Bu başlık, bana değil, Millî Eğitim Bakanlığı’na aittir. Şahsen; “Türkçe Söz Varlığı” yerine, “Türkçe’nin Söz Varlığı” ifadesini tercih ederdim.
Esas söylemek istediğim bu da değildir. Mâdemki, Türkçe, niçin, F(ı)ransızca “proje” deniliyor? Seneler önceydi, Türk Dil Kurumu, “Yabancı Kelimelere Karşılık Bulma Komisyonu” kurmuştu da, yine, “Başlığında, F(ı)ransızca ‘komisyon’ kelimesinin bulunduğu bir heyet/kurul/kuruluş, yabancı kelimelere nasıl karşılık bulacak/bulabilir?” diye sormuştum.
Kaldı ki; “Türkçe, yazıldığı gibi okunan ve okunduğu gibi yazılan bir dil/lisân” olduğuna göre, en azından, bu “proje” kelimesini, niçin kendi hançeremizin emrettiği kaidemize göre, okuduğumuz gibi, yâni, “p(u)roje” diye yazmıyoruz?
Elimizi tutan biri mi var? Senelerdir yaptığımız bu teklifimizde bir kuralsızlık, terslik, yanlışlık, hedefsizlik veya uyumsuzluk mu vardır?
Millî Eğitim Bakanlığı’nın son açıklamasında (Bknz. Basın: 23. 06 2020), “2023 Eğitim Vizyonunun önemli projelerinden Türkçe Söz Varlığı ile çocukların hangi kelimeleri, hangi yaşta ne şekilde kullandığı, kitaplarda, yayınlarda bu kelimelerin nasıl yer almasının uygun olacağı belirlenecek” deniliyor.
Şu “vizyon” kelimesi de mi Türkçe’dir? Nedir bu “vizyon”? F(ı)ransızca kelimeleri ‘başlık yaparak’ hangi istikamete yürünüyor? Peki, “Türkçe’nin söz varlığı”nı nasıl tespit edeceğiz?
Bu konuda birçok yazı ve mülâkatım var ammâ, en azından, “Okul Kitaplarındaki Türkçe Hakkında” (Bknz. Kapsamhaber.com - 31.03.2016-23.35) başlıklı makalem, bu hususta, çocuklarımıza, Türkçe adına, hangi kelimelerin telkin edildiğini/okutulduğunu/; onları, yazmaya ve konuşmaya zorlandığını göstermeye yeter.
Şu da ifade edeyim ki, bu durum; sâdece okul kitaplarında değil, üniversiteye hazırlık kitaplarında da -tabiî ki, ilgili bakanlığın görüşüne uygun olarak- maksadından uzaktır. Bu hazırlık kitaplarından sâdece bir örnek sunuyorum: Kitabın adı: O’dan 10’a Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımlı Soru Bankası-tonguç 2020. Kitabın 28. Sayfasında, Ömer Seyfettin kendini şöyle anlatıyor: ”Hikâyelerim konularını tarihten, çocukluk ve askerlik anılarımdan, gündelik hayattan, fıkra ve efsanelerden aldı. Sürpriz bir sonla biten betimlemelere ve tahlile değil, olaya önem verdiğimden edebiyatımızda olay hikâyeciliğinin öncüsüyüm.”
Son cümledeki, F(ı)ransızca “sürpriz” ve uydurma “betimleme”, bu “söz varlığı”nın neresindedir?
