Gerek üniversite tahsilimde, gerek gençlik yıllarımda, gerek meslekî hayatımda ve gerekse emekli olduğum son 23 yıl boyunca, en çok üzerinde durduğum mes’elelerin başında, ‘gençlik ve kütüphâne’ gelmiştir.
Tabiî ki; sâdece kütüphâne değil. Bir çocuğun ve bir gencin, dershâneler dışında, kütüphânelerin hemen yanıbaşında, ehemmiyet vermesi/verdirilmesi gereken üç mekân daha vardır ki, bunlar, konferans salonları, laboratuvarlar ve s(ı)por sahalarıdır.
Yâni bir genç, kendisine; dershâne, kütüphâne, konferans salonu, laboratuvar ve s(ı)por sahalarını mekân tutmalıdır.
Bir okulun, hangi seviyeli olursa olsun, bunlardan mahrûm olması veya bunlardan birinde şu veya bu sebeple aksaklık içine bulunması, nezdimde, büyük noksanlık ve büyük kabahattır.
Bugün; ilk ve ortaöğretim okullarımızdaki bütün kütüphâneler âtıl durumdadır. Çünkü, sistem, okul içinde, çocukların, kütüphâneye gidip faydalanmasına müsait değildir. Dersler öylesine yüklü ve sıkışıktır ki, bir teneffüs saatinde ‘nefes’ alabileceği bir dakikalık zamana bile ihtiyacı vardır. Zâten; teneffüs de, nefes’ten gelir.
Üniversitelere gelince, durum biraz daha farklıdır ammâ, ‘okumak’ cihetinde değil. Bir üniversite açılırken, önce ‘kafeterya’ veya “eğlence yeri” düşünülmektedir. Elbette ki, gençler, yorgun zihinlerle dersten çıkıp dinleneceklerdir. Elbette ki, her insanın arkadaşıyla sohbete, istişâreye ihtiyacı vardır. Fakat, umûmî olarak görünen ve uygulanan bu değildir.
Fakat, vize imtihanı dönemleri hâriç, çok da araştırmaya yönelik çalışmaların mevcut olduğu söylenemez. Kaldı ki, bu durum, yeni faaliyete geçirilen ve tabelâlarında sâdece üniversite yazan, yeterli öğretim elemanı bulunmayanlar için hiç de iç açıcı değildir.
Liseden îtibâren, üniversite zihniyetiyle/ilim yapma aşkıyla yetiştiremediğimiz ve yeterince okuma zevki veremediğimiz bu gençler, ister istemez, bu saydığımız mekânlardan uzak duracaklardır.
Kültür Bakanlığı’na bağlı İl Halk Kütüphâneleri de, arzu edilen seviyede kitap zengini değildirler. Her nedense, maarif sistemimiz, insanımıza okuma zevki ve alışkanlığı verememiştir/verememektedir. Hattâ, okumaktan uzaklaştırmıştır. Öyle ki, okumak denilince, âdeta kanımız donuyor.
Bunun yanında, belediyelerin kültür müdürlükleri de önemli işlere imza atmaktadırlar. Tabiî ki, işin ciddiyetini anlayanlar ve işin esasına vakıf olanlar buna el uzatmaktadırlar.
Daha önce, Türkçe’nin korunması adına, vatandaşları, yabancı kelimeli tabelâlara karşı mücâdeleye dâvet eden Samsun İlkadım Belediyesi’ni bu defa da kütüphâne hususunda gayretli görüyoruz.
Bu hususta, İlkadım Belediye Başkanı Necattin Demirtaş’ın sözleri, gönüllere ferahlık vermekte, ümit aşılamaktadır. Diyor ki: “Kütüphâne kültürünü çocuklarımıza aşılamak istiyoruz. Gençlerimize yapılacak yatırımın en önemli yatırım olacağının bilincindeyiz.”
“Kütüphâne kültürü” tâbiri çok hoş bir tâbirdir. Bunu, yerleşik hâle getirmek, başta millî eğitim ve kültür teşekküllerimizin birinci vazîfesi olmalıdır. Bilinmektedir ki; Türk milletinin olduğu gibi, bütün gelişmişliklerin temelinde “kitap”, esas ve yegâne unsurdur.
İlkadım Belediyesi’nin ana binasında yer alan kütüphânenin haftanın beş günü hizmet verdiğini açıklayan Başkan Necattin Demirtaş, ‘bir başka hedefi’ daha işaret ederek şunları söylemiş: “Gönül arzu eder ki, mahalle aralarında bu tür kütüphâneleri yaygınlaştırıp daha çok insana ulaşırsak daha iyi olacağını düşünüyorum.”
Bu görüş; “daha iyi”nin ötesinde, mükemmel’e koşmak olur!..
Mes’uliyet ve selâhiyet sâhibi bir kişinin, yaptıklarının yanında, böyle büyük bir “hedefinin de olması”, ne kadar hârika bir şeydir.
Türkiye, her mahallede bir kütüphâneye sâhip olduğu günlere ulaştığında, bilmeliyiz ki, her sahada istediği mesâfeyi elde etmiş, maksadını gerçekleştirmiştir, demektir!..