Kültür varlıkları, insan zekâsı, aklı ve idrâkiyle meydana getirilen eserlerdir. Ekserisi, târihî hüviyete sâhiptir. Dolayısiyle, hem estetik, hem sosyolojik ve hem de târih, onlarda bir ifade ve bir değer bulur. Bu bakımlardan himâyeye, korunmaya ve değerlendirilmeye tâbi tutulmalıdırlar.
Tabiat varlıkları ise, Allahü teâlânın, biz insanoğluna ikrâm ettiği büyük bir nimettir. Havadan, suya, güneşten, kurda kuşa kadar, dokunabildiğiniz, işitebildiğimiz, görebildiğimiz hattâ tahayyülümüzde bulunan her şey bu varlıklardandır.
Denizler, göller, vâdiler, yıldızlar, nehirler, dağlar, uçurumlar, kanyonlar, verimlisinden çır-çıplağına kadar ovalar, çöller, kayalıklar...hepsi, hepsi, ayrı ayrı birer kıymet ve birer nimettir.
Kısaca; gökte uçan, yerde sürünen, yürüyen koşan, denizde gölde, nehirde yüzen her türlü yaratık bu tabiatın içersinde, değer verilmeye, korunmaya muhtaç varlıklardır.
Esas maksadım, bunları anlatmak değildir. 29 Nisan-13 Mayıs 2019 tarihleri arasında, bâzı vesîle ve sebeplerle, güzel Anadolumuzun bâzı yerlerini gezme imkân ve fırsatım oldu. Bu zaman içersinde, beni üzen hususlarla karşılaştığım gibi, beni ziyâdesiyle sevirdiren ve memnun eden durumlarla da karşılaştım. Başlayayım...
Afyonkarahisar/Frig Vâdisi-01 Mayıs 2019 Çarşamba: Beşbin yıla dayanan bir mâzîye sahip. Hitit, Frig, Lidya Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinden günümüze ulaşan her kültürle hemhâl bir bölge. Kaya Mezarları, kaya yerleşim yerleri, kiliseler ve câmi, tekke ve türbeler düşündüğümden çok fazla, çok daha zengin. Ancak...
Ne yolu/ulaşımı, ulaşım; ne temizliği ve bakımı, bakım!..Başka birilerinin elinde olsa, burayı hususî bir turizm havzası hâlinde pırıl pırıl yapar ve hizmete öyle sunar. Hiçbir açıklayıcı tabela ve kişi mevcut değil...Gerek kilisenin ve gerekse diğer mağara barınakları temiz değil. Kayalar üzerine olur olmaz yazılar yazılarak dış cephe kiriliğine bir kirlilik daha katılmış...Hani, “Saldım çayıra...” derler ya işte tamamen öyle!
Bu havza içersinde, bir de Döğer Kervansarayı bulunmaktadır. Anlayabildiğim kadarıyla yeni tamir edilmiş. Sultan Murat (1421-1451) zamanında yapılmış olan bu kervansaray, ne yazık ki, mezbelelik hâlinde...Ne iç bakımı ve temizliği var, ne de çevre...İçim yana yana, titreye titreye birkaç poz fotoğrafını çektim....İnanır mısınız, çatısındaki çimenler göğe yükseliyor. Alnının ortasından, ışıklandırma adına kablolar geçirilmiş!..
Ne demeliyim; Osmanlı eseri böyle ise, diğerleri de elbette öyle olacaktır!..
Ihlara Vâdisi-03 Mayıs 2019 Cuma: Ihlara Vâdisi’nin medhini senelerdir duyuyordum ammâ görebilmem şimdiye kısmetmiş. Aksaray ilimize bağlı ve ondan 45 km. uzakta bulunan Güzelyurt ilçesinin batısında derin bir vâdi. İçinden, hâlâ durulmayan Melezdiz Çayı akıyor. Selimiye köyünden başlayıp Ihlara Köyü’nde son bulan esrarengiz dik yamaçlı 14 km uzunluğunda tabiî hârika bir kanyon!..
