Ülkemizde yapılan rejim tartışmalarını çeşitli yayın organlarını izleyerek bir geçekçi tahlile ulaşmak için inceledim. Şunu gördüm: Başkanlık tarafını savunanlar temeli olmayan demagojiye başvuruyorlar. Hatta, hemen hepsi cümleleri özne ve yüklemsiz kullanıyorlar. Ne anlattıkları ve nereye varacakları belli olmuyor. Hiç bir ciddi insan onların söylediklerinden zinhar bir şey çıkaramaz. “Havanda su dövüyorlar” deyimi bunlara az gelir. Tek anlaşılan şey şu oluyor. Bu kimseler başkanlık rejiminden yanalar. Nedeni, niçini, soyut sorulara verilen cevapları hiçbir değer taşımıyor.
Diğer taraf ise sıralı, düzenli ve vurucu bir cevap veremiyor. Kem küm edip duruyorlar. Bunların da başkanlık sistemine karşı olduğu anlaşılıyor. Ama demokrasinin temel ilkelerini bir türlü ortaya atıp karşılaştırmalı sorgulama yapamıyorlar. Hele bir de karşı tarafı dinlemeden ortalığı laf kalabalığına boğmaya çalışanlar var ki, bizim buralarda FALKOZ KAHVESİ ÇIĞIRTKANI diye adlandırılan bu insanlar konuyu anlaşılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramıyorlar. Gazetecilerin örneğin Ahmet Hakan’ın sorduğu sorulara iki taraf da cevap veremiyor.
Siyasetçiler ise bilim ve gerçekliğe asla yanaşmıyor. Herkes kendi partisinin “doğrusunu” bilim olarak sunuyor. Oysa hepsinin dayanaksız safsatalar olduğunu bir iki ilgili kitabı karıştırınca anlıyorsunuz. Köksüz hamaset ve “vatan kurtarma” nutukları da işin tuzu biberi. Bu şartlar altında önce meclisten geçen “anayasa metnini” kelime kelime okudum. Tahlil yaptım. Şu kanaate vardım: BU METİN DEMOKRATİK DEĞİLDİR, MEVCUT ŞARTLAR ÜZERİNE BU METİN UYGULAMAYA GEÇERSE KUZEY KORE TÜRÜ BİR TOTALİTER BAŞKANLIK GELİR. EN AZINDAN BİR ORTA-DOĞU DİKTATÖRLÜĞÜ GELİR. İDEOLOJİSİ FARKLI OLSA DA EVRENSEL DİKTATÖRLÜK KURALLARI HER YERDE AYNIDIR.
ACABA HAKLI MIYIM? DİYE DÜŞÜNDÜM. O ZAMAN YERLİ KAYNAKLARI TARADIM. ÖNCELERİ BİLİM ADAMI OLAN BURHAN KUZU’NUN YAYINLARINA ULAŞTIM. Sayın Kuzu’nun siyasetçi olarak söyledikleri ile bilim adamı olduğu dönemlerde yazdıkları taban tabana zıt görüşler. Yabancı kaynaklardan Encyclopedia International, Encyclopedia of Britanica ve benzeri genel yayınları inceledikten sonra Batı’lı düşünürlere baktım. Ayrıca en çok JOHN J. PATRICK’ın “UNDERSTANDING DEMOCRACY A hip pocket book” adlı çok önemli kitabını buldum(İnternette pdf olarak var, İngilizce bilen okuyabilir). DEMOKRASİ MANİFESTOSU OLARAK 13 MADDE TESPİT ETTİM. BUNLAR KARŞILAŞTIRMALI OLARAK VERİLMİŞTİR:
1-SERBEST, ADİL VE BAĞIMSIZ YARGI DENETİMİNDE SEÇİM: Halkın fertleri hiçbir yan tesir ve baskı olmadan tamamen kendi iradesini kullanarak vekil seçmelidir. Bu durum tam olmasa bile demokrasi tarihimizde sadece bir kere “tercih” sistemi ile olmuştur. Şimdiki sistem antidemokratiktir. Esas seçimi genel başkanlar yapıyor. Listeleri düzenliyor, sonra ünlü seçim tiyatrosu başlıyor. Genel başkanların esas seçimi yaptığı listelere esas seçmen oy veriyor. Bu demokrasi teori ve uygulamasında yoktur. Vekiller halk egemenliğinde değil genel başkan egemenliğindedir. Eski Sovyetler Birliği parlamento seçimlerinin aynıdır. Tek farkı vardır: Bizim sistemde Doğu ve Güney Doğu hariç parti seçmek halen özgürdür. Oralarda PKK partilerine oy vermek zorunluluğu var. Bunun dışında her hangi bir partiye oy verilebilir. Kısaca Sovyetler Birliğinde tek Komünist Partisi vardı. Bizde aynı usulü uygulayan birde fazla parti var.
