İnsan kendini ne kadar tanır varlığını, kimliğini, hüzünlere tahammül çizgisini, öfkeler, veryansınlar, benlik duygusu olması gereken kadar mı yoksa altın bir renk mi?
Evet, insan kendini altın renginde görebilir, parlak ve değerli. Ne hatasını kabul eder, ne eksikliğini. Onu yıpratan hayatın gerçeklerini başkalarını suçlayarak kendine kurbanlar arayarak çözeceğini zanneder.
Saygının olmadığı yerde tüm duygular ölüdür, insan saygı verdiğim kadar alırım der her nedense bilmez ki kişi kendinden, karakterinden ve sergilediği hal ve tavırlardan insani bir namzet olur.
Ego, zorbalık, "ben biliyorum seni dinleyemem", "ben liderim ben ne dersem o olur", "dünya benim etrafımda dönüyor sen ne biliyorsun" gibi birçok kendini bulduğunu ama bir girdabın içinde kayboluşunu asla görmez. Görmek istemez çünkü bazı insanlar lider olmayı sever, öğrenmek ve dinlemek yerine.
Herkesin farklı bir meziyeti ve kesinlikle bir diğer kişinin faydalanacağı bilgisi vardır.
İnsanlar yaradılış gereği eşit değildir, bir çiçek bahçesi gibi düşünün renk renk çiçekler, hepsinin rengi, kokusu farklı ama her biri bir amaca hizmet eder. Yorgunluk ve güvensizlik, dahası birbirini anlamayan bir toplum neden böyle, hiç sorduk mu?
Üstünlük ve yarış, maalesef maraton koşar gibi, kim kimden daha üstün yarışı. Kimse kendini tanımıyor, acaba arada sormalı mı birilerine, "biz nasıl biriyiz", bir ayna gibi kişinin en iyi gözlemcisi yakın arkadaşları veya dostlarıdır.
Saygı ne kadar veriyoruz, ne bekliyoruz, ne kadar seviyoruz, ne kadar erdemliyiz, dinleyici miyiz, arada bir nefes almalı mı, "ben kimim" diye. Beklenti içine girmek ve takdir edilme isteği fazlaca yorucudur. En önemlisi nefret, seviyormuş gibi yapmak var tabii, bir de. Sevmediğiniz, tahammül edemediğiniz insanları çıkarın hayatınızdan, samimiyetsiz bir ortam hayal kırıklığından öteye geçmez.
Kendi egolarınıza kimseyi dahil etmeyin. Bir yerde bir sorun varsa, birileri sizi sevmiyor, kaba, saba davranıyorsa, önce kendinize çevirin, eleyip artılarınızı, eksilerinizi, ondan sonra haklılık payınıza göre yönünüzü çevirin.
Kıskançlık, bir diğer sorunumuz da bu, bir ağacın gölgesinde dinlenmek yerine ağacı nasıl kuruturum düşüncesi, ve dahası, hem ağaçtan faydalanalım hem ağaca arada balta gösterelim, "sende işe yarıyorsun ama benim sana çok da ihtiyacım yok" gibi.
Neden bu insanlar arası bitmeyen üstünlük kavgası, ve "verdiğim kadar alırım", "sen yoksan ne olur" tavırları neden, gerçekten bunun cevabını çok merak ediyorum.
Üstün olmak neye göre, kime göre, bilmek ne kadar bilebilir ki bir insan, öğrenmenin sınırı var mı? Ruhumuz fakir, fukara mı, yoksa ücreti olmayan duygularda cimri miyiz? Velhasıl, önce kendimizi süzgeçten geçirelim; biz neyiz, kimiz, ne biliyoruz, nereye gidiyoruz, kusursuz muyum, insanlardan kendimi dinlemeli miyim.
Önce kendinizi keşif, sonra insanları keşif.
Yağmur birikintisinde ayaklarımız ıslandı diye yağmuru suçlamak yersiz ve egoistliktir.
Kimsenin bir şey bildiği yok, herkes birbirine ayna gibi bakmalı, yola devam etmek elinizde ama birilerini ezerek, "ben mükemmelim" diyerek yol almak, yolda kalmak ve yok olmaktır...