Ağaç yapraklarının henüz yeni yeni yeşermeye başladığı bu günlerde, güneşin tam ısıtamadığı bir mevsimde, Ihlara Vâdisi’ni seyretmet doyulmaz bir zevk veriyor. Dolambaçlı dar merdivenlerle vâdinin dibine iniliyor...fakat, çıkabilen çok bahtiyar...Çünkü çok dik ve uzun.
Vâdinin önemli bir bölümünü görebilecek kadar merdiven indim...Eşim Canan Hanım, kardeşim Sedat ve onun eşi Nermin Hanım, döndükleri zaman gerçekten yorgun düşmüşlerdi.
Demek ki, Ihlara’yı gezebilmek, herkesin harcı değilmiş!..Bu arada, onlar inip çıkarken, ben de düşündüm eblette...Bir defa, buraya giriş ücreti çok pahalı...Kişi başı otuz Türk lirası yâni beş dolar...Birkaç kişilik bir âilenin Ihlara’yı gezmesi mümkün değil...
Zâten ziyâretçi fazla...Bunu, daha artırmanın ve Türkiye’yi önce kendi insanımıza ve ardından da yabancıylara tanıtabilmenin bir yolu da ‘ucuzluk’ olmalı...Hizmet budur!..
İkincisi; acaba olur mu, bilemem!..İniş için değil, çıkış için, arazi yapısı çok dikkatli incelenip tahlil edilerek, tabiî yapıyı bozmadan-incitmeden-zedelemeden, münâsip bir yerden bir asansör veya yürüyen merdiven mümkün olmaz mı? Bilemem dedim amm3a bilirim ki, istenilirse olur? Hem de bal gibi olur!..
Düşününüz, benim gibi değil, meselâ, her türlü sağlık şartı müsâit olmayan, hâmile olan, yaşlı olan kişilerin, mevcut şartlarda, Ihlara’yı doyasıya gezebilmeleri mümkün olabilir mi?
Hem maddî olarak ve hem de arazî yapısıyla ziyâretçilerin özel durumları sebebiyle...Düşünmeli, derim!..Ihlara’da, biraz daha tesisleşmek lâzım...İşimiz çok...Fakat inanın ki zor değil!..
Ürgüp-03-04 Mayıs 2019: Ürgüp’e ikinci gelişim. İkisinde de, şöyle dörtbaşı mâmûr diyebileceğim bir şekilde gezmem mümkün olmadı. Öyleyse, anladığım kadarıyla söyleyeyim: Ürgüp, Damsa Çayı kenarında kurulmuş başlıbaşına bir müze şehir!..Kayalara oyulmuş kiliseleri ve peri bacalarıyla bir başka dünyadır. Bir başka dünya şudur: Türkiye’nin hangi şehrine giderseniz bir başka değil bambaşka özellikleriyle karşılaşırsınız: Bizans, Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet Ürgüp’tedir.
Bâzısı, deniziyle; bâzısı, güneşin batışıyla; bâzısı, heybetli dağlarıyla; bâzısı, yeşilin her türünü barındıran manzaralarıyla...sizi celbeder, cezbeder ve yine cezbeder!..Tabiî ki, Ürgüp’te, Türk eserler de dikkat çekici!..Ancak...
Târihî dokuyu bozmadan çok ihtimama ihtiyacı var!..Bu açık hava müzesini çok iyi değerlendirmeliyiz!..Çok!..Çoook!..
Ve Torosların başı dumanlı kuzey zirvelerindeki bembeyaz karların gönül okşayıcılığıyla yepyeni güzelleri seyrederek Porsuk Köyü Alanbahçe Yaylası girişindeki İsmail Deliktas Ailesi Hayratı 2015 çeşmesinden sulannıp soluklandıktan sonra güneye doğru yol alıyoruz.
Tarsus Şelâlesi-04 Mayıs 2019 Cumartesi: Belki de dünyanın en güzel şelâlelerinde biri...Suyu bol, çağıl çağıl akıyor...Hangi cepheden seyretsen doyumsuz!..Şahane bir park fakat hizmet yetersiz!..Etraf bira şişesi, kâğıt ve her çeşit çöple dolu...Pis koku da cabası!!!