Adil seçim olabilir mi? Hayır! İktidar ve yandaşı olan parti ve guruplar katrilyon kere daha büyük imkanlara sahipler. Muhalefet ise sadece “muhalefet var” denilsin diye göstermek için yaşatılan kesim olarak devam ediyor.
Ülkemizde bağımsız yargının olmadığı hususunda tüm dünya hemfikirdir. İktidar partisi ve onun yandaşı olan partiler de doğruyu biliyor. Ama, halkı kandırmak için “bağımsız” ve hatta “bağımsız ve tarafsız” yargı sözlerini utanmadan kullanıyorlar.
DEMOKRASİNİN BU İLKESİ TAM VEYA TAMA YAKIN OLARAK GERÇEKLEŞMEZSE BUNDAN SONRAKİ KURALLAR BİR “YALAN RÜZGÂRI” HÜKMÜNDEDİR. HİÇ BİR KIYMETİ HARBİYELERİ YOKTUR.
2-ÇOĞULCULUK VE ÇOĞUNLUKÇULUK: Çoğulculuk demokrasinin ikinci önemli kuralıdır. Yani birden fazla görüş halk egemenliğinden pay kullanmak üzere parti kurar. Durum şöyle anlaşılmalıdır: Örneğin halk egemenliğine 100 diyelim. Bir parti %45 oy almış olsun. Bir diğeri %35 almış olsun. Bir başkası da %20 oy almış olsun. Demokratik çoğulcu sistemde egemenlik paylaşımı da böyle olur.% 45 alan parti hükumeti kurar, ama diğer partilerin toplam %55’lik halk egemenliği haklarını imkan oranında korur. Çoğunlukçu sistem ise şöyledir: %45 alıp iktidara gelince halk egemenliğinin tamamını iktidar kullanır. Bu anti demokratik ve arızalı bir uygulamadır. Türkiye böyle yönetiliyor. Muhalefetin ülkemizde halk egemenliği payı sıfırdır. Bu da düşmanlık ve karmaşaya sebep olmaktadır. Kısaca bu ilke Türkiye’de hiç işlemiyor. TÜRKİYE EGEMENLİK PAYLAŞIMI OLARAK DEMOKRASİ DIŞINDADIR.
3-KUVVETLER AYRILIĞI VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ:
Hem demokratik parlamenter sistemde hem de demokratik başkanlık sisteminde yasama, yürütme ve yargı tamamen ayrı kuvvetlerdir. Birbirlerine hukuki olmayan hiçbir müdahaleleri kabul edilemez. Ancak bunların kontrolü yine tek otorite olacak hukuk devleti ilkesi ile olur. Halk egemenliğinin en az %70’inin izni olmadan bunlar değiştirilemez. Yeni anayasa oylamasında şu açıkça görüldü. Vekiller genel başkanların egemenliğinde olduğu için varlık gösteremediler. Genel başkanlar ne dediyse onu yaptılar. Çünkü onları genel başkanlar tayin etti. Yeni anayasa ile kuvvetler ayrılığı tamamen kaldırılmıştır. Üç kuvvet de başkana bağlanmıştır.
KUVVETLER AYRILIĞI OLMADAN, HUKUKUN ÜSTÜN OTERİTE OLDUĞU KABUL EDİLMEDEN DEMOKRASİ OLAMAZ. ANCAK “YALAN RÜZGÂRI”NIN BİR TİYATRO SAHNESİ GÖSTERİLMİŞ OLUR. LAFLA DEMOKRASİ, VAR DENİR.
