"Akıllı güç" kavramının etrafına açmaya çalıştığımız küçük parantez, tahminlerimizin hayli ötesinde karşılık buldu. Son on günde, meslektaşlarım ve dış politika meseleleriyle yakından ilgili arkadaşlarımla bu ilginin sebeplerini tartıştım. Birçok noktada farklılıklarımızı korurken, bazı konularda mutabık kaldık. Neredeyse herkes, Türk dış politikasının çok sancılı bir süreçten geçtiğini düşünüyor. Sıkıntının pratik ve teorik boyutları bulunduğu hususunda da genel bir uzlaşma var. Terazinin hangi kefesinin ağır bastığı sorusu ise safları ayırıyor.
Faturayı pratikteki eksikliklere kesenler, engellerle dolu yolda ilerleyen bir arabanın hareketlerini örnek gösteriyorlar. Hızlandığı sırada karşısına çıkan kasislerden kaçmaya çalışan şoför, direksiyonu aksi istikamete doğru mümkün olan en keskin biçimde kırıyor. Kasisler ard arda dizildiği için her savruluş öncekilerden daha riskli hale geliyor. Şoförün zihninde, direksiyonu düz tutabilme zorunluluğunun diğer tüm kaygıları bastırdığı bir korku atmosferinden söz ediyoruz. Arabadaki yolcular, nefeslerini tutmuş vaziyetteler. Sürücü tekniklerine dair bir tartışma başlatmaya henüz hazır değiller. Ancak bu, hiç olmayacakları anlamına da gelmiyor.
Teorik yönelişlerdeki sapmalardan şikayetçi olanların çoğu ise kendilerini söz konusu panik havasından kurtarmış vaziyetteler. Sıralanan mazeretlerle tatmin olmuyorlar. "Medeniyet" vurgusunun retorikten ibaret kaldığını, Batılı aklın Türk dış politikasının gramerindeki merkezi konumunu koruduğunu söylüyorlar. Dikkate değer kısmının aradığı şey, sorunlarımıza medeniyetimizin ölçülerini de veri kabul eden bir akılla çareler üretecek özgün kavramlar manzumesi.
***
"Erdemli güce" dikkatimi çeken arkadaşım yürüttüğümüz tartışmaya yön veren temel parametrelerin farkındaydı. Kavram, cumhurbaşkanımız tarafından Harp akademilerinde verdiği konferansta akıllı güce alternatif olarak telaffuz edilmişti. İsmini de, Farabi’nin ünlü eserinden alıyordu. Konuşma metnini incelediğimde önce değişik güç tariflerinin kuvvetli ve zayıf yönleriyle tahlil edildiğini, ardından da bunların yetersizliklerinden bahisle yeni bir teklifte bulunulduğunu gördüm.
Konuşmada yumuşak gücün ancak ciddi bir askeri yapılanmayla beraber etkin biçimde kullanılabileceğini ifade eden satırlar, mevcut gündemimiz bakımından önemli: "...Çağımızın tehlikelerinin değişen şartlarına ayak uyduracak şekilde daha etkin, çevik, dinamik, vurucu ve esnek bir silahlı kuvvetler yapısı, belki her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır... ...güvenliğin idamesinde “yumuşak güç” olgusu olarak adlandırılan bu parametreler de “askeri güç” unsurunun yanına eklenmiş bulunmaktadır..."
Cumhurbaşkanımız, bu ikisi arasında şartlara göre oluşacak denge ve destek ilişkisini ifade eden akıllı gücü ise Anglo-Sakson pragmatizminin ürünü kabul edip yetersiz buluyor. Ünlü Türk düşünürüne atıfla teklif ettiği erdemli güç kavramı;"güvenliğin sadece askeri/siyasi boyutuna değil, adalet ve beşeri değerler veçhesine de aynı derecede önem verilmesini" gerektiriyor. İnsan hakları ve adaletin altını çizen erdemli güçle diğerleri arasında çok temel bir fark var. Sert, yumuşak ve akıllı kategorilerinin hiç biri ulusal çıkarların tarif ediliş biçimine dokunmuyor. Sadece bunlara ulaşmak için en uygun araç olma iddiasını taşıyorlar. Erdem vurgusu, ulusal çıkarların içinden tanımlanması gereken yeni bir meşruiyet çerçevesi belirliyor: "Demokratik bir yönetim, kendi halkı tarafından adaletsiz, haysiyetsiz ve aşağılayıcı olarak algılanan hiçbir dış politikayı uygulayamaz." Gelişmiş bir demokrasiyi ise diğer yönetimlerden "ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğü ile farklılıklara hoşgörü" ayırıyor.