Tanıtım tabelasında, “Taşıdığı Alivüyonlarla Çukurova Deltasının ortaya çıkışında önemli rol oynayan Berdan Irmağı, Orta Toroslar’ın Güneydoğu yamaçlarından (Bolkar Dağları) doğan derelerden meydana gelmektedir. Seyhan ve Ceyhan ırmaklarının aksine Çukurova’da kısa bir yol kat ederek Akdeniz’e dökülür. Toplam uzunluğu 142 km. yi bulan ırmağı oluşturan derelerin en önemlisi ise, can, pamuklu ve Kusun dereleridir. Akdeniz’e dökülmeden önce Tarsus ovasında geniş yaylar çizen Berdan, (Antik Kydnos) aynı zamanda Tarsus’un kurulmasında önemli tercih sebebidir.” Denilmektedir.
Parkta; Karacaoğlan’ın bir heykeli ve parkı ortalayan bir yerde de bir sahne bulunmaktadır. Sahnenin önünde ise, bir bez üzerine yazılmış “Uluslararası Karacaoğlan Şiir Şöleni” levhası var. Hemen yanında, lâcivert boyalı bir WC...Fakat girmek mümkün mü? Hayır, berbat mı berbat!..Tarifi bile mümkün değil!..
Peki; bu nasıl “turizmcilik” demez misiniz?
Şu; sözü sık sık edilen “Milletlerarası Karacoğlan Şiir Şöleni” burada mı yapılmış ve nasıl yapılmış, hayret ettim!..Hayret de iş mi, utandım, utandım!..Bu helâlara kim girebilmiştir, bana kimse anlatmasın!..Tabiatın bize sundukları ayrı, onları değerlendirmek apayrı bir şuûr ve kültürdür...
Eshab-ı Kehf-04 Mayıs 2019 Cumartesi: Uzun senelerdir merak ettiğim yerlerden biri de Eshab-ı Kehf idi. Kur’ân-ı kerîmden okuduklarım ve halk ağzından duyduklarımla heyecanlanıyordum.
Nihayet, geniş merdivenleri çıktıktan sonra, küçük ve kıraç bir tepenin dibinde, ağaçlıklar içinde , iki minâreli ve kapısında “Tarsus Müftülüğü Eshab-ı Kehf ve Câmii” yazan çok tertipli-düzenli bir câminin hemen karşısında, dar ve uzunca bir mağara...
Mağaranın önünde, büyükçe ve renkli harflerle bir tabelanın başında “Tarsus Belediyesi” amblemi ve hemen altında , sırayla şu ifadeler bulunmaktadır:
“ -DİKKAT!
-Ziyarete İnerken Euzu Besmele Çekilip
-Selam Vererek
-Kimseye Rahatsızlık Vermeden,
-Mağarayı kirletmeden,
-Elektrik Kablolarına Dokunmadan
-Sessizce Dualarınızı Yapıp Çıkalım
Allah Ziyaretinizi Kabul Eylesin.”
Bu tabelaya bitişik ve tam mağara girişinde de şu yazı var: “BAŞINIZA DİKKAT EDİNİZ!”
Câmi avlusundaki panolarda da, Eshab-ı Kehf hakkında Kur’ân-ı Kerîmde geçen âyetlerden örnekler verilmekte bir panoda da “Ashab-ı Kehf Kıssası” Türkçe olarak anlatılmaktadır.
Buraya kadar her şey güzel!..
Câmi avlusu, oldukça geniş bir bahçeye sahip...Sözünü ettiğim gibi, boy boy ağaçlarla, çiçeklerle ve çimlerle de dopdolu...Fakat, gel gör ki, maksat, hedefine ulaşabiliyor mu? Kat’iyyen hayır!..
Bir defa; gelip gidenle, girip çıkanla ilgilenen hiçbir kimse yok!..Ne bir rehber, ne bir bekçi, ne de akla gelebilecek bir başka görevli...Mağara içi, ne olduğu belirsiz maddelerle kirletilmiş, neyin nerede olabileceğini işâret eden bir emâre de mevcut değil!..
