‘’Büyük Kürdistan’’ ın kurulması amaçlanmaktadır.Bizim anlayamadımız, önceden Barzani ve Talabani gibi iki tane aşiret liderine hak etmedikleri saygıyı ve diplomatik imtiyazı tanıyarak, komşu bir federal kürt yönetiminin Irak’ta kurulmasına destek veren Türk dış siyaset yanlışlığı, aynı aymazlık içerisinde, Suriye politikasında da karşımıza çıkmakta ve PYD lideri Salih Müslim’e sanki devlet başkanı gibi protokol uygulanmaktadır.Bu akıl ve izanla açıklanamaz.Böyle bir dış politika, PKK’nın otuz yıldır katliam yapıp, kan dökererk Türk vatanı içerisinde yapamadığını, kendi elimizle Suriye topraklarında başarmasına çanak tutmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bir diğer husus;ABD’nin, BOP projesini hayata geçirmede ayağına dolanan kara çalı olarak gördüğü İran-Suriye temelli islami ve baas tarzı şii yönetimlerdir.Bu eksen dumura uğratılırsa; hem İran’ın eli zayıflatılacak, hemde Rusya’nın Akdeniz’deki hareket kabiliyeti kırılacak. Böylece, ABD’nin, Ortadoğu coğrafyasında şekillendirmek istediği haritanın çizilmesi daha da kolaylaşacak ve petrol bölgesinin tüm kontrolu ele alınacaktır.İşte bu nedenle, öncelikle suriye şii-baas yönetiminin yıkılıp, yerine sünni arap-kürt ittifakına dayalı, gerekirse özerk bölgelerden oluşan yeni bir Suriye oluşturulacaktır. AKP iktidarının, Esad yönetimi ile ‘’Can kardeş-kuzu sarması’’ iken ve beraber bakanlar kurulu toplantısı düzenleyecek kadar dost ve yakınken, birden bire ‘’ESED zulmü’’ nden bahsetmesinin altında, Suriye’de kürt ve sünni araplara partileşme ve demokratik seçimlere katılmasının sağlanması amacı taşıyan ABD talebinin, Türk hükümeti aracılığı ile Esad yönetimine iletilmesi ve bunun Esad tarafından kabul görmemesi yatmaktadır.Suriye’de de güçlü bir ‘’İhvan ve Mursi iktidarı’’, Türk dış politikasının vazgeçilmezi haline gelmiştir. AKP iktidarı, özelliklede dış işleri bakanımız, ABD dolduruşu sonucu, uluslararası dengeleri ve Esad sonrası oluşturulacak Suriye’de iktidar paylaşınmını iyi hesaplayamadığı için, kraldan cok kralcı kesilmiş ve Esad yönetimini; kağıttaan kule zannederek , yelkenine pompalanan rüzgarla devirme girişimlerine başlamıştır.İş, ABD çıkarı ve dini-mezhebi temelli yönetim oluşturmaya gelince ne can dostu kalmıştır nede kardeş.