4-İNSAN HAKLARI: İnsan hakları tarihin derinliklerinden gelen tecrübeler sonucu ulaşılan en insani sonuçlardır. Bunlar İslam dâhil bütün dinlerden ve medeniyetlerden süzülüp gelmiştir. Bunlar Batı’da daha yoğun uygulanıyor. Bazı ideolojik köleler kör olmuş gözlerle bunları beğenmez görünür. Ama kendi ülkesinde sıkışanlar, İslam Ülkelerine veya geri kalmış Afrika’ya gitmek yerine insan haklarının uygulandığı ülkelere kaçarlar. Suriye’li, Afgan’lı, Yemen’li ve saire ülkelerde yaşayanların hepsi kapıları açık bulsalar Avrupa’ya doluşacaklar. İNSAN HAKLARI UYGULAMASI OLMAYAN ÜLKELER DEMOKRATİK OLAMAZ. TÜRKİYE EN KÖTÜ İNSAN HAKLARI UYGULAMASI YAPAN, HATTA HİÇ UYGULAMA YAPMAYAN BİR ÜLKE KONUMUNA GELMEK ÜZEREDİR.
5-LAİKLİK VEYA SEKULARIZM: Bu ilke, din sömürüsünü ortadan kaldırmak ve din özgürlüğünü sağlamak üzere devletin din işlerinden çekilmesi bağlamında anlam kazanır. Türkiye’deki uygulama bu tanıma uymaz. Laik ülkelerde devletin din işi ile uğraşan tek memuru yoktur. Bizdeki bize ait bir uygulamadır. Diyanet, İmam-Hatipler ve pek çok kurum devletin kontrolünde görev yaparlar. Ancak bu gün tersine dönmüş ve devlet bu kurumların eline geçmiştir. Artık Atatürk’ün laiklik ile “din özgürlüğünün sağlanması, din istismarının önlenmesi ve doğru dinin öğrenilmesi” konularını sağlama fikri ortadan kaldırılmıştır. Şimdi her şey din sömürüsü üzerinden düzenleniyor. Başkanlık adlı rejim gelirse artık başkanlar bu gün de olduğu gibi her şeyi din ticaretine bağlayacaktır. Ülkemizde din kadar satışı iyi yapılan başka bir meta mevcut değildir.
DEMOKRASİ BU TÜR DAVRANIŞ VE UYGULAMALARIN TAMAMEN DIŞINDADIR. DİNLER ARASINDA, İNSANLARIN DİN DUYGULARI KARŞISINDA TAMAMEN TARAFSIZDIR.
6-HESAP VERİLEBİLİRLİK(ACCOUNTABILITY): Demokratik yönetimlerin olmazsa olmazlarından birisi şeffaflıktır. Yani bütçeniz, geliriniz, gideriniz nasıl harcanmış, çalınmış mı, yoksa beceriksizlik mi yapılmış bunların tüm hesapları parlamento ve yurttaşların incelemesine ve takibine açıktır. Bu işin ana kurumu Sayıştay’dır. Daha pek çok kurum vardır. Bizde MASAK, Meclis komisyonları ve daha başka pek çok kurum mevcuttur. Bu yasa ile tüm parlamento denetimleri kaldırılmıştır. Var gibi görünenlerin pratik uygulaması asla ve kat’a mevcut değildir.
Zaten ülkemiz şeffaflık endeksinde 70’li sıralardadır. AKP iktidarı ile sürekli geri gitmektedir. Sayıştay meclise rapor vermemektedir. Hiçbir ciddi kontrol yoktur. Başkanlık gelirse kendi hesaplarıma göre 20 puan daha geriye düşme ihtimali mevcuttur. DEMEK Kİ BU AÇIDAN DEMOKRASİ YOKTURR, OLMASI DA BEKLENMEMEMKTEDİR. DEMOKRATİK OLMAYAN TÜM BAŞKANLIKLAR DEVLETİ KARANLIKTA İDARE ETMEYE DEVAM ETMEKTEDİR. BUNLAR ARASINDA HALKI ZENGİN OLAN TEK BİR ÜLKE YOKTUR.