Çok dar bir mağaraya giriyorsunuz...Herkes kendi kendine bir mantık yürütüyor ve ne olduğunu anlamadan çıkıyor. Denilebilir ki, panoda yazılmış ya!..Panoda yazılmış da, adam/ziyâretçi, bu mağarada “mezar” arıyor. Onların “makamları”nı bildiren bir işâret bir beyân da yok...
Bir diğer husus, câmi avlusunun/bahçesinin -bilmiyorum, belki de öyledir- piknik yeri olarak kullanılmasıdır. Çimenlerde sereserpe yatanlar, ızgara yapanlar, olur olmaz sözlerle birbirleriyle lâflayanlar...Yanık et kokusu, duman ve tertipsizlik ileri safhalarda...
Velhâsıl, güzelliklerin yanında büyük üzüntülerle ayrılmak varmış deyip, Eshab-ı Kehf’e vedâ edip Adana’nın yolunu tuttuk...
Adana- 10 Mayıs 2019 Cuma: Adana, çok büyük ve çok güzel bir şehir. Buraya ilk gelişim değil. Onu gezip tanımak için çok zamana ihtiyaç var. Verimliliği yanında, târih kokan bir şehir. Barajı, denizi aratmıyor. Kış-yaz, karlı Toroslar, onlarca kez geçtiğim Trabzon ardı dağlarla beni hemhâl ediyor.
Geçtiğim her yerde, ekili arazinin az oluşuna şâhit olunca dertlendim. Adana da öyle....Türkiye’yi değil, Adana’yla dünyayı besleriz. Fakat...Ârif Nihat Asya’yı hatırlıyorum...Adanalı değil ammâ Bayrak şiirini orada yazmış...ve bir başka şiiri daha var: Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor diye...Tıpkı Türkiye gibi, Adana da bir ‘rüzgar’ bekliyor yeniden derlenip toparlanıp canlanıp kükremek için!..
Cuma namazını Ulu Câmi’de kıldım.
Ramazanoğlularından kalma Ulu Câmi, diğer şehirlerimizdekiler gibi ihtişamlı. Ziya Paşa Parkı içinde bir külliye hâlinde yer alıyor. İnşaatına 1513’te başlanmış ve 1541’de Pîrî mehmet Paşa tarafından bitirilmiş. Tabiî, sonraki yıllarda tamirat geçirmesine rağmen, hiçbir şeyi bozulmamış târihî eserlerimizden biri.
Câmiyi biraz geçince “Ziya Paşa Büyük Şair ve Adana Valisi (1825-17.5.1880 Ruhuna Fâtiha” yazılı, Ziya Paşa’nın kabri bulunmakta. Tabiî ki, Büyük Saat Kulesi dâhil hepsi Ziya Paşa Parkı’nda. Tertemiz bir park ve târihî eserlere lâyık bir düzenleme içersinde.
Yalnız, kenardaki dükkânlar, ana yapıya uymamış.
Adana-11 Mayıs 2019 Cumartesi: Dedim ya, Adana’nın gezip görülecek çok yeri var. Bugün de, yanyana iki müzesini gezdik. Biri; Büyükşehir Belediyesi Adana Sinema Müzesi ki, böyle bir müzeyi ilk defa ziyâret ediyorum, beni çok etkilediğini söyleyebilirim.
Görüşü veya tarzı ne olursa olsun, ayrımsız, Adana’nın yetiştirdiği bütün sinema elemanlarınının değişik pozlarıyla takdim edilmiş. Çevirdikleri filmlerden afişler ve hayat hikâyeleri. Katları gezdiğiniz zaman, yaşadığınız dönemin sinema san’atçılarıyla yüzyüze geliyorsunuz. Tertipli, düzenli ve hâtıraları canlandırıcı.
