Milletlerin târihinde bâzı nirengi noktaları vardır. Çıkışta ve inişte, kopuşta-ayrılışta, yükselişte çöküşte, dâima bu noktalar üzerinde durulur; bu noktalardan harekete geçilir.
Türk târihi, dünya târihinde, târihî derinlik, coğrafî genişlik ve kültür ve medeniyet ihtişamı bakımından, en önde gelen birkaç tarihten biridir. Bugünün birçok devleti târih sahnesinde yokken, Türk milleti, onlarca asırlık ömründe, kaç devlet, beylik, imparatorluk görmüş/yaşamış bir millettir.
Muhakkaktır ki, zamanımızın Türk nesli, bunu iyi bilmeli ve her sahadaki, ilmî, siyâsî ve kültürel çalışmalarını buna göre tanzim etmelidir.
Bu sebeple; bizi/Türk milletini, sendeleten, savsaklatan, geri bırakan veya yükselten değerleri hattâ değersizlikleri iyi tahlil etmelidir. Bunun için; tam olmasa bile, kendi tarihi kadar, dünya milletler târihini de bilebilmeli; böylece, târih boyunca dostunu, düşmanını tanımalıdır.
Başlık olarak verdiğim “TÜRK-BATI KAVGASI/CELLÂDINA ÂŞIK OLMAK”, Süleyman Kocabaş’ın bugüne kadar yayınladığı sekseniki kitabından biridir. Şunu da hemen ifade etmeliyim ki, yazar Süleyman Kocabaş; bilhassa yakın târihimiz hakkında eser vermiş, gayretli bir araştırmacıdır.
Bu eserlerinden bâzıları şunlardır: “Ermeni Meselesi Nedir Ne Değildir?, Tarihte ve Günümüzde Türk-Yunan Mücâdelesi, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar Türkiye ve İngiltere, Avrupa Türkiyesi’nin Kaybı ve Balkanlarda Panislavizm, Vadedilmiş Toprak Filistin İçin Mücâdele Türkiye ve Siyonizm, Penceremizden Şarka Doğru Politikası Tarihte Türkler ve Almanlar, Kuzeyden Gelen Tehdit Tarihte Türk Rus Mücâdelesi, Paris’in Doğu Yolu’nda Yaptıkları Tarihte Türkler ve Fransızlar, Kendi İtiraflarıyla Jön Türkler Nerede Yanıldı?, Sultan II. Abdulhamid Şahsiyeti ve Politikası, Osmanlı İhtilâlllerinde Yabancı Parmağı, Türkiye’nin Canı Boğazlar, Tarihte Adil Türk İdâresi, Türkiye Nereye Gidiyor?...”
Süleyman Kocabaş; eserine yazdığı ÖNSÖZ’de, hâdiselerin hulâsasını şöyle yapmaktadır:
“Türklerin yaklaşık 5000 yıllık tarihinde, anavatanımız Orta Asya olup, merkez toprakları genelde Uygur-Ötüken bölgesi idi. Burada, milletimizin milletler arası kavgasında ilk mücâdelelerini verdiği milletler Çinliler ve Moğollar olmuşlardır. İkinci olarak kendileriyle mücâdele verdiğimiz milletler bu iki Doğu Milleti dışında Batı milletlerinden olarak Slavlar (Ortodoks Ruslar, Sırplar, Karadağlılar), Grekler (Ortodoks Bizans Yunanlılar-Rumlar), Frenkler (Genelde Katolik-Protestan Batı Avrupa milletlerinden Fransızlar, Cermen Almanlar, Cermen Avusturya), Katolik İspanya, İtalya’da Katolik Roma-Katolik Venedik Cumhuriyeti olmuştur.