7-YURTTAŞLIK VE YURTTAŞLIK EĞİTİMİ(Civic Education): Yurttaşlık bilinci demokrasi için çok önemlidir. Tüm yurttaki yurttaşların eşit olduğu, fırsatların herkes için aynı olduğu bir toplum gereklidir. Demokrasinin kuralları ve demokrasi olmasa neler olacağını yurttaşlar çok iyi öğrenmelidir. Yaygın eğitimle bu sağlanabilir. Oyunu kullanacak yurttaş, iyi bir sorgulayıcı olmalıdır. Tüm olayların arka yüzünü görmeli ve bilinçli seçmen olmalıdır. Halkımız ise sadece “sağduyu” çerçevesinde oy kullanır. Yüzeyden bakar. 1950’lerde “sağduyu” ile oy kullanılması doğru sonuç verebilirdi. Çünkü o zaman propaganda vasıtaları yoktu. Şimdi akıl almaz yoğunlukta yalan propaganda var. İnsanların “sağduyu” ortamı darma dağın oluyor. Kendisi dürüst bir adamdır, ama bozulan sağduyusu onu “hırsız”a oy verme noktasına getiriyor. Bunlar fazlası ile her seçimde oluyor.
ARTIK SAĞDUYUNUN HİÇ BİR KIYMETİ YOKTUR. Çünkü onu yoğun propaganda tahrip ediyor. Halk yalanlara kolayca inanıyor. KISACA DEMOKRASİ CAHİLİ BİR HALKLA DEMOKRATİK DÜZEN KURULAMAZ.
8-OTORİTE VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ: Demokrasilerde temel otorite hukuktur. Hukuk meşru otoritedir. Doğal olarak bağımsız bir yargının sağladığı bir hukuk geçerlidir. Şimdiki “anayasa” metninde “bağımsız ve tarafsız” ifadeleri bana eski “DEMOKRATİK DOĞU ALMAN CUMHURİYETİ” ifadesini hatırlatıyor. Komünist Doğu Almanya’da ne demokrasi vardı ne de cumhuriyet. Ama o ismi ağızlarından düşürmezlerdi.
KISACA ÜLKEMİZDE TEK ŞAHSA BAĞLI BİR TAM TARAFLI HUKUK VAR. TÜM HUKUK DEVLETİ ENDEKSLERİNDE 100. SIRADAN DAHA GERİLERDE ÇIKIYORUZ.
9-SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI (Civil Societies): Türkiye’de etkin olan cemaat, tarikat ve cemaat tarikat vakıfları sivil toplum kuruluşu değildir. Bunların fertleri tepedeki tek bir şeyh veya gavsa bağlıdır. Ona göre tavır alırlar. Sivil toplum kuruluşları bir fikir etrafında kurulurlar. Ancak bunlara bağlı olan fertler bağımsızdır. Şahsiyet sahibidirler. Sendikalar böyledir. Sendikalı işçiler istedikleri partiye oy verirler. Cemaatçiler veremez, tarikatçılar da veremez.
TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ÇOK ZAYIFTIR. DEMOKRASİYİ KORUYACAK OLGUNLUKTA DEĞİLLERDİR.
10-HALK EGEMENLİĞİ VE MİLLİ EGEMENLİK: Demokrasilerde kullanılan egemenlik halk egemenliğidir. Milli egemenliğin daha geniş bir anlamı vardır ve halk egemenliğini de kapsar. Halk, milletin günümüzde yaşayan ve yasal yeterliği olup seçim sandığına giden ve gitmeyen kimselerden oluşan canlı bir topluluktur. Millet ise, tarihte var olan, günümüzde yaşayan, gelecekte var olması beklenen insan, kültür, vatan, milli idealler ve saireden meydana gelen bir topluluktur. O nedenle milli egemenlik deyince Fatih dönemi de Mete Han dönemi de anlaşılır. Gelecek tasavvurlarımız da anlaşılır.
TÜRKİYE’DE HALK EGEMENLİĞİ YOKTUR. GENEL BAŞKANLAR EGEMENLİĞİ VARDIR. BUNDAN SONRA REFERANDUM GEÇERSE TEK BİR KİŞİNİN EGEMENLİĞİ OLACAKTIR. BURADAN DEMOKRASİ ÇIKMASI BALIĞIN AĞACA ÇIKMASI GİBİDİR. BALIK AĞACA ÇIKARSA TEK KİŞİ EGEMENLİĞİNDEN DEMOKRASİ ÇIKAR!!!
