Dünyâ, her geçen saniyede, yeni değişimlere uğruyor; yeni gelişmelere sahne oluyor. Türk milleti olarak, tarih boyunca, bu sahnedeki yerimiz, mevkimiz ve itibarımız mâlûmdur.
Türk Birliği’ne giden/yürünen/atılan her adım, ileri bir merhale ve hedefe yakınlaşma’dır. Târih, bize, bu birliklerin, nice muhteşemliklerini yaşatmıştır. Bu vesîleyle; 12 Kasım 2021 târihinde İstanbul’da toplanan Türk Devletleri Devlet Başkanları’nın bir araya gelmelerini çok önemli görüyoruz.
SSCB’nin dağılmasından sonra geçen 30 yıllık zaman içersinde yapılan bu 8. Zirve, “Türk Devletleri Teşkilâtı” adını almasına rağmen, ümit ediyorum ki, kısa zamanda, “Türk Birliği” adıyla, yeni bir hamleye girişecektir. Çünkü, bu, bu dönemde, Türk Dünyası için çok zarûrî bir ihtiyaçtır.
Türk Birliği mânasnda kullandığımız “Farsça bir kelime olan tûrân önceleri İranlılar’ın İran’ın kuzeydoğusundaki bölgelere verdikleri isimdi. Daha sonra Ural-Altay ve Fin-Macar halklarından oluşan ve Turan ırkı diye tanınan toplumların yaşadığı anayurdu tanımlamak için kullanılmıştır. Turancılık ise bu halkların birliğini savunan ideolojik ve siyasal bir terim hâlinde “uzak anayurt ideali” mânasında Macaristan’da XIX. yüzyılın ilk yarısında doğmuştur. Kavram, daha çok Macar siyasî kimliğini tehdit eden pancermenizm ve panislavizme bir tepki şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda 1910’da Turan Cemiyeti kurulmuş ve 1944 yılına akadar sürmüştür. Bu çerçevede XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Macar bilim adamlarının yaptığı Türkoloji çalışmalarında Macaristan’da Türkler’le akrabalık tezleri dahi geliştirilmiştir.
(...) Turan kavramı Osmanlılar’da ilk defa, 1786’da Buhara hükümdarına gönderilen ve Ruslar’a karşı birlikte hareket edilmesi teklif edilen bir mektupta geçer. Ancak turancılık, Osmanlı Devleti’nde XIX. Yüzyılın ikinci yarısında gelişmeye başlayan Türkçülük hareketinin bir sonucu olarak pantürkizm ile eş anlamlı, bütün Türkler’in birleşmesi şeklinde Türk siyasî ve edebî literatürüne girmiştir.
Pantürkizm panislavizme karşı bir tepki hâlinde Rusya’daki Türk aydınları arasında doğmuş, özellikle Hüzeyinzâde Ali (Turan) ve Akçuraoğlu Yusuf vasıtasıyla Osmanlı-Türk kamuoyunda tanıtılmıştır. “ (Bknz. Prof. Dr. Yusuf Sarınay, Turan, islamansiklopedisi.org.tr/turan)
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, birçoklarının karşı oluşlarına değil; bu mukaddes dâvaya karşı, tıpkı birer emperyalist sözcüsü hatta militanı gibi ‘direnişleri’ne rağmen, şu anda geldiğimiz safhada, Turan ülküsünü hazır bulmuş gibiyiz ve geçmişte, bu mücâdeleyi verenlere şükran borçluyuz.
Gaspıralı İsmail Beğ (21 Mart 1851-Eylül 1914)’in, “Dilde birlik, fikirde birlik, işde birlik” düşüncesinin katettiği mevkiyi iyi tahlil etmeliyiz.
“Dilde birlik”; Türkçe birliğidir. Defalarca ifadeye çalıştığım, “Türk Dünyâsı Türkçesi”, birinci hedefimiz olmalıdır. Müşterek alfabe, müşterek lisan, müşterek târih şuûru ve müşterek millî kültürün şahlanışına emin adımlarla yürünmelidir. Türkçe; yabancı kelime istilâsından ve uydurukça baskısından kurtarılmalıdır.
“Fikirde birliğin temeli”, Türk dilinin güzelliğine ve zenginliğine dayalı olan Türk milli kültürünü cihânşümûl yapma gayretidir. Devlet olmuş veya olamamış bütün Türk illerinin bu bağlarla birbirlerine tutunması hamlesidir. Her nerede mâğdur, mâsûm ve zulüm altında bir Türk var ise, onun yanında bulunma emelidir.
Bugün, Kerkük büyük sıkıntıdadır. Bugün, Kırım aynı hâli yaşamaktadır. Bugün, Doğu Türkistan zulüm altındadır. Bugün, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, İran’a ve Orta Doğu’ya kadar pek çok yerde, Türk milletinin hürriyetten mahrûm yaşadığına şâhit oluyoruz.
