Mısır Devlet Başkanı Mursi’nin Adalet ve Kalkınma Partisi kongresinde yaptığı konuşma, yeniden inşâ sürecindeki Ortadoğu jeopolitiğini anlamaya çalışanlar için güçlü mesajlarla doluydu. Türkiye’de şaşırtıcı derecede az tartışılmış olsa da, Mursi’yle yürütülen temasların dünyada yakından izlendiğine emin olabilirsiniz. Pek çok çevre, Türkiye ve Mısır birlikteliğinin bölge dengelerini nasıl etkileyeceğini merak ediyor. İki ülkenin birbirlerini önemli alanlarda tamamlayabilecek imkanlarına bakıldığında, bu ilginin haklı sebeplere dayandığı kolayca fark ediliyor.
Türkiye’nin etkin hale geldikçe kendisiyle birlikte etrafını da dönüştüren potansiyelleri artık herkes tarafından biliniyor. Hiç şüpheniz olmasın; Kahire, değişim sürecini mümkün olan en az hasarla atlattığında Ankara’dan bile esirgenen övgülerle anılmaya başlanacak. Mısır halkının kötü yönetim sebebiyle düçâr olduğu yaygın fakirlik manzaraları kimseyi yanıltmamalı. Tarih boyunca zenginlikleriyle anılan bu ülke, petrol ve doğal gaz dahil olmak üzere hızla kalkınmak için gerekli kaynaklara sahip.
Ayrıca diplomasiye geri dönen Kahire’nin, yalnızca Kuzey ve Orta Afrika’dan Arap Yarımadası, Suriye ve Irak’ a uzanan coğrafyada etkin olmadığını da zamanla fark edeceğiz. Mısır’a Sünni Arap dünyası ile sınırlı bir oyun alanı varsaymak çok yanlış. Günümüzde Batı dışı coğrafyalardan yükselen ekonomiler küresel forumların en gözde konu başlıkları arasında. Söz konusu ülkelerin dikkate değer bir kısmı, Soğuk Savaş yıllarında meşhur Bağlantısızlar hareketine mensuptular. Mısır, önemi dünya ekonomisi ve politikasının yeni bağlamları sebebiyle tekrar artmaya başlayan bu yapının kadim ve etkin üyelerinden biri.
Mursi’nin öncelikle ziyaret ettiği Çin ile Mısır arasındaki ilişkinin az bilinen bazi kısımları, altını çizdiğim diplomatik mirasın değeri hakkında fikir verebilir. Resmi istatistikler farklı şeyler söylese de Çin nüfusunun yaklaşık % 10’unu Çinli müslümanlar oluşturuyor. Pekin, büyük çoğunluğu Sünni olan bu kitlenin dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere Türkiye ile temâsına Doğu Türkistan meselesi sebebiyle izin vermiyor. Şimdiye kadar gösterilen en önemli adres Mısır oldu. Ortadoğu’daki dalgalanmayı yakından izleyen Pekin, iç huzuru bakımından altın değerinde gördüğü bu güven ilişkisini sürdürmek istiyor. Türkiye’nin Uygur Türkleriyle bağlarını da bu fotoğrafa ekleyin. Hafta sonuna üst perdeden ilanını izlediğimiz eksenin aslında Çin’i “içerden” Ortadoğu’ya bağlayan ana köprübaşı olduğunu fark edeceksiniz. Kahire ve Ankara, birlikte sahip oldukları bu ağırlığı Suriye gibi meselelerde kullanamazlar mı?
Dahası da var. Türkiye-Mısır yakınlaşması, Ortadoğu’yu bölge içi dinamikler bakımından kabaca üçlü bir dengeye oturtuyor. İran ve İsrail’in diğer kutupları temsil ettiği bu denklemde Ankara ve Kahire, aşırılıkları törpüleyen, sorun çözücü/düzen kurucu adımlar atabilirler. Yeni eksenin potansiyelleri gerçekten göz kamaştırıcı. Ancak maalesef madalyonun diğer yüzünü de unutmamalıyız.
Öncelikle Mısır’ın değişimini tamamlaması ve iç istikrarını kazanması gerekiyor. Bu ise içerden ve dışarıdan manipülasyonlara açık, gayet çetin ve kırılgan bir süreç. Mursi, bir yandan kendini destekleyen kitlelere fakirlikten kurtulacakları yolu göstermek, diğer taraftan ise eski rejimin kalıntılarıyla uğraşmak zorunda. Yeni Mısır’dan rahatsızlık duyan komşular ve diğer aktörlerin muhtemel hamleleri ise cabası. Buna, dış politikada aktiflik kazandıkça Mısır’a musallat olabilecek, örneklerini Nasır döneminde gördüğümüz liderlik psikozunu da eklemek lazım. Ayrıca, ilişkinin diğer ucunda yer alan Türkiye’nin sıcak deneyimleri, bölgedeki denge değişiminin nasıl bugünden kolayca öngörülemeyen karşı koalisyonlar yaratabileceğini gösteriyor. Kahire yakın vadede şu soruyu aklında tutmalı: Suriye krizine paralel olarak artan PKK saldırılarının Türkiye’de gördüğü işlev, Mısır bağlamına tercüme edildiğinde neyle karşılaşılır? Tarih, umut vadeden geleceklerin kabusa dönüşmemesi için tek bir yol gösteriyor. Bizi gerçeklerle yüzleştiren cesur sorulardan korkmamak.