Bir hatanın süreklilik arz etmesinin altında yatan iki sebep olabilir.
Ya aptallık ya kasıt.
Hatanın hata olmaktan çıkıp suça dönüştüğü yerde büyüklüğüne göre gülünç olmaktan ihanete kadar uzayan bir yol olur. Defalarca yazdığım ve ardı arkası kesilmeyen hatalar ve suçlar sağanağı yüzünden daha defalarca yazacağımı zannediyorum.
Mevcut hükümetin bıkmadan ve usanmadan yaptığı hataların ve suçların sakarlık olmadığı konusunda oturmuş bir düşüncem var, kelimenin tam anlamıyla kasıtlı yapılıyor.
Gezi Parkı, yaşanmasını istemediğimiz acı hatıraları ile hafızamızdaki yeri korurken olayların çıkış sebebinin tekrar kaşınmasının altında kasıt aramak dışında bir şey aklıma gelmiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan tarafından, “parkın olduğu bölgeye tarihi eser yapacağız, selatin camii yapacağız” dendiğinde, düşüncelerim biraz daha pekişmiş oldu.
Bir ülke Cumhurbaşkanının, “tarihi eser” kavramının anlamını bilmediğini düşünmek büyük bir hakaret olur. Hele “selatin camii” tamlamasının anlamını bilmediğini söylemek daha büyük bir hakaret olur. Ki o cumhurbaşkanının Osmanlı hayranlığı, kendisini bulunduğu makama getiren seçmen kitlesi tarafından gayet iyi biliniyor.
Tarihi eser tamlaması üzerinde fazla durmak istemiyorum.
“Efendim, ben tarihi eser derken yüzyıllar boyunca ayakta kalacak bir eserden bahsediyordum” diyebilir. Ya da “filanca tarihi eserin tıpkısının aynısını yapacaktım” gibi bir cümle duyabiliriz. Hatta ve hatta “ben demedim” bile diyebilir, örnekleri çok.
Ama ya “selatin camii” konusunda ne diyebilir? Sanırım, hiçbir şey.
Bu konuda özellikle parantez açılması gereken bir hadise yaşadık. Cumhurbaşkanının konuşmasını veren devlet televizyonu, “selatin” yerine “selahattin” diyorsa, koskoca ülkenin koskoca devlet kanalı Allah’a emanet demektir. Yıllardır devam eden kadro yağmacılığının geldiği nokta, tarih konusunda boş teneke sesi veren insan kalabalığından başka bir şey değil. Gaf üstüne gaf diye yorumlanan fakat kesinlikle kabul etmediğim bir sürü bilinçli söylenmiş hakaret cümlesini duyduğumuz devlet televizyonu, oturduğu koltuğu haketmeyen yağmacı takımı ile doldurulmuş.
Bir caminin “Selatin camii” olması için, Öncelikle bir sultana bir padişaha ihtiyaç var. Dolayısıyla rejimin bir padişah tarafından yönetilebilir olması gerekiyor.
Elbette “padişahım çok yaşa” diye haykıracak halk topluluğu da lazım.
Daha sonra hatırı sayılır bir savaş kazanılması gerekiyor ve ele geçen ganimetten padişahın payına düşen para ile inşa edilmesi gerekiyor. Yani cami için harcanan para devletin kasasından çıkmayacak direk padişahın şahsi parası ile yapılacak.
Aldığı ücret hepimiz tarafından biliniyor, cumhurbaşkanı maaşı ile cami yaptırmak hayal olur.
III.Murat döneminde yapılmış bir selatin camii yok mesela, o dönemde kazanılmış bir zafer olmadığından, III.Murat, hicap ederek İstanbul’da bir cami yaptırmamıştır. Bunun yerine Şehzadelik yıllarının geçtiği Manisa’daki Şehzade Camii’ni yaptırmıştır.
13 yıllık iktidarları boyunca kazanılmış herhangi bir zafer olmadığından hatta Suriye sınırlarındaki toprak parçamız, vatan toprağımız dönemlerinde elimizden çıktığından sanırım İstanbul’un göbeğine cami yaptırma fikri büyük bir şaka olarak kalır.
Bir Osmanlı geleneği olan “selatin camii” yaptırma işi, Osmanlı hanedanı tarafından elli dokuz cami yaptırdıktan sonra son bulmuştur.
Mavi Marmara olayı ile İsrail ve uçak düşürme olayı ile Rusya karşısında düştüğümüz durumdan sonra Osmanlı ruhundan ne kadar uzak olduğumuz gerçeği göz önüne alındığında, böyle hayalperestliklerin işe yaramayacağını, akıl ve cesaret sahibi bir danışman mutlaka cumhurbaşkanına söyleyecektir.