(…) Günümüz itibariyle, “ezeli ve ebedî düşman” denilen Çinlilerle Müslüman Türk-Çin kavgası “Doğu Türkistan’da (Uygur bölgesi-Uygur Türkleri) Çin esareti altında bulunduğu hâlde bu ülke ile devam ederken, “Batı Türkistan”da (Türkiye-Oğuz Türkleri bölgesi-T.C. Devleti) Anglo Sakson (Amerikan-İngiliz emperyalizmi bileşkesi) ve Frenklerle (İngiliz adası hariç kıta Avrupası Hristiyan milletleri) arasında devam etmektedir. Bugün Çinler Uygur Türklerini, milli kültürlerini değiştirmeye yönelik “sosyal asimilasyon” ile yok etmeye çalışırlarken, Anglo Sakson-Frenkler bileşkesi de Oğuz Türklerinin ülkeleri Türkiye’yi işgal edemedikleri halde, “zihinlerini işgal etmek” suretiyle (Tanzimat’tan beri Batılılaşma etkisinde Türkiye’de milletimize yabancılaşma süreci) nihai tahlilde bizi inanç, kültür, örf ve âdetler olarak kendilerine benzetmek, yâni Çinliler gibi “sosyal asimilasyon”a uğratmak suretiyle yok etmek istemektedirler”.
Bizde, başlangıcından beri, maalesef, târih öğrenimi yeterli değildir. Şüphesiz ki, birileri çıkıp da, “Hangisinin öğretimi yeterli oldu?” diye bir soru tevcih etse, aynı cevapla mukabele etmemiz gerekir.
Evet, hangisinin? Elbette ki, hiçbirinin!..
Zîrâ, hâlâ, yerli yerine oturtulamamış, öğrenim usûllerini çağın/zamanın şartlarına göre tanzîm edememiş bir maarif sistemimiz mevcuttur.
Târih öğrenimi; bâzılarının sık sık söylediği ‘ezbercilik’ten dolayı değil, ‘rakam tarihçiliğine dayalı’ fakat ‘mukayesesiz’ ve ‘muhasebesiz târihçilik’ sebebiyle çıkmaza girmiştir. Târihten ibret noktasında, ‘tahlil’ yetersizliğimiz vardır.
Biraz daha açayım: Sık sık, “Ezberci sistemi bırakmalıyız” deyip duruluyor. Arkadaş; târihî hâdiseleri ezberlemeden nasıl hâlledeceksiniz? Şiir veya bir târîfi ezberlemeden olur mu? Fizikte, matematikte, kimyâda bir formülü, bir teoriyi ezberlemeden olur mu? Hukuktaki kanun maddeleri ezbersiz mi olur? Bu maddelerin yorumu/tahlili/analizi/mukayesesi ayrı bir husustur. Bunları birbirinden ayırmak lâzımdır.
Dînî, coğrafî, kültürel bir bahsi veya felsefî bir metni ezberlemeden olur mu?
Siz; bütün yaptıklarınızı, sâdece ezbere dayalı olarak yapar ve her seviyeli okulunuzda açık bir sistem uygulamaz/uygulayamaz, buna göre ayarınızı yapamaz ve “muhakeme”ye dayalı, “mukayese” ve “tahlil” gücünü harekete geçirici bir tarzı seçemezseniz, sâde kupkuru kelimelerde ve sahasına göre rakamlarda kalırsınız, avunur durursunuz.
Târih; bir tecrübeler ve ibretler mecmuudur. Bin, beşbin sene evvelki bir hâdise, bugün ile irtibatlandırılabilir/irtibatlandırılmalıdır. Böyle yapılırsa; târih, târih olur. Böyle yapılırsa, edebiyat, edebiyat olur. Hukuk, hukuk olur; adâlet tesisi daha kolay sağlanır!..
İşte, elimde, böyle bir kitap var. Bu kitabın kapağındaki tam başlık şöyle:
“Bir Medeniyetler Analizi ve TÜRK-BATI KAVGASI/CELLÂDINA ÂŞIK OLMAK-Yeni Bir Bilge Kağan Mesajı ve Çağrısı: “Ey Türk Kendine Dön!”
Evet, başlık bu!..Aslında, her şeyi hulâsa ediyor.
Avrupa içlerine kadar dalıp, sâdece Osmanlı-Türk Cihân Devleti olarak 22 milyon kilometrekarelik topraklara sahip olduktan sonra, Anadolu’da 783 bin kilometrekarelik âdeta haps olmamızın dış ve iç münasebetlerdeki beceriksizliğimizin faturası, bu kitapla, sözünü ettiğim “mukayese” ile gözler önüne serilmektedir. Ya diğer Türk Coğrafyaları?!
