Manalar, maddi alemlerde lafız ile belirgin hale gelir. Yani manaların cesedi lafızlardır. Bu yüzden ekseri manalar, bir lafız elbisesini giyerek maddi aleme nüfuz ederler.
Üstad'ın ifadesi ile bazı manalar vardır ki, bunlar boşlukta ve belli bir lafzın zimmetinde değildirler. Bunların belli bir lafız kalıbı, belli bir özel konumları yoktur. Anonim gibi gezici ve muallaktırlar. Ama her lafza girip çıkma hürriyetindeler.
Bazı lafızlar bu anonim ve gezici manaları kehribar gibi kendine çeker, kendi bünyesinin derinliğinde saklayabilirler.
Bazen de bir cümleye, bir paragrafa hatta koca bir kıssanın içine gizlenirler, akıl ilk bakışta bunu göremeyebilir. Ancak cümle ve paragraf ezdirilirse, yani iyice üzerinde düşünülür ve derinleşilirse, o saklanmış ve gizlenmiş manalar anlaşılır ve açığa çıkar.
Nasıl bir meyve ezilince içindeki öz çıkar ve damlar, aynı şekilde cümle ve kıssa da iyice ezilirse, yani üstünde derin düşünülürse o anonim ve gezici manalar damlar ve anlaşılır.
Mesela aşıkların divanını, yani kitaplarını sıksan içinden aşk, feryat ve hasret damlar. Kelamcıların kitabını sıksan içinden akliyat çıkar, filozofların kitabını sıksan içinden karmaşa ve karamsarlık süzülür.
Bazen bir cümle ve kelam içinde çok manalar sıkışır ama herkes göremez...
Her mana içinde de yazanın, senin onlarca hissiyatı var.
Ama okuyanlar güzel hoş tatlı diye okur.
İnsan bir çok pencereli bir nesnedir.
Her pencerede ayrı görür ve görünür.
İnsan varlığı, kelamı, sevgisi ile
Her hissi ile ayrı ayrı mektuplar yazar, lem’alar yansıtır, şuâlar verir, vs:)
İşte insan muhatabını çözdü mü,
Onun birçok penceresinden dünyaya bakabilir.
Onun penceresinden görür, bu seferde insanların arzu ettiği beni anlayan güvenli biri modeli ortaya çıkıyor.
En mühim şey insanı okumak.
Ama incitmeden.
Sayfaları güzel çevirerek.
Aşkla, şevkle okumak.
Yorulunca dinlenmek için yine okumak.
İnsan fıtratı çok acayip ve mucizelerle dolu.
Misal
maddî, manevî olarak hoşumuza giden her şeye perestiş edebiliriz. Ancak neyi, ne hesabına, nasıl sevdiğimiz önemli.
Doğru olan hakikî muhabbetler ise, insana Allah’a yakınlık kurması için verilen sonsuz muhabbet duygusunun en şiddetli halidir aslında. Muhabbet yaratanı sevmektir. Allah, bizim her şeyi tanımamızı, sevmemizi istiyor. Çünkü yaratılan her şey güzeldir, sevilmeye lâyıktır. Hakikî muhabbet, Allah’ın rızasını esas aldığı için helâli gözetiyor yani güle talip olarak dediğin gibi.
En güzel şekilde kurulan yuvalar da, ebedî âlemlerde devam buluyor. Samimi muhabbetler. İlâhî aşka talip olarak, yarattığı her şeyi O’nun hesabına sevdiğimizde gerçek saadete ulaşacağız. Baki bir âlemde, baki bir yoldaş. Kim istemez ki değil mi?
Herkesler sen gibi dünyaya şiir gibi bakıp okusa...
Şiir gibi bu âlemi duysa,
Şiir gibi benimle muhatap olsa.