Batı, Saddam örneğinde olduğu gibi yıllarca Ortadoğu’da totaliter rejimleri kullandı.Gün geldi her türlü silahı verdi, gün geldi, halkına ve azınlıklara yapılan tüm katliam ve genosid politikasnı görmezlikten geldi.Ama, Batı çıkarları, bu yönetimlerin değiştirilmesine dayanmışsa, en acımasız şekilde planları uygulamaktan imtina etmediler. Irak’ta gerek merkezi yönetimin yapılandırılmasında, gerekse kuzeyinde; istenilen ölçeklerde bir federal devlet kurulmasının alt yapısı, Irak’ın işgali sürecinde, Irak iç dinamikleri göz önüne alınarak oluşturuldu. Fakat Suriye’de, her ne kadar Esad sonrası iktidarı paylaşacak unsurların, tamamı ‘’Özgür Suriye Ordusu (ÖHO) içerisinde toplanmaya çalışılsada, bu grupların siyasi ve ideolojik çıkarları çatıştığından, Batı ve Türkiye hükümetinin istediği ölçüde ve güçte bir muhalefet ortaya çıkarılamadı.Kısmen, kürt nüfusun ağırlıkta olduğu bölgede PKK’ nın Suriye uzantısı PYD etkin olmasına ve bazı bölgelerde El Kaide-El Nusra güçlerinin daha baskın ve kontrolü ele geçirdiği görülsede, Suriye yönetim güçlerini tamamen yok edecek ve bölgede askeri harekat yapmasını engelleyebilecek imkan ve kuvvetinin olmadığı ortaya çıktı. Bunun yanısıra, Esad ordusundan kaçan, özellikle sünni subay ve askerler ile devlet görevlilerinin bu güçlere yardım ettiği ve bazı muharebe ve kimyasal silahlarıda beraberinde kaçırdıkları anlaşılmaktadır.Bu yüzdendirki, hala kimyasal silahı kimin kullandığı açıkça belirlenememiştir.PYD lideri Salih Müslim’in bile ‘’Kimyasalı Suriye yönetimi kullanmış olamaz’’ dediği ,AB ülkelerinin hala net olarak dile getiremedikleri ve ABD’nin elindeki delillerin dünya kamu oyunu ikna edemediği bir ortamda, AKP sözcülerinin, kimyasalı kesinlikle Esad yönetinin kullandığını belirtmesi, üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir konudur.ABD ve Batı gözüyle, Esad sonrası, Suriye’de bir kaos ortamının oluşacağı ve bu saihların eline geçmesi muhtemel ve kontrol edilmesi nin çok zor olacağı düşünülen bazı radikal islami unsurların güç kazanacağı ,batı çıkarlarına ters düşecek ve bugünkünü aratacak bir yapının iktidarda baskın unsur olmasından korktukları için;
- İngiltere parlemontusu, silahlı harekata katılamama kararı aldı,
- Obama, sırf bu yüzden kongreye danışma gereği duydu,
- ABD başkanı, önce sınırlı bir harekattan bahsederken, şimdilerde, Esad’ın kimyasal silahları teslim etmesi halinde, askeri müdahalenin yapılmayacağından dem vurmaya başlamıştır.
Batı yönetimleri, kendi ülke çıkarları doğrultusunda; tüm bu siyasi maniplasyonları yaparken, Türk hükümeti, hala , en büyük savaş çığırtkanı konumuna düşmüştür.Gidişat , Esad’ı devirmek için askeri bir müdahalenin yapılmayacağı ama silah gücünün zayıflatarak, Batı çıkarlarına iiraz edemeyecek konuma düşürüleceği yönündedir. Hal ve gidişat böyle iken; bugün Suriye’de , Esad yöntimince; ayrılıkçı terörist gruplar olarak nitelenen ve bazı batı ülkeleri tarafından da şüpheyle bakılıp, imtinayla yaklasılan bu hareketlere destek vermek, yarın kendi ülkende, PKK gibi dünya tarihine en acımasız ve eli kanlı örgüt olarak geçen bir terörist hareketin, aynı batı tarafından ‘’özgürlük savaşçısı’’ kabul edilerek , ‘’kürtlerin temsilcisi sıfatıyla muhatap alınıp, desteklenmesi durumunda nasıl izah edilecek. Görünen o ki; Türkiye, Vietnam ve Irak bataklığına saplanan ABD’nin demode olmuş emperyalist işgal politikalarının etkisiyle Ortadoğu’da rüzgar eken taşeron konumuna düşürülmekte, bu projenin sahipleri ise siyasi kıvraklıkla işin içinden sıyrılırken, yaklaşan fırtınanın ülkemiz üzerinde eseceği günlere doğru yelken açmaktayız. Ne demişler; Rüzgar eken fırtına biçer.
-