11-TANITIM ADALETİ: Çoğulcu demokratik sistemde eşit olmasa bile tanıtım adaleti vardır. Şu anda çoğulcu değil, çoğunlukçu bir sistemde bulunuyoruz. İktidar bir katrilyon kullanıyorsa muhalefet ancak bin lira kullanabiliyor. Artık bundan böyle iktidar partisinin başkanı genellikle başkan, icra başkanı, vekil tayin mercii, hakim tayin mercii, rektör tayin mercii ve akla gelecek gelmeyecek her atamanın başı olacak.
BURADAN DEMOKRASİ ÇIKACAĞINA İNANANIN AKLINA ŞAŞARIM!!!
12-TARAFSIZ, BAĞIMSIZ VE AHLAKLI MEDYA: Medya 4.Kuvvet olarak da adlandırılır. Bizde medya özgürlüğü endekslere göre 170 ülke arasında 149, sıradadır. Yani medya özgürlüğü yoktur. Sadece iktidara yandaşlık yapan medyaya özgürlük vardır. Zaten iktidar resmi gayri resmi hemen bütün medyanın sahibidir, hakimidir.
BU MEDYA İLE HİÇ BİR ÜLKE, DEMOKRASİ YÜRÜTEMEZ. BAĞIMLI-TARFLI, GAZETECİLK KURALLARININ HİÇ BİRİSİNE UYMAYAN, AHLAKEN ÇÖKMÜŞ, HİÇ BİR ETİK DEĞERE, YASAYA UYMADAN İKTİDARI SAVUNAN MEDYADAN DEMOKRATİK MEDYA ÇIKMAYACAĞINI BİLMEYEN YOKTUR. EĞER ÇIKAR DİYORLARSA İKİ YÜZLÜ VE SAHTEKAR OLDUKLARINDAN DİYORLAR. AZ GAZETECİLİK YAPANLARA HEMEN MALİ SUÇ UYDURUP BAŞINA ÇÖKEN BİR YÖNETİM ZATEN SAHTECİDİR. ÇÜNKÜ SUÇ VARSA HER ZAMAN DENETLEYİN. YOKSA NEDEN GAZETECİLİĞE İZİN VERMİYORSUNUZ.
13- DEMOKRATİK MEŞRUİYET VE TOTALİTER MEŞRUİYET:
Demokratik meşruiyet tüm toplumsal sorunların ve olayların demokrasi ortamında ve demokratik yöntemlerle çözülmesi demektir. Toplumsal sorunlara daha fazla demokrasi uygulayıp çözüm bulmak demektir.
Eğer toplumsal sorunları çözmek için demokrasiden geri adım atılırsa o konuların demokratik meşruiyeti yoktur. Kısaca örneklersek şu anda Almanya demokrasiyi bırakıp komünizme geçmek için referandum yapsa referandumun sonucu ne olursa olsun demokratik meşruiyete sahip değildir. Zira demokrasiden geri gidiş referandum konusu olamaz. Eğitilmiş, akıllı, demokrasiyi sağduyu olarak değil de gerçekten benimseyen toplumlar bunu kabul etmezler.Demokratik direniş haklarını kullanırlar. Bizde demokrasi zaten olmadığı için direniş hakkı da yoktur.
Totaliter meşruiyet kendi sistemi içinde var olduğu kabul edilen bir meşruiyettir. Demokrasi endeksine göre İlk 23 ülke tam demokratik sayılıyor. Bundan sonraki ülkeler “KUSURLU=FLAWED” sayılıyor.
TÜRKİYE “HİBRİD YÖNETİMLER” içinde sayılıyor. Yani dışı demokrasiye benziyor, içi diktatörlük. 97. Sıradayız. Uganda’nın hemen altında.
BAŞKANLIK GELİRSE RUSYA’NIN ALT VEYA ÜSTÜNDE YER ALACAĞIZ. RUSYA 127. SIRADA VE OTORİTER, YA DA TOTALİTER YÖNETİM BİÇİMİ İLE YÖNETİLİYOR. PARAMETRELERDEN KENDİM DE HESAPLADIM.
AKSİ İDDİASI OLANLARA HODRİ MEYDAN!!!!