Mukaddes kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm'de, Rûm Sûresi'nin 22. âyetinde Allahü teâlâ meâlen şöyle buyurur: "Gökleri/semâları ve yeri/arzı/yeryüzünü yaratması ve dillerinizin/lisânlarınızın ve renklerinizin/benizlerinizin türlü türlü/çeşit çeşit/farklı farklı/değişik/muhtelif oluşu da yine o deliller/âyetlerindendir."
İnsanoğlu; âileyle başlayan sosyal hayatının idâmesi için, ilkin, hareketlerin ötesinde 'bir anlaşma vasıtasına' ihtiyaç duyar. Allahü teâlâ, başka varlıklara vermediği bu nimeti, insanoğluna "lisân" olarak vermiş, lisânı da, sâdece basit ihtiyaçlarımızı temîn için değil, ilmî faaliyetlerde de kullanabilmek için 'akıl yoldaşı' etmiştir.
Peygamber Efendimiz: "Aklı olmayanın dîni de yoktur" buyurmaktadır. Yani, aklı olmayan, dînen mesûl ve mükellef değildir.
Peki; lisânsız, dîn olabilir mi?
"Dillerimiz/lisânlarımız ve renklerimiz/benizlerimiz farklı" olduğuna göre, dînimizi öğrenmede, en mühim vasıtanın lisân olması, dînin, onsuz olamayacağı demek değil midir? Çünkü dîn; lisân ile öğrenilir, anlaşılır, icrâ edilir ve dîğer insanlara anlatılır.
Hucurat Sûresi'nin 13. âyetinde, insanların "şube şube ve kabileler" hâlinde yaratılmış olması, yine "Soylarınızı biliniz. Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir. " hadîs-i şerîfleri, bize, "kavmimize ve lisânımıza" sâhip çıkmamızı emretmektedir.
Demek ki, mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerîmin ve Şanlı Peygamberimizin emrettiği husus, herkesin mutlaka bir soyunun/kavminin/milletinin olduğu ve buna bağlı olarak da konuştuğu ve yazdığı bir lisânı bulunması gerektiğidir.
Öyleyse, kimseyi hor görmeden, kendi milletimiz olan Türk Milleti'ni sevmeyi ve onun lisânı olan Türkçe'yi ileri seviyelere taşımayı dînî ve millî bir vazîfe kabûl etmek mecbûriyetimiz vardır.
Bu bakışın ışığında, Türkçe'yi sevmemiz, koruyup kollamamız ve geliştirmeye çalışmamız, kişi olarak bizlere yüklenmiş bir mes'ûliyet ve mükellefiyettir.
Son zamanlarda, "tek millet-tek vatan-tek bayrak-tek devlet" diye bir görüş değil, bir s(ı)logan ortaya atılmıştır.
Millet olabilmek için, birinci şartın, "lisân"ın şartı olması gerekir. Çünkü; emir böyle!.. Meselâ; Azerbaycan Türkleri ile, tek vatana sahip değiliz ammâ tek milletiz. Bütün Türk illeri için durum böyledir. Bugün Araplar’ın yirminin üstünde vatanı, bayrağı, devleti vardır ammâ tek lisânları yâni Arapçaları vardır. Onları millet yapan yegâne unsur Arapça'dır.
Arap devletlerinin bayraklarındaki renklerin aynı olması bir şeyi değiştirmez. Türk Dünyası'nda da, her devletin kendi bayrağı, kendi coğrafyası/vatanı ve kendi devleti vardır.
Hatta, devlet olamamış milletler de vardır. Demek ki, "bu millet, azîz millet, bu azîz millet, milletimiz, benim milletim, milletim nev'i beşer..." gibi, ismi söylenmemiş âfâkî sözlerin bir şey ifade etmediği bilinmelidir.
Şimdi, mevzûmuza "sosyoloji"yi dâvet edelim. Kişi; ana-baba, hattâ zaman zaman dede-nine yâni âileden "ana-dil" mes'elesine girişelim. Çocuk, anne kokusundan diline ulaşan en mübârek bir varlıktır. Cemiyetin temelidir. O, en çok vakit geçirdiği -sâdece doğum sonrasını değil öncesini de düşünelim- annesinin her dudak hareketini tâkîptedir. Bu tâkîp devamlıdır. Ninni, onun, bir şekilde alt şuûrunu işler. Fakat, göz yâni bakış ve dudak yâni söz/kelime, onu şekillendiren, çocuğa istikamet tâyin ettirici yegâne iki unsurdur.
Âile; cemiyetin, ilk ve en alt birimi ve birliğidir. Millî kültürün de en mühim yapıcı temel unsurudur.
Böylece, cemiyet, âile mensuplarıyla önce âileyi teşkil etmeye ve şekillenmeye başlar. Cemiyetin ilk teşkili veya ilk cemiyet teşkili buradadır. Burası yâni âile, birim birim/öbek öbek, sülâlelerden ve bunların kültür müşterekliğinin ana unsurlarından hareket ederek milletleşmenin yolunu açar.
Müşterek dil, işin esâsını üstlenir ve merhale merhale, günlük yaşayış hususiyetleri, millî kültürün ana mihverini meydana getirmeye başlar. Yemekten, giyime, düğünden cenâzeye v.s. kadar devam eder.
Mes'elemiz dil olduğuna göre; dilsiz/lisânsız, bu birliklerin mümkün olamayacağı üzerinde hassasiyet gösterilmesinin ehemmiyetini ifade etmek istiyoruz.
Çünkü dil; hem inşâcı/yapıcı ve hem de idâme ettirici yegâne millî birlik unsurudur. Dinimizi, tarihimizi, kültür değerlerimizi, matematiğimizi onunla öğrenir, şiirimizi, romanımızı, piyesimizi onunla yazar, mûsıkîmizi onunla dillendiririz!..
EDEBİCE DERGİSİ, SAYI: 22, BAHAR/2020