Merhum Alparslan Türkeş, 25 Kasım 1917 de öğle vaktinde Levkoşa’da dünyaya geldi. Çocukluğu, o tarihlerde İngiliz işgali altındaki Levkoşa’da geçti. İlköğretimini gayet kabiliyetli hocalardan aldı. Hayali, Türkiye’ye gitmek ve vatana ve millete hizmet eden bir kahraman Türk subayı olmaktı. 16 yaşındayken ailesi İstanbul’a göçtü.
Aynı yıl Kuleli Askeri Lisesi’ne girdi. Öğrencilik yılları zorluklar içinde geçti. Ailesi geçim sıkıntısı içindeydi, okulda günlük iaşe olarak verilen ekmeklerin bir kısmını biriktirip, hafta sonlarında evine götürüyordu, kendi fikrince aile ekonomisine katkıda bulunuyordu. Okuldan verdikleri harçlığın bir kısmını da, Çapa'daki Selçuk Kız Sanat Okulu'nda okuyan kız kardeşi Dervişe'ye bırakırdı.
Fikir dünyasını şekillendiren Nihal Atsız ile tanışması da bu yıllarda olmuştur. 1938 yılında teğmen oldu ve iki yıl sonra Muzaffer Hanım ile evlendi. Bu evlilikten beş çocuğu oldu, beşinin de ismini Nihal Atsız koydu. Muzaffer hanımın 1974 yılında vefatından iki yıl sonra ikinci evliliğini Seval Hanım ile yaptı, bu evliliğinden de iki çocuğu oldu.
3 Mayıs 1944 tarihinde Ankara’da yapınan Türkçülük mitinginde, merhum Necip Fazıl Kısakürek,
“öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” deyince günümüzü aratmayan bir cadı avı başlar. Turancılık davasından hüküm giydi, gerekçe Nihal Atsız’a yazdığı mektuplardır. Her yirmi yılda bir yaşayacağı hapis hayatının başlangıcı, dokuz ay on günlük hapistir.
Hapisten çıktıktan sonra askerlik mesleğine geri döner, 1947 yılında Amerika’ya iki yıllık eğitim için gönderilir. 1955 yılında kurmay subay olur. Sırasıyla ABD ve Almanya’ya görevli olarak gider.
1960 ihtilal bildirisini okumak Albay Alparslan Türkeş’e verilir. Başbakanlık müsteşarlığına atanır. Altı ay sonra, Milli Birlik Komitesi ile arasındaki fikir ayrılığı nedeniyle Hindistan’a sürülür.
Sürgünden yurda dönünce, önce CKMP sonra MHP yılları başlar, yine hapis yılları, ihtilallar, eziyetler. 4 Nisan 1997’de Ankara’da hayata gözlerini yumdu.
Bugün Başbuğ’un doğum günü, doğum günü vesilesi ile anmak istedim, ruhu şad ve mekanı cennet olsun.
Takıldığım veya dikkatimi celbeden başka bir şeyden bahsedeyim. Başbuğ’un yanında Türkî Cumhuriyet liderlerinin bulunduğu eski fotoğraflarına bakıyorum, ciddiyeti elden bırakmadan gülümseyen yüzleri görüyorum. Bir de bugün ki lider buluşmalarının aynı karedeki haline bakıyorum, hep bir plan havası, bir sinsi pusu ortamı var. Güvensizlikten başka bir şey göremiyorum bir de sahte gülüşler.
Başbuğ kolay olunmuyor, zor bulunanı anlamakta kolay olmaz. Yeni nesil ülkücülerin Başbuğ’u okumaları, anlamaları ve davalarına sahip çıkmaları dilekleriyle, Allah’a emanet olun.