Gazetelerde, müşterek bir haber: "Araplar Karadeniz'e Tatil Köyü kuracak" başlığıyla sunulmuş.
Deniliyor ki: "Coğrafî özellik bakımından Uzungöl'e benzeyen Samsun'un Ayvacık ilçesinde, Suudi Arabistan'dan gelen bir heyetin 40 dönüm arazi satın aldığı, ilçeye hakim bir tepeden alınan arsa üzerine tatil köyü kurulacağı bildirildi.
Ayvacık Turizm Kültür Doğa (Doğrusu: Tabiat. Bütün Türk Dünyâsı da 'tabiat' diyor.) Koruma ve Geliştirme Derneği (AYTUDER) Başkanı Hasan Çelik, "İlçedeki şelaleler, 'saklı cennet şelaleleri' olarak adlandırılıyor. Ayvacık'ın turistler tarafından ziyaret edilmesini, buranın cennet gibi yerlerinin herkes tarafından görülmesini istiyoruz. Bunun için çalışmalar yapıyoruz." dedi. Arapların bu güzellikleri keşfettiklerini anlatan Çelik, "Araplar, Ayvacık'a hakim bir tepeden 40 dönüm yer aldılar, şimdi izin işlemlerini halledip tatil köyü kuracaklar. Buranın yeşilliği, doğası, şelaleleri, havası çok güzel, onlar için de tercih edilebilir bir yer" diye konuştu." (Bknz: Yeniçağ Gazetesi, 7 Ekim 2014, sy. 2)
Bu iyi niyetli ve ilk bakışta sevindirici hâdiseyi - biraz- tahlil etmeye çalışalım:
Araplar, bizim memleketimizdeki "güzellikleri keşfetmiş"ler. Bu yer, "40" dönüm"müş ve "Ayvacık'a hakim bir tepede" imiş. "Buranın yeşilliği,...havası çok güzel"miş. Hatta, burası "Uzungöl'e benziyor"muş. "İzin işlemlerini halledip tatil köyü kuracaklar"mış!
Sağolsunlar! Tâ Suudi Arabistan'dan gelip, Türkiye'nin Samsun vilâyetinin en ücrâ ilçesinde böyle bir "keşif" yapmışlarsa, âferin Araplar'a!
Keşif bu! Benim, senin onun...göremediğini, birileri çıkıp görebiliyorsa, takdir ve tebrik edilmeli!
Biz ise, Araplar'ın 'keşfi' ile öğünüyoruz, değil mi? Onların veya başkalarının buraları keşfetmeleri, bizim iftihar etmemizi mi yoksa düşünmemizi mi gerektiren bir husustur?
Oraları, acaba biz niye keşfedememişiz? Üstelik de, orada neler ve neler de varmış! 'Yeşilliği, şelaleleri..." göreni imrendirecek vaziyette bir mekân(mış)! Peki; insanın sorası geliyor: "Araplar'ın 'gözleri' ile, bizimkiler arasında ne fark var? Öyle ki, burası, bir de, 'saklı cennet" diye de adlandırılıyor"muş!
Peki , ne yapacaklarmış buraya? Cevap: "Tatil köyü!
Bu 'tatil köyü'ne, rakîp bile bulunmuş : "Uzungöl"! "Artık, Uzungöl'e gitmeyin! Mi, denilmek isteniliyor? Burada başka bir Uzungöl var ki, onu Araplar işletiyor. Onlar keselerini doldursunlar!" Mı, telkini yapılıyor? Bilemem! Bu durum, bana karanlık!
Niçin, İsviçre ile, niçin İtalya ile, F(ı)ransa veya dünyanın herhangi bir turist çeken memleketiyle yarışmayız da, - elbette ki, o da usûlünce- birbirinize mâni olacak şekilde yola çıkmaya çalışırız, anlamak mümkün değil! Yeri gelmişken şunu ifade edeyim ki, Uzungöl' de de, - umûmî olarak T(ı)rabzon'da da - Araplar'ın 'bu işlemi' başlamıştır. Petrol zenginleri, memleketin ciğerini satın alıyorlar; kimsemizin / hiçbirimizin umurunda değil!