“İşde birlik”, bir başka mecrâdır. Her Türk devleti, kendi coğrafyasında, kendi yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sâhip olarak, birbirleriyle yaptıkları/yapacakları siyasî, iktisâdî, askerî, ticârî müşterek hareket etme inisiyatifi kazanabilmelidir.
Öyle ki, zaman içersinde, ‘müşterek para birimi’ne bile yol aralayabilecek hamleler bu istişârelerden ve işbirliklerinden geçer.
Ziya Gökalp (23 Mart 1876-25 Ekim 1924); 22 Şubat 1910 târihinde, Selânik’te, Genç Kalemler Mecmûası’nda,Tûran şiirini yayınlar. Bu şiirin son iki mısrâsı bile, mes’elenin esasını büyük bir isâbet ve şuûrla ifade eder:
“Vatan ne Türkiye’dir Türkler’e ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; Tûran...”
Ülkü; “büyük ve müebbet ülkedir” artık!..Bunun adı da: Tûran’dır!..
Turancılık; çok tabiî, samimî ve haklı bir ülküdür ve bu ülkü, Türk milletinin her ferodinin nihaî arzusu olmalıdır. Buna karşı durmak, hangisi olursa olsun, doğrudan doğruya emperyal güçlerin isteklerine tabi olmak, onların arzuları istikametinde yürümek demektir.
Bu hususla ilgili olarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, 29 Ekim 1933 tarihindeki şu sözleri ibretle düşünülmelidir:
“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür...İnanç bir köprüdür...Tarih bir köprüdür...Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.”
Siyâsî olarak bu mes’eleyi ele alan ikinci bir devlet adamı da Alparslan Türkeş’tir. 1944 yılında, henüz genç bir üsteğmenken, Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarıyla birlikte, “Irkçılık-Turancılık Dâvası” münâsebetiyle mahkeme huzuruna çıkmış ve hâkimin bir sorusu üzerine şu cevabı vermiştir:
“Hâkim- Turancılık hakkındaki fikirlerinizi söyleyiniz?
Türkeş-Turan yâni Türk Birliği yalnız Asya’dakiler değil, bütün Türklerdir. Yâni ilmi mânasından başka olarak bütün yeryüzündeki Türkerdir. Yâni Türk Birliği yalnız Asya’dakilerle değil, Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki vesair yerlerdeki Türkleri de içine alan bir mefhumdur.
(...) Meselâ, 1917’de olduğu gibi, 1965’de veya 1999’da Rusya’da bir ihtilâl zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye Harp Endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur. Ve Türkiye’nin müzahereti ile bu birliğe doğru yürünebilir.”
Bütün zorluklara rağmen, 1967 yılında, SSCB’ni resmen ziyâret eden Başbakan Süleyman Demirel, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne giden ilk Türkiye Cumhuriyeti Türk Başbakanı olarak büyük ilgiyle karşılanmıştır.
Ne yazık ki, yıllarca, Türkiye dışındaki Türklerle irtibat kurmak bir yana, onlardan ‘söz etmek bile’ büyük tehlikeler arzediyordu ve hattâ yasaktı.
“Darbelerde Harbiyeli Olmak” adlı kitabımda yazdım: “Bilinmelidir ki, Turancılık, o dönemlerde suçtu. Zaman zaman komutanlık emriyle Genelkurmay’dan geldiği söylenen bir tamim sınıflarımızda ayakta hazırol vaziyetinde bize okunuyor ve aklımda kaldığına göre, onda, “Komünizm, ırkçılık, sosyalizm, irtica ve Turancılık” gibi akımlara kapılmamamız emrediliyordu.” (Bknz. M. Halistin kukul, Darbelerde Harbiyeli Olmak, Pankuş Yayınları, Ankara 2021, Sf. 112)
Sözünü ettiğim, “Turancılık suçu”, bundan altmış yıl öncesine, 1961-1963 yıllarına âittir.
Bugün, Türk milleti olarak, dünyanın neresinde bulunursak bulunalım, “büyük ve müebbet ülke” ülküsünü akıldan çıkarmadan, çalışmak mecbûriyetinde olduğumuzu bilmemiz gerekir.
“Turan ülküsü yâni Türk Birliği düşüncesi, hakîkî/gerçekçi/realist bir fikir’dir ve sâdece belli noktalarda ‘ilmî, kültürel ve siyâsî’ kıpırdanma beklemektedir. Ancak...
Ancak; mes’eleye, aynı hakîkatçılıkla/gerçekçilikle/realistlikle bakmak şarttır.”(Bknz. M. Halistin Kukul, Turan Ülküsü ve Türk Birliği, Samsuhabertv.com-30 Aralık 2020)
Bunun için ise; Türk dilini, Türk kültürünü, Türk coğrafyalarını ve Türk millî hedefini genç nesillere öğretici sistemi inşâ etmeliyiz.
Bunu istemek, elbette ki, yarının Türk gencinin hakkı’dır. Bunun için çalışmak ise, onun yegâne vazîfesi’dir!..