Ortadoğu ve Dünya’ya hakim olabilmek için Anadolu’nun taşıdığı stratejik öneme bir önceki yazımızda değinmiştik.
Zaman zaman zayıf düşse de, Türk devletlerinin son bin yılda Anadolu ve Ortadoğu üzerindeki hakimiyeti Hristiyan batılı devletler açısından büyük bir kayıp olmuştur.
Yakın tarihte baktığımızda, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere bir çok batılı ülkenin Ortadoğu coğrafyasına yapmış olduğu askeri veya siyasi operasyonları görüyoruz.
Yaklaşık 10 yıl kadar önce Tunus’ta barış sloganlarıyla başlayan ve çok kısa bir sürede Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini etkisi altına alan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçte yaşanan protesto, gösteri, darbe, karşı darbe ve iç savaşlar neticesinde gelen dış müdahaleler, değişen iktidar ve rejimler bugün halen tazeliğini korumaktadır.
Arap Baharı sürecinde İngiltere de, Amerikan askerinin doğrulttuğu silah karşısında bazı Arap ülkelerinin askerleri arka arkaya dizili bir şekilde dururken en sonda Türk askerinin var olduğu bir karikatür yayınlanmıştı.
Bu yayın aslında Amerika’nın gerçek niyetini anlatmaya fazlasıyla yeterli bir yayındı.
Türkiye üzerindeki amaçlarını gerçekleştirmek için ise süreç daha olgunlaşmamış, gerekli yapılanma tam anlamıyla sağlanamamıştı. Bu nedenle Türkiye biraz daha beklemeliydi.
Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ); 1970'lerin başlarında İslami bir cemaat olarak ortaya çıkmaya başladı, 80 yıllarda bir halk hareketi gibi davranarak insan kaynağını büyütmeye devam etti, 90 yıllarda ticari ve ekonomik faaliyetleriyle adından söz ettirirken yurt içinde ve yurt dışında yaptığı faaliyetlerle milli bir yapılanma görüntüsü vermekten de geri kalmadı.
2000’li yıllarda terör ve istihbarat örgütlerinin kullandığı tamamen kamufle edilmiş hücresel yapılarla toplumun belirli bir kesimini kontrol edebilecek kadar önemli bir aktördü. Siyasette söz sahibi olan hatta, paralel yapılanmalar ile Devlet içerisinde devletleşebilecek bir güç haline geliyordu.
2010 dan sonra siyaset, iş dünyası, sanat, spor, medya gibi toplumu etkileyen çevrelerde takdir görmeye başlamış ve Türkiye de önemli bir güç haline gelmişti.
Peki yok muydu bu ihaneti fark eden bir kişi, bir kurum…. Yok muydu bu ihanete dur diyebilecek bir baba yiğit.
Vardı elbette.
90’lı yılların son yarısından itibaren MHP Lideri Devlet Bahçeli cemaatle ilgili bir çok açıklama yapmıştı. Sayın Bahçeli, İhanetle hatta ajanlıkla suçlamış ve gerekli önlemlerin alınması için defalarca çağrıda bulunmuştu. Bu çağrıların tamamında dinsizlikle ve milli olmamakla suçlanan Sayın Bahçeli, çok ağır eleştirilere maruz kalmasına rağmen, ısrarla düşüncelerini söylemeye devam etmiştir.
15 Temmuz ihanetinin yaşandığı o kara gecede, kalkışma girişimini fark ederek, kurmaylarıyla birlikte MHP Genel merkezine dönen Bahçeli, kalkışmanın karşısında olduğunu, demokrasinin ve devletinin yanında olduğunu deklere ederek darbe girişiminin seyrini değiştiren adam olmuştur.
Merkeze döner dönmez bütün ışıkları yaktıran sayın genel başkan, F-16’ların binaya yaptığı sortilere rağmen tek bir lamba bile söndürmeyerek Ülkücü Camianın ihanet karşısında duruşunu ortaya koymuştur; MHP’nin yanan ışıklarının Türkiye’yi aydınlatacağının mesajını tüm dünyaya vermiştir. Adeta darbeye karşı darbe etkisi yaratarak milletin öz evlatlarını sokaklara dökmüş ve bu kez “Amerika’nın gayri meşru çocukları” nın kazanmalarına müsaade etmemiştir.
Bu vesile ile 15 Temmuz İşgal girişiminin yıldönümünde, bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize sağlık ve sıhhat diliyorum.
Allah’a emanet olun!