Bazıları gider.
Gidişleriyle birlikte sesleri, suretleri, hatta bıraktıkları izler bile silinip gider sanılır.
Oysa hakikat öyle değildir.
Asıl kalanlar taşır gidenin yükünü, çünkü giden, ardında doldurulmaz boşluklar bırakır.
Ve her boşluk, bir hatıranın yorganına sarınarak çöker kalanın yüreğine.
Kimi giderken yalnızca kendini götürür, kimi ise kalanın içini de beraberinde sürükler. Fakat ne gariptir, giden hafifler, kalan ağırlaşır. Bu, zahir göze bir çelişki gibi görünse de bâtın ehline sırdır...
Gidenin yükü dünya idi, kalanın yükü aşk.
Giden, dünyevî bağlardan çözülüp gitmiştir belki; ama kalan, bir terk edilişte Mevlâ’yı daha çok arar hale gelir.
Varlığın ve yokluğun hakikatini kavramak isteyenler, gidenlere değil, kalanlara bakmalıdır.
Çünkü kalan, vuslata giden ayrılık yolunda sabrı öğrenendir.
Her bekleyiş bir zikir, her hüzün bir yakarış, her hatıra bir tefekkür olur onda.
Belki de bu yüzden, her dostlukta, her ayrılıkta bir "kalma" sınavı saklıdır.
Gitmek, bazen kolay olanı seçmektir. Kalmaksa, aşkın terbiyesinden geçip hikmeti yüklenmektir. Çünkü kalana, sadece bir vedâ değil, aynı zamanda bir emanet bırakılır,
Anlamak, affetmek ve sabretmek...
Güven
Kalanın yükü ağırdır; çünkü yalnızca ayrılığı değil, sarsılan güveni de taşır sırtında.
Zira en büyük hicran, bir dostun vedâsından değil, o dostun ardında bıraktığı güvensizlikten doğar.
Güven, vuslat gibi mukaddestir.
Bir kere kırıldığında, kelimeler teselli etmez, zaman tamir etmez, çünkü kalbin inşa ettiği köprüler, sözle değil, hal ile kurulur.
Tasavvuf ehli bilir ki, Allah’a olan güven sarsılmazsa, mahlûkata duyulan güvenin yıkıntısı da sabrın ilmiyle onarılır. Lakin nefs, bir bakışta, bir sessizlikte, bir ihmalde incinir.
O zaman hakikat ehline düşen, kalbi nefsin değil, Rabbin nuruyla korumaktır.
Güven, sadakatin ve teslimiyetin dilsiz adıdır. Bir gönle güvenmek, o gönle emanettir demektir.
Her emanet, sahibinin izzetidir. İnsan, Rabbe sığınıp da kullara gönlünü açtığında, en çok ihanetle imtihan olur.
Belki de bu yüzden sükut sahibi der ki, Kalbini herkesin avucuna koyma ya taşır, ya da unutur.
İnsan, bir defa kırıldığında susmayı öğrenir, bir defa unutulduğunda tevekküle sarılır.
Tevekkül, güvenin Allah katındaki aslına uzanır. Çünkü O, asla unutmaz. Çünkü O, emanet edilen her kalbi koruyandır.
Tevekkül
Güven kırıldığında, insan ya öfkelenir ya da sükûta bürünür.
Sükût ise ehlince bir kapıdır; tevekkül oradan başlar.
Çünkü insan en çok, elinden geleni yaptığı hâlde bir şeyler yolunda gitmediğinde öğrenir teslimiyeti.
Orada ne kelam geçerlidir, ne çaba... Sadece kalbin derin bir "Rabbim, bilirim ki en iyisini Sen bilirsin" deyişi yankılanır içte.
Tevekkül, kaderin cilvesine boyun eğmek değil; kaderin ardındaki hikmeti görmeye razı olmaktır.
Zira her sabır, bir tevekkül sınavıdır; her susuş, içinde gizli bir secdedir. Kul, kapı kapandığında değil, iç âleminin huzuru kaçtığında tevekkülü hatırlamalıdır.
Tevekkül sadece dış dünyaya değil, nefsin vesvesesine karşı da bir kalkandır.
Tasavvuf ehli dikenli yollarda yürürken ayağına batan her acıyı Mevlâ’ya bir adım daha yakın olmak sayar.
Zira tevekkül, acıya rıza göstermek değil, acının dahi bir rahmet olduğunu kalpte hissetmektir.
O, teslimiyetin en sessiz halidir, şikâyetin susması, duânın derinleşmesidir.
Ve kul anlar ki, Gidenin, kırılanın, sarsılanın ardından geriye bir şey kaldıysa, o da Allah’a bırakılan duadır.
İnsan tevekkül ettikçe hafifler, çünkü yük Allah’a teslim edilmiştir. Kalanlar işte bu yüzden ağır değildir aslında, yeter ki kalbi O’na bağlasınlar.
Giden düşer hicrân ile yola, yük-i gamı savurur da geçer,
Kalanın sinesi dağdağadır, her hatıra bir hançer biçer.
Âh-u figânla süzülür gece, sabrın meclisine mihmân olur,
Zülf-i yâr gibi sarar hâtıra, her köhne gönle düğüm düşürür.
Ferâgatle arınır giden, vefâya düşer kalan kül olur...
Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim...
Kalemine yüreğine sağlık değerli hocam yine harika bir yazı ????????????
Yüreğinize sağlık kıymetli hocam iyiki varsınız teşekkürler