Gerek aynı coğrafyadaki Türkler olarak kendi içimizdeki çekişmelerimiz ve gerekse ayrı coğrafyadakilerle uyumsuzluğumuz ve irtibatsızlığımız devam ettikçe; adına ister Batı diyelim; ister, Batı’nın destekçisi Amerika ve İsrail diyelim, Çin gibi, Rusya gibi acımasız emperyalist güçlerle mücâdelemiz, tıpkı târih safhalarında olduğu gibi durmayacaktır.
İrili ufaklı, Sırp’ından, Yunan’ına, Suudi’sinden İran’ına kadar bu tedbiri elden bırakmadan, millî menfaatler çerçevesinde münâsebetlerin yürütülmesi şarttır. Herkesin bir ülküsü var da, bizim “Büyük Türkiye, Turan Ülkümüz” nerededir?
Son sözü yazar Süleyman Kocabaş söylesin istiyorum. Bilge Kağan’ın dilinden bir takdim yapıyor, buyrun bir bölümünü birlikte okuyalım:
“Hazinemiz boşaldı, dolduracağız” diyerek, “250 bin dolar (Amerikan parası) verip tarla, arsa ve ev vb. alan Anglo Saksonları, Frenkleri vb. T.C. Devleti vatandaşlığı vereceğiz” diyorsunuz. “Para ile vatandaşlık” olur mu hiç? Bu, “para ile vatanı satmak” demektir. Bu yolla, bütün tarlalarımızı, arsalarımızı ve evlerimizi Frenklerin zenginleri alıp, seni, topraksız, evsiz bırakacaklar. Belki de Frenkler bu yolla ülkende çoğalıp seni azınlık olarak boğacaklar. Evlâtların onların tarlalarında, öz vatanlarında keferelerin uşakları gibi çalışacaklar!..Tembel Türk uyan!..Hazineni, kefere parasıyla değil, çalış kendi alın terinle doldur!..
(…)Beylerimiz 2006’da “Yabancılara Mülkiyet Edindirme Kanunu” çıkarmışlar. Ben kağanınız olarak buna “Vatanımızı Frenklere Satma Kanunu “ diyorum!..
Gazetelerimizden okuyor öğreniyorum: Yunanlılar Trakya ve Ege sahillerinden, İtalyanlar, Muğla-Mersin illerimin arası Akdeniz sahillerinden, Fransızlar, Mersin ile İskenderun arası sahilden, Araplar Hatay ilinden, Yahudiler GAP’dan yâni Harran ovasından (Gaziantep ile Mardin illerim arası), İngilizler büyük ilim Türkiye ilimin her tarafından sürekli toprak satın alıyorlarmış!..
(...) Dünkü ilimiz Filistin’i böyle kaybetmedik mi?
(…)Çin ve Filistin örneklerinde olduğu gibi yarın çok geç olabilir!..Ey Türk Kendine Dön!..” (Sf. 150-154)
Târihimizin tatlı-acı sayfalarının okunmasını ve bundan, ibret alınmasını arzu ediyorum!..
Bilhassa, üniversiteli gençlerimiz, TÜRK-BATI KAVGASI’ndan öğreneceğiniz çok şey var!..
Türkiye, elbette ki, güçlü bir devlettir. Ancak, unutmayalım ki, sözünü ettiğimiz emperyalist devletler hem nüfus, hem de silâh bakımından çok üstündürler. Ayrıca; sinsi veya aleni “maşaları/uşakları/taşeronları” da fazladır.
Türkiye’yi merkez kabul edersek, bugün, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetleri müstakil oldukları hâlde, Batı Türkleri de, Kuzey Türkleri de, Kafkas-Hazar çevresi Türkleri de, Doğu Türkistan ve Orta Doğu Türkleri de, bu emperyalist çetelerin ikili ve zaman zaman da üçlü kıskacında bulunmaktadır. Hepsine, ‘alarm seviyesinde’ dikkat edilmelidir!..
Bütün bu hususlar düşünülmeli ve bu şuûrla, “Türk-Batı Kavgası” okunmalıdır.
(İsteme Adresi: Süleyman Kocabaş/0. 537 564 30 55)