TARİH BİZE NEYİ GÖSTERİYOR?
Avrupa tarihi ve İslam tarihi incelendiğinde bu sorunun cevabı kolaylıkla verilebilir. Hristiyan Avrupa Rönesans devrine kadar din referanslı yönetimlerle idare edilmiştir. Bu devirlerde mezhep çatışmaları, diğer dinler üzerine haçlı seferleri bitmek tükenmek bilmemiştir. İktidarlar ve gruplar kendilerine has yeni Hristiyanlık biçimleri yaratmışlardır. Hristiyanlığın özü, yani gerçek İncil ile çeşitli mezhep ve tarikatların bir ilgisi kalmamıştır. Zira dini Krallar ve hükümdarlar bozduğu için Hristiyanlık baştan aşağıya doğru bozulmuştur. Rönesans ve sonradan gelen aydınlanma çağında Laiklik ve sekülarizim gibi din işleri ile dünya işlerini ayrı tutma yoluna gidilmiştir. Bu uygulamalar da istenen sonucu tam olarak veremese bile dinin orijinal ve saf şekline dönmesine yardımcı olmuştur.
İslam coğrafyasında da benzer durumlar oluşmuştur. Emeviler döneminde saf İslam’dan ayrılmalar görülmüş, İslam dini ile Yezid’in dini arasında neredeyse bir benzerlik kalmamıştır. Sadece şekli ritüeller devam etmiştir. Bunun en gerçekçi bildiricisi İmam-ı Azam Ebu Hanife’dir. Emevi’lerin İslam’dan ayrıldıklarını, İslam’ın içini boşaltıp ayrı bir sahte din oluşturduklarını hem Ebu Hanife hem de daha önceden Yüce Peygamber’in seçkin ashabından Ebu Zer(ra) da ifade etmiştir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife Abbasiler zamanında da aynı durumu görmüş, hem Emevi’lerin hem de Abbasilerin kadılık tekliflerini reddetmiştir. Bu yönetimlerle adeta savaş vermiş, en sonunda Abbasi Hükümdarı tarafından şehit edilmiştir. Bizde Rönesans olmamış, ama Ebu Hanife gibi
Ulu bir İmam çıkmıştır. Devlet yönetiminde dinin saf halinde kalamayacağını hayatı ile bedel ödeyerek göstermiştir.
20.Asırda Türkiye’de de böyle bir büyük din alimi çıkmış ve devletin maaş ödediği imamların peşine namazın sahih olmayabileceğini ifade etmiştir. Bu büyük alim Süleyman Hilmi Tunahan’dır. Ben o cemaatten veya başka bir cemaatten değilim. Ama bu durum benim gerçeği ifade etmeme mani değildir. İfade etmem gerekirse cemaat fikrine sıcak bakmam. Bendeniz, İmam-ı Azamın, Maturid’inin ve daha üstte bulunan Hz.Muhammed(AS)’in cemaatinden olmaya çalışıyorum.
Siyasi fikirlerini beğenmesek de Karl Marx çok başaeılı bir toplumbilimcidir. Yukarıdaki konuda şöyle diyor: ”Mukaddesler din referanslı iktidarlar elinde kısa sürede dünyevileşir”.
TÜRKİYE’DE DURUM NEDİR?
Osmanlı yöneticileri daha Fatih’ten itibaren İslam’dan ayrılarak Osamanlı’ya has bir yeni İslam kurmuşlardır. Kanun nameler ve evlatları öldürmeler bu yeni dinin hükümlerine göre yapılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Atatürk bu duruma bir çözüm getirmek üzere devlet ve din işlerini ayırma yoluna gitmiştir. Kendisinin söylediği gibi sahteliklerden arınmış saf bir İslam dini oluşturmak, yani dinimizin orijinal şekline dönmek istemiştir. Ancak zamanla işler değişmiş, günümüzde İslam referanslı iktidarlar oluşmaya başlamıştır. Saf dinimiz din sömürücülerinin elinde tanınmaz hale gelmiştir. Artık yolsuzluk (ki nitelikli hırsızlıktır), devleti soyma, gerçek İslam’ı yeni durumlara uydurma hali ortaya çıkmıştır. Hatta çok geriye gitmeye gerek yok. 10 yıl önceki yolsuzluk ve hırsızlık anlayışı ile bugünkü arasında hiçbir benzerlik kalmamıştır.
Maaşlı din baronları ve alttaki imamlar ve diğerlerinin literatüründen yolsuzluk ve hırsızlık çıkmıştır. Ebu Hanife zaten kesin olarak haklıdır. Ama Marx da maalesef haklı çıkmıştır.
Bu durumu tam uygulama alnına sokan yönetim resmi din görevlilerinin maaşlarını sürekli artırmış, diğer kamu görevlilerinin maaşları enflasyonun çok gerisinde kalmıştır. Böyle bir ortamda elbette bir din görevlisi İmam-ı Azam’ın yolunu takip edemez.
Hatta Sayın Prof.Dr.Mehmet Görmez, gözlerini tamamen kapatmıştır. Artık hiç mi hiç görmüyor.
KISACA TÜRKİYE’DE ÖZÜ İSLAM OLMAYAN YENİ BİR DİN OLUŞTURULMUŞTUR.
BEN ŞAHSEN O DİNDEN DEĞİLİM, ALLAH(CC)’NİN DİNİNDENİM.