Dün dünde kaldı cancağazım, Bugün yeni gün, yeni günde Yeni bir şeyler söylemek gerek… Mevlana Türk tarihini dikkatli okumak lazım... Okumakta zorlanıyorsak, sadece kitabına verdiği başlıktan yola çıkarsak, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı nı niçin ayrı bir şekilde değerlendiriyoruz? Türk modernleşmesi adına yola çıktığımız ve adına Nizam-ı Cedid dediğimiz süreç, bugün hala devam etmektedir. Bu sürecin adı Nizam-ı Cedid, yani Yeni Düzen... Nedir bu yeni düzen? Bu yeni düzen, insanların eski ile yeniyi yer değiştirmesi midir? Evet, zahir de olan budur. Eski ile yeniyi yer değiştirmek. Eski ile yeniyi değiştirirken ara dönem vardır. Mektep ve medreselerin aynı anda olması gibi... Biri eski, biri yeni... Ağırlık ise yeniye verilmiş... Problem de bizde çoğunlukla burada başlıyor. Çünkü değişen sadece eski ve yeni değildi... Değişen, değişime uğrayan aynı zamanda zihniyetti... Bu zihniyet değişimini IV. Murat a izah eden Koçi Bey çözümün yeri olarak da Kanun-i Kadim olarak ilan ediyordu. Her problemin çözümünde hep kadime dönüş... Yeni eski tartışmaları arasında, devlet ve onu yönetenler de yeniden yana taraf aldılar. Çünkü devrin kalem tutan elleri, aydınları vs. bizi geri dönülemez bir sürecin içine sokmuştu. Bunun sebeplerinin başında tabii ki savaşlardaki yenilgilerdi. Yenilik gerekiyordu, biz yenilikleri hangi kurumsal anlamda yaparsak yapalım, öncelikle askeriyeden başladık. Yenilgiler bitmeyince, diğer alanlara da yayıldı. Derken bu yayılma zamanla içselleşti ve zihinlerde yer bulmaya başladı. Şimdi bunu burada neden izah etmeye çalışıyoruz. Bugünkü hastalıklarımızın temelini ve bugünkü yansımalarını görmek açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Biliyorsunuz ki, Kuran da iki türlü ayet vardır. Biri muhkem ayetler, diğeri ise müteşabih ayetlerdir. Biri nasdır, kuralları vardır. Uymak zorundasındır. Diğeri ise zaman ve mekana göre değişimi ifade eder. Namaz kılmak muhkem bir mesele iken, at yerine otomobile binmek müteşabih bir meseledir. Elbette ki dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalınamazdı. Ortada bir problem vardı... Bunun çözümü olarak ortaya devlet adamları ve dönemin aydınları reçeteler sunmaya başladılar. Birçok fikir akımını da beraberinde getiren bu süreç içinde dikkate değer, dört fikir ortaya çıkmıştır. Bunlar, Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülüktür. Bunlar içinde ayakta kalan ve yeni devleti kuran fikri kuvvet Türkçülüğe dayanıyordu. İttihat ve Terakki, CHP, Türk Ocakları ve Atatürk ü göz önüne aldığımızda garip olan bir şey vardı. Devletin kuruluş felsefesi Türk milliyetçiliği idi... Öyle ifade edildi. Cumhuriyet tarihide bunun üzerine kuruldu. 1917 yılında Ziya Gökalp Türkçü, Turancı olduğu iddiası ile yargılandı ve Malta Adası na sürgün yedi, 1944 yılında Türkçülük ve Turancılık iddiasından dolayı Atsız, Başbuğ, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Serdengeçti gibi bir çok isim tabutluklarda işkence gördüler. 1960 ihtilali ile birlikte Türk milliyetçiliği iddiasında olan Milli Birlik Komitesi içindeki 14 kişi Yurt Dışına sürgün edildi. 1980 ihtilali ile birlikte bu devleti bölmeye çalışan komünistlerle aynı kefeye koyularak 9 Ülkücü idam edildi. Bütün bunlara bakarak niçin MHP’nin kurulmuş olduğunu anlamak gerekir... Normal bir düzen içinde olsaydı, acaba milliyetçiliği bir siyasi aksiyon haline getiren bir partiye gerek olur muydu? Biliyoruz ki, herkes bir mensubiyet şuuru içinde doğar. Milliyetçilik gibi bir düşünce zaten toplumda var iken, bunları organize etmek isteyecek bir siyasi harekete gerek olur muydu? Böyle düşündüğümüzde, elbette ki gerek kalmazdı. Veya aynı şeyi dini kendisine referans alan kesimler için de değerlendirmek doğrudur. Ülkenin hemen hepsi Müslüman olan bir yerde neden İslamcılık bir siyasi hareket halini aldı. Fakat uzandığı seyir milliyetçilik ile aynı değildir. Yukarıda ifade ettiğim kronolojik tarihi olaylarda milliyetçilik yargılanmıştır. Türkiye de Türk milliyetçiliği sorgulanmıştır, hatta işkencelerde, sürgünlerde hatta idam sehpalarında yargılanmıştır. Bütün bunlara bakarak, niçin MHP’nin oluştuğunu anlayabilirsiniz. Türkiye de hangi düşüncenin nasıl yargılandığını görmek açısından önemli bir süreçtir. Diğer taraftan dünün İslamcıları olan ve bugün bu çizginin devamı olarak ifade edebileceğimiz zihniyetin getirdiği noktaya bakmak lazım bir de.... Bizdeki problemlerden biri de budur. İslamcılık, olarak ortaya atılan düşünceler ve beslendikleri kaynaklar ehli sünnet çizgisi içindeki kaynaklar değildi. Bugünkü milli görüş çizgisi takriben 150 yıllık bir fikri alt yapıdan beslenmektedir. 150 yıl öncesinde Milli Görüş diye bir fikir hareketi yoktu. Aynı şeyi milliyetçilikle de izah edebilirsin. Milliyetçilik 150 yıldan öncesine kadar uzanan bir fikir hareketi değildir. Bu tespit doğrudur. Fakat biz biliyoruz ki, milliyetçilik mücadelesi insanlık tarihi kadar eskidir. Ve bugün Milliyetçiler ile İslamcılar arasında, Milliyetçiler ile Ulusalcılar arasında, Milliyetçiler ile Solcular arasında büyük farklar vardır. Bizim milliyetçiliğimizin, daha doğrusu ülkücülüğümüzü şekillendiren ve ifadesini bulan Seyyid Ahmet Arvasi Hocamızdır. Bizim milli kimliğimizi oluşturan, fikri derinliğimiz milliyetçilik üzerine kuruludur. Milliyetçiliğimiz de kültür üzerine şekillenmiştir. Dili, dini, kültürü birbirine yakın olanları bir millet olarak görmüştür. Tarih, coğrafya, kültür, dil ve din... Bizim milliyetçiliğimizi şekillendiren unsurlardır. Türk Milliyetçileri, tarihimiz derken Türk tarihini (Asr-ı Saadet Devri hariç İslam Tarihi de Türk tarihi içinde değerlendirilebilir), dilimiz derken Türkçe konuşan, kültürümüz derken inançlarımızla birlikte yoğurduğumuz örf, adet ve geleneklerimizi, dinimiz derken de İslamiyet ifade edilmektedir. Değişim süreci içinde milliyetçiliği ırkçılık ve faşistlik olarak gören İslamcı ve Solcu kesimin zihniyet dünyasındaki benzerliklerini bir sonraki yazımızda anlatmaya çalışacağız.