Bilindiği üzere 2020 olimpiyatları için Madrid, Tokyo ve İstanbul finale kaldı. Arjantin’de yapılan final oylamalarının ilk etabında Madrid elendi ve Tokyo/İstanbul başbaşa kaldı. Sonuçta zafer Japonların oldu.Gerek olimpiyat komitesinde yer alanlar, gerekse başta başbakan Erdoğan olmak üzere oylama toplantısına katılan siyasilerimiz, olimipyatların neden İstanbul’a verilmesi icap ettiğinin izahını yaparken, benim şahsi kanaatim bu işi Tokyo’nun alacağı yönündeydi. Türkiye; hazılıklarını başlıca üç temel üzerine kurgulamıştı.
İstanbul tarihsel derinliği olan, farklı kültürlerin iz bıraktığı büyük ve sürekli gelişen bir şehir.Mega projelerle, olimpiyatlara ev sahipliği yapabilecek bir kent haline dönüştürülecek ve her şeyiyle hazır olacak bu büyük organizasyona.
Son günlerde sporcularımızda peşpeşe doping çıkması komite üyeleri ve siyasilerimizde ciddi endişeler yaratmış olacakki, bizzat bu konuya vurgu yapıldı, üzerine gidilmesi gerektiği ve temiz spor anlayışının; olimpiyatların İstanbul’a verilmesi durumunda hakim kılınması için özel çaba sarfedileceği özellikle ifade edildi.
Türk halkının konukseverliği ve ülkemizin jeopolitik konumu,nüfusu ve iktisadi büyümesi, çağdaş ve hatta bölgesinde lider bir ülke olduğunun altı çizilerek, olimpiyat gibi bir organizasyonu düzenlemeyi zaten hak ettiği anlatılmaya çalışıldı.
Yani, İstanbul’un kültür ve tarihsel kent olgusu,, Türkiye ‘nin büyük ve güçlü bir ülke olduğu ve spor ahlakının temel düstur alındığı, Türkiye’nin tezlerinin sac ayağını oluşturdu.Sonuçta, kaybeden biz, kazanan Japonlar. Peki ne idi son düzlükte oyların Tokyo’ya yönelmesini etkileyen faktörler? Öncelikle bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Ben, olimpiyat komitesinde yer alan sporcu ve spor adamlarının çok iyi bir çalışma yaptıklarına, ellerinden gelenin fazlasını gösterdiklerine ve büyük efor sarfedip; gecelerini gündüzlerine katarak hazırlandıklarına inanıyorum. Başbakan ve bakanlarımızın yer aldığı siyasilerimizin de, sunum ve olimpiyat hazırlıkları ile ilgili yatırım ve projeleri de gayet iyi anlattıklarını düşünüyorum. Tüm bunlara rağmen, Tokyo kazanıyorsa, olimpiyat ruhunun canlandırılması, spor ahlakının ve fair play anlayışının öne çıkarılması ve milyarlarca dolar tutacak tesis ve bağlantı çalışmalarının hakikaten tatmin edici düzeyde olmasınarağmen bu yarış kaybedilmişsse, siyasi erkin oturup ‘’ Ben nerede yanlış yaptım’’ analizini sağlıklı yapıp, ülkeyi yönetme ve evrensel statükoya bakış açılarını yeniden gözden geçirip bir özeleştiri yapmaları gerektiğini düşünüyorum.
Tokyo, Çernobil’den sonraki en büyük radyasyonal faciayı yaşamış ve hala insanları tehdit eder bir durumu mevcutken olimpiyatı organizasyonunu kazandı, İstanbul, nüfusun hızla büyümesi ve çarpık yapılaşma devam ederken spoda tesisleşmede ciddi ivme kazanılmasına, ulaşım sorunlarının çözümünde; toplu taşıma alanında iyi atılımlar gerçekleştirilmesine ve gerçekten ‘’Dünyanın incisi’’ sıfatını hak eden bir tarih ve kültür şehri olmasına rağmen kaybetti.Çünkü;
İkinci paylaşım savaşından sonra Japonlar zekalarını sanayi ve gelişme üzerinde kullanıp, diğer ülkelerle savaş veya bir çatışma ortamına girmedi. İç huzur, insan hak, düşünce ve özgürlüklerine saygı, komşu ülkelerle barış; temel prensipleri oldu.Japonya,olimpiyatlar için insanların; hayatlarından endişe etmeksizin gidebilecekleri bir ülke olarak görülürken, iç politikada ‘’İleri demokrasi’’ adı altında basının susturulup, yandaşlaştırıldığı, insan hak ve özgürlüklerine müdahalelerden dolayı AİHM’ de binlerce dava kaybeden,terör ve sokak eylemlerinin devam ettiği ve komşuları ile savaşması an meselesi haline gelmiş bir Türkiye mevcut. Bir Alman, Afrikalı yada Şilili sizce hangi ülkedeki olimpiyatları tercih eder.