Aslında, Hasan Çelik Bey, bir şeyler yapabilmek için çırpınmaktadır. Ayvacık için, çâre aramaktadır. Sözümüz de, doğrudan doğruya, bu gayretli insana değildir. Asla!..
Zîrâ; bu memlekette, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın temsilcileri vardır. Bu memlekette, bu muhitleri / mekânları keşfetmesi gereken ilim adamları, turizm yatırımcıları vardır / olmalıdır. Ben, onları arıyorum!
Turizm okulu mezunu, işsiz bunca gencimiz bulunmaktadır. Kendi mekânımızda / vatanımızda / toprağımızda, onlara, rehberlik / öncülük edip iş sahibi yapacak hiç mi mütesebbis adamımız yoktur? Yok ise, niçin yoktur?
Nüfûsu yetmişbeş milyonu aşan Türkiye'de , bu işi, niçin başkalarının keşfine, himâyesine ve hâkimiyetine bırakıyoruz?
Maalesef, Türkiye'mizde "kültür ve turizm" anlayışı bir çıkmaz içinde bulunmaktadır. Her şey gösterişe ayârlı yürümektedir. Aslî eserlere değil de, uyduruk efsanelere îtibâr edilmektedir. 'Amazon köyü ve heykeli'ne harcanan paranın yarısıyla, değil Ayvacık'a bir 'tatil köyü' inşâ etmek, Ayvacık'ın kendisi kalkınırdı / kalkındırılırdı.
İhmâlimiz gaflet hâlini alırsa vahim hâllerle karşılaşırız. Bakınız; bütün bunlar olurken, yine Karadeniz'de , bir başka 'gezi' daha vardı. Sâdece, "Araplar Karadeniz'de" değildi yâni!
O hâlde, iki haber başlığı daha arzedeceğim: Birincisi: "Bartho'nun Karadeniz Turu" ( Bknz: Yeniçağ Gazetesi, 28 Eylül 2014, sy.4) ; ikincisi: "Patrik Karadeniz'e 'kiliseler' için açıldı." (Bknz: Yeniçağ Gazetesi, 30 Eylül 2014, sy. 1 ve 5)
Bartho'nun gezdiği mekânları, bizim kültür ve turizm salâhiyetlilerimiz ve mes'ullerimiz - araştırmak bir yana- görmüşler midir, bilemiyorum!
Tabiî ki, T. C. Anayasası'nın 23. Maddesi'nde, "Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir." deniliyor. Bu noktada, kimsenin, bir diyeceği elbette olamaz!
Karadeniz'deki güzelliklerin 'keşfedilmesi' çok önemli bir şey değildir. Zâten, her köşesi birer hârikadır! Ancak; Karadeniz'imiz de, Akdeniz'imiz de, Doğu Anadolu'muz da, Güney-Doğu Anadolu'muz, Ege, Marmara ve İç Anadolu'muz da hârikalarla doludur. Mes'ele, onlardaki tabiî güzellikleri ve târihî hazîneleri 'görebilme / idrâk edebilme ve onlara sâhip çıkabilme' mes'elesidir.
Mühim olan; oralarda olanları , 'bizim keşfetmemiz' , "bizim inşâ ve ihyâ ederek" , başkalarına sunmamızdır. Dâvânın, aslı- esâsı budur!
Bu vesîleyle, yıllar önce yazdığım 'Vatan' başlıklı şiirimin ilk iki kıt'asını nakletmek istiyorum:
"Hep vatan diyorsun, mukaddes ocak;
Ana kucağıydı atana vatan!
Olur mu yiğidim, bu şirin toprak,
Yan gelip, uyuyup yatana vatan!
* * * *
Düşünmeyip dünü, günü, yarını,
Haraç-mezâd gören bütün varını;
Kesip hayâsızca şahdamarını,
Yol vermez kendini satana vatan!"
Şanlı ecdâdımızın kanıyla / canıyla bedelini ödeyerek kazandığı bu azîz toprakları, her hoşuna gidene satmaya kalkışırsak büyük vebâl yüklenmiş olmaz mıyız?