Ağustos ayı, Türk târihinin zaferler ayıdır. Birinci Kosova Zaferi (1389), Anafartalar Zaferi (1915), Estergon Kalesi’nin Fethi (1543), Otlukbeli Zaferi (1473), Mercidabık Zaferi (1516), Halep’in Fethi (1516), Malazgirt Zaferi (1071), Büyük Taarruz ve Dumlupınar Zaferi (1922)...bunlardan öne çıkanlardır.
Türkler’in Anadolu’ya girişleri değil, Büyük Selçuklu Sultanı Sultan Alparslan’la Anadolu’da hâkimiyet sağlamalarının başlangıcı olan Malazgirt Zaferi’nden sonra geçen bin senelik zaman içersinde, çok bâdirelere muhatap olduk.
1071’den îtibâren, Türk milleti, kendisine vatan edindiği Anadolu’yu canı pahasına korumuş fakat hiçbir ân talan edilmekten de kurtulamamıştır. Vahşî Batı, vahşî Kuzey ve çepeçevre sömürgeciler, bizi, adımızı ve yurdumuzu silmekten vazgeçmemişlerdir. Bu durum, hâlen de bütün hızıyla acımasızca devam etmektedir. Akıllı olmalıyız!..
Bu sebepledir ki, 1900’lü yılların başından îtibâren bütün Batılı emperyalist sömürgeci kuvvetler üzerimize çullanmış ve Mustafa Kemal öncülüğündeki Türk milleti, 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz ile, vahşî taarruzlara son verecek hamleyle 30 Ağustos 1922’de zaferle netîcelenen başarıya ulaşmış ve Anadolu’da, Türk İstiklâl Harbi kazanılmıştır.
Unutmamamız gerekir ki, dünyada, çok daha kazanmamız gereken istiklâl harpleri vardır!..
Düşününüz!..
1071’de Malazgirt Zaferi’nden sonra Bizans imparatoru Romanos Diogenes, Sultan Alparslan tarafından esir edilir, serbest bırakılır. 1922’de de, Yunan Başkomutanı Trikopis esir edilir ve o da, Mustafa Kemal tarafından serbest bırakılır.
İşte, Türk budur!..
Şunu hemen ifade etmeliyim ki, 30 Ağustoslar’ın, Türk milleti olarak, fert fert hepimizin üzerinde büyük çapta müspet tesiri vardır. İstanbul’un Fethi gibi, bütün zaferlerimiz de böyledir...Bu zaferleri kazananlar söz konusu olduğunda bir hoş oluruz...Gururlanırız, sevincimiz en ileri safhalara ulaşır, coşarız. Böyle âdil ve şanlı bir ecdâdın torunları olmanın heyecanını yaşarız.
Yirmibir yaşımı sürdüğüm ve Kara Harp Okulu öğrencisi olarak, 21 Mayıs 1963 hâdiseleriyle tutuklu bulunduğum yıl yazdığım ve 1968 yılında da Ülkemiz Dergisi şiir yarışması birinciliği kazanan “30 AĞUSTOS İÇİN” adlı şiirime şu mısrâlarla başlamışım:
“Bir ses var, bir ses var Sakarya’dan
Burnumda barut kokusu,
Gözlerim ışık saçan volkan!”
İnanıyorum ki, her Türk genci, “Sakaryalardan” gelen bu sesleri hâlâ duymakta; “barut kokusu”nu hissetmekte ve “Gözleri ışık saçan volkan” olarak istikbâle bakmakta ve azimle yürümektedir.
Hıristiyan emperyalist güçlerin bizi bitirmek için işbirliği yapıp son hamleye geçtikleri sırada, milletiyle kucaklaşan Mustafa Kemal öncülüğündeki Şanlı Türk Ordusu’nun bütün zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen yeni Türk Devleti’nin istiklâlini elde etmesi ve Cumhuriyet idâresine kavuşması, her zaman takdirler hatırlamamız ve ibret almamız gereken târihi bir ders olmalıdır.
Çünkü...
Büyük şâirimiz Yahya Kemal’in “”22 AĞUSTOS 1922” adlı şiirindeki şu vesîka mâhiyetindeki fikirlerini zihinlerimizden çıkarmamız lâzımdır:
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî
Senin uğruna ölen ordu budur yâ Rabbî
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gaalib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”
Bu ordu; Oğuz Han’dan başlayıp onca kağanla, hükümdarla ve padişahla Mustafa Kemal’e ve ondan da bugüne kadar ulaşan binlerce yıllık Türk Ordusu’dur!..