Birileri çıkmış: “Şiir aykırılıktır” diyor. Yâni, zıtlık, terslik, aksilik!..Hattâ acaibliğe kadar onu taşıyıp ‘saçmalık’la buluşturanlar, kucaklaştıranlar bile var.
Eskiden de vardı!..Başkalarında da vardı ve hâlen de var!..Görüş bu!..
İşte burada tam yeri: Neye göre? Diye soracağız. Yâni; aykırılıkta, zıtlıkta, terslikte , bir müspet taraf yok mu?
İnsan, zâten, kendi içinde ‘çatışmalı’ bir varlık olarak yaratılmıştır.
Zâten; “Biz, ona (insana) iki de yol (doğru-yanlış, hayır-şer, iyilik kötülük, güzellik-çirkinlik, hak-bâtıl) gösterdik” (Beled, 10) âyeti, durumu işâret ediyor.
Biz, içimizdeki menfî çatışmaları bastıracak yerde, onları daha da günyüzüne çıkarmak istiyoruz.
Peki ne istiyoruz? Çatışma’dan, çekişme’den, zıtlaşma’dan, uzlaşmazlık’tan maksadımız nedir?
Niçin aykırılık, kime zıtlık ve ne ile terslik?!..Ne yâni; şiir kendi içinde mi kaidesizliğe sürüklenmek isteniyor?
İllâ, birilerine veya bir şeylere karşı olmak değil de sâdece şekil ve muhtevâ bakımından kendi iç çatışmasını mı söz konusu ediyor bu kişiler?
Bunları bilmem mümkün değil elbette!.. Yalnız...şiir deyip de ucûbeleri, kelime yığınlarını, bir takım nükte bile değil, nüktemsi ifadeleri, sığ, hattâ kaba hatlarla ortaya bir şeyler atıvermek değildir, bu!..
Hazımsız ve hacimsiz kelimeler...Sallapati, insanı sıkboğaz eden ve uyduruk terkipler...Desinleri, maksat gibi gösterme gayretleri...Perdenin önünde de arkasında da bomboş sahne ve tenha kulisler!..
Metafizikten uzak, sathî ve kabuktaki müşahhas görünürlüklerin kelimelerle îzaha kalkışılması!..Fizik, biyoloji, kimyâ mı okuyoruz, şiir mi? Masal mı anlatılıyor, hikâye mi, yoksa hiçbir yazı türüne dâhil edilemeyecek yepyeni ‘absürd’ bir çıkmaza mı yürünüyor?
Şu var ki, şiirin mânâsını, öz hüviyetini, ihtivâ ettiği cevheri bozmadan, yeni bir mecrâda mekân tutmak isteyenler, yâni bir şeylerin ‘inadına’ değil, her şeyin usûlüne uygun hayat tarzı seçerek ‘güzellik arama gayretinde bulunanlar’ elbette böyle değildir!..
Şiirin, düzlük, sâkinlik, huzur, hoşgörü, empati, ferahlık, tâzelenme, tebessüm...ile, alıpgötürücü, uçurucu, güzel hayâllere daldırıcı, huzur verici bir edâyla gönülleri okşaması varken, niçin aykırılık/çatışma/zıtlık/çekişme deyip karşı çıkışlarla dikleşilsin!..
Terslikten, kafa tutmaktan, âsîlikten, kışkırtıcılıktan...bulanıklıktan ne bekleniyor!..
Îkaz, ilân, tebliğ ve uyarı başka, bunlar başkadır!..
Bana; Yûnus’ca:
“Yûnus Hak tecellîsin şiir diliyle söyler
Canda gevher varısa Hak’dan yana yür indi”
Veya:
“Yûnus bu sözleri çatar sanki balı yağa katar
Halka mata’larun satar yüki gevherdür tuz değül”
Veya:
Necip Fâzıl’ca:
“Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz”
Diyen, hiç eskimeyen, pörsümeyen, tersliğe, zıtlığa , aksiliğe, bulanıklığa düşmeden, etrafı çepeçevre kaplayan sise bürünmeden, hâlis şiirin hakkını veren sesler lâzım!..
Şiir deryâsında açılan her ‘obruk’, cemiyet nizâmını yaralamakla iktifâ etmez, insan denen “güzel” ve “şerefli” olarak yaratılmış varlığın karmaşaya sürüklenmesine de vesîle olur.
Şiirin maksadı da hedefi de, insanla veya cemiyetle ters düşmek değildir.
Şiir; maksadı ‘güzel’ olan ve ‘güzel’i özleyen bir san’at olduğuna göre; onda, başkaldırma gibi, onun zıddı olan ‘tâbî olma’ maksadı da hedefi de yoktur.
Elbette ki, şiir, insanoğlunun fikrî ve bediî düşünce ve tavrının eseridir. Bu cihetle, elbette ki, sosyal mes’eleleri bünyesinde bulunduracaktır. Şiir’e, birinci gaaye olarak toplumun sosyo-p(i)sikolojik ve sosyo-kültürel mes’elelerini hâlledecek bir vasıta olarak bakarsanız, o zaman, şâir vasfınız değil, ‘tersköşelik biri’ olursunuz.
Hiç kimse, daha doğrusu konumuz şiir olduğuna göre, ‘şâir vasfını’ kazanmak isteyen hiçbir zat, peşindeki tecrübe, bilgi ve hâtıraları silip süpürerek ve onları inkâra yeltenerek kendine isâbetli bir istikamet tâyin edemez.
Bir ‘istikamet’ üzerinde yürür fakat, yürüdüğü yolun çıkmaza vardığını, hakîkî şiirin hiçbir zaman eskimeyeceğinden habersiz oluşu veya onu inkâr edişi dolayısiyle, er-geç tıkanacağını, zamanla, görür.
Eskilerin; “Zaman her şeyin ilâcıdır” demesi belki de bundandır. Boşlukta bir sarkaç gibi sallanan bu şeyin ne olduğu/hangi vasıfta ve neyi işâret ettiği belirsizdir.
Sathî, görünür malzemelerle yapılan, iç birikimi olmayan ve içe hükmü geçmeyen cascavlak bir tasvircilik ile, güyâ tasavvurculuk, kendini, ‘aykırılık’ kelimesinin arkasına sığdıramaz; mutlaka bir açık yeri kalır.
ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI; 749, NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2024, SF.5-6