Konuşmada, ana özelliklerine işaret ettiğimiz erdemli gücün muhatapları da sınıflandırılıyor. Siyasi/askeri sütunlar ile adalet/insani değerler arasındaki dengenin her zaman ikinciler lehine şekillenmesi gereken özel coğrafyaların bulunduğuna dikkat çekiliyor: "Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’daki halklarla kadim kardeşlik ve akrabalık ilişkilerimiz mevcuttur.Türkiye adeta bu bölgelerde yaşayan soydaş ve akraba topluluklar için bir ’ortak vatandır’."
***
Özetlemeye çalıştığımız tarzdaki teorik değerlendirmeler, ancak tutarlı uygulamalarla ete kemiğe büründükçe anlam ifade etmeye başlarlar. Bu yüzden biz de "akıl" ve "erdem" arasındaki farklılıkları somutlaştırmamızı kolaylaştıracak dış politika pratiklerine odaklanmalıyız. Zihnimizdeki problemle gazetelere göz attığımızda kenarda kalmış bir haber hemen dikkatimizi çekiyor. 13 Temmuz’da, dünyanın çeşitli ülkelerinden Ankara’ya gelen Uygur Kadınları’nın katılacağı "5.Uygur Kadınları İnsan Hakları ve Demokrasi Semineri"nin devletimiz tarafından ani bir kararla iptal ettirildiğini öğreniyoruz.
Uluslararası Uygur İnsan Hakları ve Demokrasi Vakfı’nın organize ettiği toplantı niçin yapılamadı? Muhtemel açıklamalar arasındaki en makulu, Çin devletinin baskıları sebebiyle seminerin iptal edilmiş olabileceği varsayımı. Eğer bu izah doğruysa, karşımızda şöyle bir manzara var demektir. Türkiye’nin Çin’den son dönemdeki en önemli siyasi talebi, Suriye meselesinde Esed’i destekleyen pozisyonunu değiştirmesi. Ankara, Esed rejimi ile arasını açan temel sorunun ülke içindeki insan hakları ihlalleri olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Pekin’i memnun edebilmek için ise insan hakları temalı toplantının yapılmasını engelleyerek, aralarında vatandaşlarının da yer aldığı bir grubun ifade özgürlüğünü kısıtlıyor.
"Akıllı" stratejinin önümüze yığdığı ironi yüklü tezatlar apaçık ortada. Erdemli gücün parametreleriyle meseleye baktığımızda ise şunları görüyoruz. Toplantı yasağı, yukarıda değindiğimiz üç temel ilkeyi de ihlal ediyor. Uygurlar, Türkiye için özel önem taşıyan topluluklar arasında yer alıyor. İptal edilen seminerin konusu insan hakları ve demokrasi. Ayrıca iptal kararı, demokratik bir ülkede hoş karşılanmaması gereken biçimde ifade ve toplantı özgürlüklerini kısıtlıyor.
Bu resme bakıp, "akıl" tarafından kısa vadeli çıkarlar uğruna "erdem"in canına okunduğunu söylesek abartmış olur muyuz? İtildiğimiz kapandan bir an evvel kurtulmalıyız. Bunun ise tek bir yolu var. Akla, erdeme olan ihtiyacını bıkıp usanmadan hatırlatmamız gerekiyor. Aksi takdirde her ikisine de zarar verebilecek bir gelecek yanıbaşımızda duruyor.