Aslı Arapça müsamaha olan, kelimenin Türkçemizdeki karşılığı hoşgörü, Batı dillerinde ise tolerans olarak kullanılır. Hoş görü- Müsamaha, İslam’da sadece bir söz veya slogan olmanın ötesinde, dinin temel kurallarından birini oluşturur. Çünkü Müsamaha, insani ilişkilerde her türlü iyilik kapılarını açan, kin, nefret, düşmanlık ve kötülük kapılarını kapayan bir anahtardır. Diğer bir ifadeyle hoş görü, insanlara sevgi ve anlayışla yaklaşmak, kalp ve gönüllerini incitmemek, öfkelenebilecekken öfkeni yenmek, kızacakken kızmama, güçlük çıkarabilecekken çıkarmamaktır. Kısaca hoşgörü, sağlıklı bir insan davranışıdır.
İslam, toplumun inanç ve ırk yapısına bakmadan, sosyal ilişkilerde de hoş görülü, yani müsamahalı olmayı ilke edinmiş olan tek dindir. Bu durum Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Dinde zorlama yoktur... Kötülüğü en güzel bir şekilde sav, af ve müsamaha- hoşgörü yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.” Ayrıca, hoşgörülü olanlar, öfkelerini yenen ve insanların kusurlarını affedenler övülürken,hoşgörüden uzak, zulmeden, kendini beğenen, hainlik yapan, ahlak dışı yaşayanlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkartarak haddi aşan ve şımaranların tutumları ise yerilmiştir. İnsanlar haksız olsalar bile, olanları affetme- hoş görülü yaklaşma tavsiye edilmiştir. Bakara, 256. Ali İmran, 134-159.Fussilet, 34.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da, en güzel örneği sergilemiş olan Sevgili Peygamberimiz, bütün uygulamalarında hoşgörü ve bağışlamayı temel almış, görevinin en zor anlarında bile katı kalpli, kinci, intikamcı bir tutum içinde olmamıştır. Bu konuda insanlara şu tavsiyelerde bulunmuştur. “Müsamaha et ki, sana da müsamaha edilsin… Sana zulmedeni affet, küsene git, kötülük yapana iyilik yap, aleyhine de olsa hakkı söyle. (Müslim, iman) Görüldüğü gibi, Allah ve Peygamberinin öğütlediği müsamaha- hoşgörü, yalnız Müslümanlarla sınırlı olmayıp, diğer dinlerden olanları da kapsamaktadır.
İslam tarihine baktığımızda, Müslümanların Kur’an ahlakının bu önemli özelliğini sosyal yaşama nasıl geçirdikleri açık bir şekilde görebilmekteyiz. Onlar fethettikleri bölgelerde yerli halka, merhametle yaklaşmış, Allah ve Peygamberi’nin emirlerine uygun din, dil, kültür bakımından birbirinden farklı insanlar arasında hoş görülü bir ortam oluşturarak, aynı çatı altında barış ve huzur içinde yaşatmayı başarmışlardır. Bunun son örneğini, üç kıta üzerine yayılmış olan ayrı inanç, dil, etnik yapı, kimlik ve kültürlerin bir arada en iyi yaşama tecrübesini gösteren Osmanlı Cihan Devleti göstermiştir. Öyle ki, Ecdadımızın himayesindeki gayrimüslimler, yüzyıllarca huzur ve güven içerisinde yaşamış, kendilerine başta din ve inanç özgürlüğü olmak üzere birçok hak ve özgürlükler verilmiştir. Bu hoşgörülü politika sayesinde Hıristiyanlar, kendi dindaşlarının zulmünden korunmak için, Osmanlı Devleti’ne bir kurtarıcı gözüyle bakmışlardır. Nitekim İstanbul’un Fethi sırasında yerli halk,“İstanbul’da Lâtin serpuşu görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz, sözlerle ecdadımızın merhametine sığınmışlardır.
İslam dinine has olan hoşgörü, insan’ın haddini bilerek sürdürülen bir hayat biçimi ve hataları düzeltebilmenin yoludur. Ayrıca Çağın getirdiği sorunların, aç gözlülüğün, doyumsuzluğun, sevgi yoksunluğunun, güvensizliğin çaresi olabilecek bir anlayış tarzı ve insanın özüdür. Yaşadığımız toplumsal bunalımlar, kavgalar, cinayetler, hakaretler, kin ve düşmanlıkların asıl nedeni, insanımızın sevgi, merhamet ve hoş görüsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Bunların tersine hoş görülü insanlar, içlerindeki kötü duyguları atar, yerine sevgi ve saygıyı yerleştirir, her şeyi güzel görmeye, herkes hakkında iyimser düşünmeye başlar, toplum’da huzur ve mutluluk yayılır. Ne acı dır ki, insanımız bu günlerde kaybettiği bu güzelliği arıyor. Allah’a emanet olunuz.