Sinema Müzesi’nden sonra, hemen yakınında bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı Kürtür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ATATÜRK EVİ MÜZESİ’ni de büyük bir coşkunluk içersinde gezdim. Millî değerlerimizin ciddî, sistemli ve tertipli bir şekilde muhafazası çok önemlidir. Atatürk Evi Müzesi’nde de bunu gördüm.
Hem Sinema Müzesi ve hem de Atatürk Evi Müzesi, 19. Asra ait Osmanlı eseri olan binaların değerlendirilmesi suretiyle tahakkuk ettirilmiştir.
Şehir müzeciliğine çok önem vermemiz gerekir. Müzeler, kültür hazîneleri, kültür hâfızılarıdır.
Atatürk Evi Müzesi’nin girişinde şu ibâre yazılıdır: “Bende bu vakayiin ilk hissi teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adanada vücut bulmuştur.”
15-Mart-1923 GAZİ MUSTAFA KEMAL
Bu şu demektir ki, söz 1923’te söylenmiş olmasına ragmen, Gazi Mustafa Kemal, Samsun’a çıkmadan önce, Millî Mücâdele hareketindeki “ilk hissi teşebbüsü bu memlekette” düşünmüştür.
12 Mayıs 2019 Pazar günü sabah erkenden, Dörtyol-İskenderun üzerinden doyumsuz manzaralar eşliğinde Hatay istikametine yönlendik. İskenderun’da bir sâhil turu attık. M. Kemal Atatürk’ün, “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz.” Yazılı kaidenin önünden İskenderun Körfezi’ni temaşa ettikten sonra Hatay yolunu tuttuk.
Dörtyolu ve İskenderun’u ilk defa gördüğüm gibi Hatay’ı da ilk defa görecektim. Çünkü, burası, Atatürk’ün hasta yatağında iken anavatan topaklarına kattığı son Türk toprağıydı. Ne yazık ki, burada da çok az kalacak ve ancak bazı yerleri görebilecektik. Bir de şu var ki günlerden de pazardı.
Antakya câmilerinin en eskilerinden ve en büyüğü olan Memlüklu dönemi eseri kabûl edilen Ulu Câmi hâlâ şahlanışını sürdürüyordu.
Kunduracılar Çarşısı’ndaki 1768 târihli Ahmediye Câmisi de özellikli bir eser...Antakya, merkezden kenar mahallelere doğru gittikçe bütün Anadolu şehirlerindeki bakımsızlığa sahip..Bakımsızlık...Bizim baş düşmanımızdır!..Çünkü, temelinde ‘ihmâl’ yatmaktadır!..
Çok öğdükleri Harbiye Şelâlesi gerçekten hârikalardan bir hârika!..Fakat...Gezip dolaştıkça ‘sâhip olma, değer bilme, korumak’ bu mudur, diyorsunuz. Bu yer ancak bu kadar bakımsız olabilir...
Defne Belediyesi’nin çok güzel bir Atatürk Parkı var..Bir de, temizliğe alışabilsek...Hani, “Temizlik îmândandır” diye köşe bucak yazıyoruz da, Peygamber Efendimiz (s.a. v)’in bu emrine hiç de dikkat göstermiyoruz desem yanlış olmaz.
Bir de şu var: Tıpkı Adana’da şâhit olduğum “Suriyeli sığınmacılar”, - tabiî ki, Türkiye’nin hemen hemen her şehrinde olduğu gibi, Hatay’a büyük sıkıntılar yaşatmaktadır. Her şeyden önce, ‘sosyo-kültürel uyumsuzluk”, davranış bozukluğu, sokaklarımızda olduğu kadar yaylalarımızda ve sâhillerimizde de büyük tahribatlara yol açmaktadır. (Bu hususta, 08 Eylül 2017 tarihinde wwkapsamhaber.com’daki “Türkiye’deki Suriyeliler” başlıklı makalemin okunması istirhamımdır).
