Kırılmak
Kırılmak, yalnızca camın çatlaması ya da dalın kopması değildir. Bir sözün, bir bakışın, hatta bir suskunluğun içinde saklı bir darbedir bazen. İnsan kalbi, taş kadar sert değildir; aksine, en ince çizikte bile derin yaralar açılabilir.
Bazen bir dostun ihmali, bazen sevgilinin unutkanlığı, bazen de hiç tanımadığın birinin hoyratça söylediği bir cümle... Her biri, yürekte küçük bir çatlak bırakır. O çatlak zamanla büyür, içimize sızan hüzünlerle derinleşir ve bir noktada tüm varlığımızı sarar.
Ama kırılmak, sadece zayıflık mıdır? Belki de değil. Çünkü kırılmak, insanın içindeki hassasiyeti gösterir. Bir şeyi önemsediğini, birine değer verdiğini, hayatın inceliklerini hissettiğini anlatır. Taşlar kırılmaz ama duygularımız varsa, biz kırılırız.
Önemli olan, kırılmayı öğrenmek ve onun içinde kaybolmamaktır. Çünkü her kırık, bizi yeniden inşa etmek için bir fırsattır. Yeter ki, kırılan yanlarımızı sevgiyle ve anlayışla onaralım.
Kırılmak, çoğu zaman bir son gibi görünür. Bir dostluk kırıldığında, bir sevgi incindiğinde ya da bir hayal suya düştüğünde, içimizde bir şeyler eksilmiş gibi hissederiz. Ama belki de kırılmak, bir şeylerin yeniden şekillenmesi için bir başlangıçtır.
Çünkü kırılmak, aynı zamanda fark etmektir. Beklentilerimizi, sınırlarımızı, bize neyin iyi gelip neyin zarar verdiğini… Bazen bir kırgınlık, bizi en çok yoran şeyden uzaklaştırır. Bazen de en saf duygularımızı ortaya çıkarır. Kırılmadan, incelikleri öğrenemeyiz.
Tıpkı kintsugi sanatı gibi—Japonların kırılan porseleni altınla onarması—biz de kırıldığımız yerleri bilgelikle, sabırla, sevgiyle tamir edebiliriz. Ve belki de en güzel yanımız, kırıldığımız yerlerden ışık sızdırmamızdır.
Peki, en son ne zaman kırıldın? Ve kendini nasıl onardın?
Kırılmak bazen sessiz bir çığlıktır.
Kimse duymaz ama insanın içinde yankılanır durur.
Bir sözle inciniriz, bir ihmalle eksiliriz, bir vedayla parçalanırız. Ama her kırılma aynı zamanda bir dönüşümdür.
Çünkü kırılan yer, kendini onarmayı öğrenir ve eski halinden daha güçlü olur.
Belki de mesele hiç kırılmamak değildir. Asıl mesele, kırıldıktan sonra nasıl ayağa kalktığımızdır. Çünkü her kırık parça, bize kim olduğumuzu hatırlatır. Kırıldığımızda içimize dönüp en derin duygularımızla yüzleşiriz. Kendimizi, neye değer verdiğimizi ve gerçekten neyin önemli olduğunu anlarız.
Bazı kırıklar zamanla onarılır, bazıları ise olduğu gibi kabul edilir. Bazen bir dostun samimi bir sözü, bazen kendi içimize yaptığımız bir yolculuk bizi iyileştirir. Ama en önemlisi, kırıldığımız yerde kalmamaktır. Çünkü hayat, her düşüşte yeniden doğrulmayı ve her kırıkta daha güzel bir şekle bürünmeyi öğretir.
Öyleyse soralım kendimize: Kırıldığımız yerden nasıl ışık sızdırabiliriz?
Kırıldığımız yerlerden ışık sızdırabilmek, belki de insan olmanın en güzel sırrıdır. Çünkü her yara, bize bir şey öğretir; her eksilme, içimizde yeni bir alan açar. Önemli olan, kırılmayı bir son değil, yeni bir başlangıç olarak görebilmektir.
Bazen bir kırgınlık, bizi özümüzle baş başa bırakır. Bir kayıp, bizi daha derin bir anlam arayışına iter. Bir hayal kırıklığı, belki de bizi yanlış yoldan çeviren bir işarettir. Yeter ki, kırıklarımızı inkâr etmek yerine onlarla konuşmayı öğrenelim.
Çünkü en güzel sanat eserleri, en büyük şiirler, en derin hikâyeler hep kırılmış ruhların elinden çıkar. Onlar, acıyı bir yük değil, bir renk olarak görmeyi öğrenmişlerdir. Tıpkı kintsugi sanatındaki gibi, kırıldığımız yerleri altınla doldurabilirsek, geçmişimizin izlerini bir utanç değil, bir zarafet nişanı gibi taşıyabiliriz.
Ve belki de asıl soru şudur:
Kırılmaktan korkarak yaşamak mı, yoksa her kırığın bizi daha güzel bir şekle sokmasına izin vermek mi?
Kıymetli yazar/şair Amine Çalışkan hocam güzel bilgilerinizden nasiplendik iyiki varsınız teşekkürler
Güzel bir çalışma olmuş tebrikler değerli hocam ????????????