Bir tarafta;insanlarını din, mezhep, inanaç ve siyasi düşünce bazında ayrıştırmayan, sadece Japon olma mensubiyetine dayalı bir bakış açısına sahip Japonya siyasi yönetimi, diğer yanda Türk olma şurunun geri plana itildiği, belli bir mezhep anlayışını ülke ve bölgede hakim kılmaya çalışan ve sosyal hayatı din eksenli bir politik yaklaşım ile yönlendirip yapılandırmaya çalışan bir Türk hükümeti…El Kaide, El Nusra, Hizbullah ve Taliban gibi köktenci grup ve örgütlerin dünya kamu oyundaki yarattığı intibanın, özellikle Suriye ile yaşanan olaylar sürecinde, Türk hükümetinin ideolojik bakış açısı ile benzerlikler arz ettiği algısı oyların Tokyo’ya akmasında büyük etken oldu.
Atatürk ‘’ Ben sporcunun zeki,çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim’’ derken, olimpiyat ruhuna sahip sporcuları anlatmakla kalmamış, aynı zamanda Türk ahlak ve kültürünün, spor etiğine uygun bir anlayış olduğunu ifade etmiştir. Fakat, ‘’Benim memurum işini bilir’’ diyen zihniyetle başlayan yozlaşma süreci, Türklük şuurunun başka değerlerle ikame edilmesi sonucu toplumun her kesiminde;bireyselleşme ve başarıda her yolun mübahlaştırıldığı bir anlayışın hakim olmasına neden olmuştur. Türk insanının, o güzelim insani ve sosyal dayanışmacı ruhu yok edilmiş, egoizm canavarı beyinleri ele geçirirken, ferdi başarı ve ekonomik mükafat elde etme temel insan davranışı haline gelmiştir. Siyasi yozlaşma ve başkalaşma, toplumsal yapıda ayrışma ile sosyal ve ahlaki çözülmeyi de beraberinde getirmiş, böylece,sporcularımız doping yaparak başarılı olmayı içselleştirmiştir. Japon sporcularda doping hadisesine rastlanmaması, onların, hala, Japon olmanın ahlak ve faziletinin idraki içerisinde spor yapma anlayışına sahip olamlarından olsa gerek.Bizimkilerse, ulu önderin vecizesinde önemle vurguladığı ve Türk insanının mayasını oluşturan Türklük ahlak ve erdeminin farkına varmaksızın spor yapma anlayışına doğru yöneldilkleri görülmektedir. İşte, Japon olimpiyat komitesi bu sportif dejenerasyonu cok iyi kullandı ve dünya kamu oyunu etkiledi.
Şunu açık yüreklilikle söylemekte fayda var.Hiç kimse şu veya bu bahanenin arkasına saklanıp, ‘’Gezi’’, ‘’Kına’’ söylemleri ile gerçekleri göz ardı edip, başarızıslığa kılıf aramamalı.Bu kafa değişmezse, olimpiyatlar, gelecek kuşaklarımızın da çocuklarına anlatacakları bir masal olmaktan öteye geçmeyecektir.Zaman, masallarla, insanları oyalayıp, hüküm sürmenin vakti değil, öz eleştiri yapıp, yanlışlardan dönerek, realist politikalarla bu tür organizasyonları yapabilecek bir ülke olduğumuza dünyayı ikna etmektir. Yoksa ‘’Eller aya,biz yaya’’ döngüsünden hiç kurtulamayız….