Devamında, soruya geçiliyor ve şöyle bir bölüm veriliyor:”... öykülerinde: tutsaklık, zorla yapılan evliliklerin doğurduğu acı sonuçlar, Batı uygarlığı ile Osmanlı uygarlığı arasındaki farkların karşılaştırılması, kadın-erkek arasındaki ilişkilerde değişik ortamlarda gelişen evlilikler ağırlıklı olarak işlenen önemli temalardır. Bu dönemde, Batı edebiyatındaki pek çok eser tercüme edilmiştir. Olaylar çoğunlukla günlük yaşamdan veya tarihten alınmıştır. “ (Sf. 29)
Bu metnin, fikrî yönü bir tarafa, bilhassa, “öykü, uygarlık ve yaşam” kelimeleri, hangi “Türkçe söz varlığı’nın eseridir? Düşününüz, bütün Türk Dünyâsı, “hikâye, medeniyet ve hayat” diyor; biz ise, resmî kuruluşlarımız vasıtasıyla ve yaptığımız “p(u)roje”lerle bu birleştiriciliği bozuyoruz.
Meselâ; Bakanlık, “TRT Genel Müdürlüğü ile işbirliği yaparak, bir de, “Önce Türkçe Projesi” başlatmıştır. Yâni, “p(u)roje”ler peşpeşe geliyor. Bakanlık, bir başka açıklamasında da: “2. Sınıftan 12. Sınıf seviyesine kadar öğrencilerin yazılı söz varlığının tespiti... yazılı dile dayalı olarak kullandıkları sözcüklerin belirlenmesi ve sınıflandırılması...” ifadesine yer veriyor.
Hazırladığı okul kiaplarında, yabancı ve uydurma kelimeden geçilmeyen bir teşkilât, bunları tespit etmiş veya etmemiş ne hükmü olabilir? Kaldı ki, metinde geçen “sözcük” kelimesi bile, bu “söz varlığı’na ne kadar hassasiyet gösterilip gösterilmediği ve riâyet edilip edilmediği hususunda bir kanaat vermektedir. Kelime-i şahadet nasıl getireceksiniz, söyler misiniz?
Peki, kanaat dediğim nedir? Dikkat buyurunuz: Önce, siz, Bakanlık olarak, okul kitaplarını uydurma kelimelerle doldurun, ondan sonra da, “2. Sınıftan 12. Sınıfa kadar”, onların “yazılı söz varlığı”ndan bahsedin. Ne âlâ!!!
Meselâ; bütün kitapların ilk sayfalarındaki “editör” kelimesini kaldırınız. Meselâ; “Eğitim Materyalleri Geliştirme Editörleri”nin Türkçe’sini yazınız. Meselâ; “şiirsellik” veya “çizgisellik” ne demektir, bir târîfi ediniz. Meselâ; İstiklâl Marşı’mızın ana unsurlarından olan “hür” ve “hürriyet” kelimelerinin, ne hâlde bulunduklarını, uydurma “özgür” ve “özgürlük”le nasıl ifade edilebileceğini söyleyiniz!..Hele hele, bu iki kelimenin, Türkçe’nin hangi kaidesine uygun olarak ‘türetildiğini’ açıklayınız.
Öz-mek’ten mi, yoksa gür-mek’ten mi?
Meselâ; Atatürk: “Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur.” MU demiştir, yoksa, “Her fert, dinini, diyânetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir.” Mİ, demiştir? Hangisini demiştir?
Bilge Tonyukuk’un, Yollug Tigin’in, Orhun Kitâbeleri’nde; Yûnus Emre’nin, şiirlerinde defalarca kullandığı “kişi “ ve Ziyâ Paşa’nın,
“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
Mısrâlarındaki “kişi” ve “şahıs” kelimeleri ne çabuk eskidiler (!) ki, bu “birey” denen ucûbeyi Atatürk’e bile kullandırıyorsunuz!..
Soruyorum: Kâşgarlı Mahmud ne yapsın? Karamanoğlu Mehmet Beğ ne yapsın? Âşık Paşa, Gülşehrî, Ali Şir Nevâî...ne yapsın?!
Yahya Kemâl ne yapsın? Mehmet Âkif ne yapsın? Necip Fazıl ne yapsın? Bahtiyar Vahabzade ne yapsın? Mehmet Kaplan ne yapsın? Necmettin Hacıeminoğlu ne yapsın? Nihad Sâmi Banarlı ne yapsın!!??