Çok güneşli bir havada Hatay’dan ayrılıp, akşam üzeri, bir gece kalacağımız Kahramanmaraş’a geldik. Maraş’ın gönlümdeki yeri ayrıdır. Memleketim Trabzon’da Maraş Caddesi, Maraş’ın da en geniş caddesi Trabzon Caddesi’dir. Bunun da ötesinde, Türk şiirinin ve tefekkürünün zirve isimlerinden Necip Fazl’ın, hiciv şiiri ustamız Abdurrahim Karakoç ve kardeşi Bahaettin Karakoç ağabeyimin memleketidir.
İnsanı lâtif sözlü, kibar ve misâfirperverdir. Sokakları tertemizdir.
TARİHÎ MARAŞ ÇARŞISI (SUK-I MARAŞ), her şeye değer bir mekândır. Anlatmaktan ziyâde, gezilmesini tavsiyeyi uygun bulurum. Çünkü; esnâfının nezâketiyle ve tarihî hüviyetiyle bu çarşı, görülmeye değer nâdirlerdendir. Ancak, bu çarşısın kapısında, beni, birçok şehirlerimizde de rahatsız eden bir durumla karşılaştım. Bu muhteşem çarşı, sanki, daha yeni yapılmış gibi kapısında (2013) yazılıdır.
Halbuki, çarşı içinde, Dulkadiroğlu İlçesi sınırları içersinde ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı İklime Hatun Camii var ki, künyesinde şöyle yazılıdır: “İklime Hatun Câmii ve Türbesi-Alaüddevle Bey’in oğlu Emir Şahruh’un Kızı İklime Hatun tarafından 1547 yılında yaptırılmıştır.”
Bu Câmi ve Türbe, 2007’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tamir ettirilmiş...Künyesi, mâzîsiyle birlikte değerlendirilmiş...Tabela, işte böyle olmalıdır!..
1547 nere, 2013 nere demeyelim mi?!
Ertesi sabah yâni 13 Mayıs Pazartesi günü, nihâî hedef Samsun olmak üzere Sivas’a yollandık. Tabiî ki, ancak birkaç mekânı gezip görme imkânımız oldu. 40-45 yıl evvel geçtiğim Sivas’ın, her şehrimizin olduğu gibi, gönüllerimizde ayrı bir yeri vardır. Millî Mücâdele’nin başlamasındaki önemi yanında, oralı olan dostlarımızın da oluşu beni ayrıca Sivas’a bağlar.
Âşık Veysel ve Yavuz Bülent Bâkiler, bunlardan âdece ikisidir.
Ne yazık ki, temizlik, birinci derecede önem vermemiz gereken bir tavır olmasına rağmen, değiliz!..Çifte Minare hayran olduğum bir mekândır. Fakat çevresi hiç de hoş değil...Hele, Ramazan ayı’na mahsus ‘insan doyurma faaliyeti’ için kurulan çadırları hiç sevemedim.
“T. C. Sivas İl Müftülüğü Burciye Medresesi M. 1271” yazılı Selçuklu eserinin tanıtım levhası zor okunan bir yazıyla yazılmış. Burasının bir “İlim ve Kültür Merkezi” olduğu da yazılmış...O tarafını bilemem ammâ ilk bakış çok önemlidir. Silik yazı düzeltilmelidir!..
Câmiden, Erkek Lisesi olarak faaliyet gösteren Sivas Kongresi’nin topladığı binaya geçtik ve orayı gezdik.
Girişinde: “SİVAS KORGRESİ-ERKEK LİSESİ-4 EYLÜ L 1919” ve bu yazının altında ise; “CUMHURİYETİN TEMELİNİ BURADA ATTIK-K. Atatürk” yazısı bulunuyor.
Binanın içi, döneminin bütün câzibesini ortaya koyuyor ve heyecan veriyor. Kamerayla denetim sağlanıyor. Ve insanın içinden, niçin, diğer tarihî eserlerimize de bu hassasiyetle ihtimam göstermiyoruz, demek geçiyor.
Kültür ve tabiat varlıklarını korumak, her şeyden önce, ‘vicdânî’ bir mes’uliyet ve tavırdır. Kaldı ki, bunları, bizzat, korumakla ‘mükellef’ olanların hiçbir mâzeret üretmeye, asla ve kat’a, zerrece hakları yoktur.