İnsan - kültür münâsebetiyle ilgili bir makale hazırlarken, evvelce okuduğum bazı kitapları da karıştırmak zarûreti hâsıl oldu. Esasen, bunlar, hep sevdiğim kişilerin kitaplarıydı.
Önce, S. Ahmet Arvasî'nin "Kültürün Millî Özelliği" başlıklı yazısına takıldım. Diyor ki:
"İnsanlık âlemi, millî kültür dâirelerine bölünmüş gözükmektedir. Evet, dünyamız, millî kültür dairelerine ayrılmıştır ve her kültürün yayıldığı bir coğrafya sahası vardır. Bu kültür daireleri arasında, tarihî ve coğrafî yakınlıklar nazara alınarak "akrabalıklar " bulunabilir. Bu durum dahi, kültürlerin millî karakterini inkâra değil, isbata yarar. Esasen, vatan kavramı dahi, bir kültür ve coğrafya kaynaşmasından doğar." (S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul, 1989,Sf. 225)
Bu cümleler, beni, biri Türk, dîğeri İtalyan iki Türkolog profesörün yazılarına taşıdı ve bu cümlelerin ardından "Biz neyiz? Biz kimiz'e?" karşılık ,"Biz Buyuz'u" buldum.
Bunlardan birincisi Ord. Prof. Dr. Anna Masala'dır. Masala, "Türkiye'ye Aşk Mektuplarım " adlı eserindeki "Başka Vapur - Başka İskele" başlıklı yazısında şunları söylüyor:
"Yalova'ya giden vapurda, diğer Ada ve Boğaz vapurlarında olduğu gibi sadece Türk gençlerine has olan bir spora şahit olurdum. Türk cesaretinden bahsedildiğinde ben sadece imparatorluğun savaşlarını veya İstiklâl Savaşı'nı düşünmüyorum. Çılgın gençler, iskeleye yaklaşırken vapur köprüsünü indirmeye başlar başlamaz ordan atlar...
Benim Yalova ile ilgili çok güzel bir anım var. Bir öğleden sonra iskelede İstanbul vapurunu bekliyordum. Çok kalabalık vardı. Benim üzerimde uzun sarı bir kolye ile yazlık elbisem vardı. Birden bire tam vapur gelirken kolyem koptu ve bir sarı boncuk şelâlesi yerlere döküldü. Birkaç tanesini toplamak için eğildiğim sırada yanımdaki Amerikalı yardım etmeye çalışırken; iskeledeki herkes hep birden benim kolyemin boncuklarını toplayıp bana bir iki sarı boncuk vererek önümden geçti gitti. Amerikalı delikanlı: "Allahım ne güzel insanlar" dedi. Türk insanı gerçekten "gül gibi nazik, kaya gibi serttir." (Ord. Prof. Dr. Anna Masala, Türkiye'ye Aşk Mektuplarım, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000, Sf. 42)
Prof. Dr.Mehmet Kaplan Hoca da, 1958 yılında, Atatürk Üniversitesi Kurucu profesörleri arasında gittiği Erzurum'da karşılaştığı hâdiseyi "Kalabalık Ve Millet" başlıklı yazısında şöyle anlatır:
"Erzurum'a gidince yıllar ve yıllar ötede kalan, çocukluğuma en ızdıraplı günlerde bile renk, neş'e, sıcaklık ve sevgi katan asîl örf ve adetleri, şarkıları, türküleri, masalları, yiğitliği, insanlığı hâsılı bizi "Millet " yapan her şeyi tekrar buldum. Bu, bende,tarifi güç bir saadet hissi doğurdu. Sürekli, sağlam, diriltici bir saadet. Kara kalabalıkların karanlık yalnızlığından kurtulmuş "Millet"in, "Milletim"in içine tekrar dönmüştüm. Artık gurbette değildim.
Davulların tok sesleri ile kalbim güm güm öttü. Zurnalarla içimin neş'elerini haykırdım. Dadaşların barlarını seyrederken atlı akıncılarla beraber ufuklara koştum.
Bir kış, güneş gözlüğüm bozulmuştu. Taş Mağazalar'da bir kuyumcuya tamir ettirdim: "Borcum ne kadar " diye sordum. Asîl çehreli usta "Bunun için de para alınır mı bey " dedi. Otuz yıldan beri duymadığım bir hisle ürperdim. Bu, benim çocukluğumda sesini çok iyi tanıdığım ulvî ruhlu Anadolu insanının sesiydi.
Burada, sizi, uzaktan, gün ışığı gibi sevgisiyle saran kalbler vardı. Burada insanlar, binbir gizli bağlarla birbirine bağlıydı. Burada, tıpkı benim eski, tarihî kasabamda olduğu gibi "Kalabalık" değil, "Millet, benim milletim" vardı. Onun içinde, onun ortasında yaşamaktan mesuttum. "(Prof.Dr. Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, Hareket Yayınları, İstanbul 1970, Sf. 232-233)
İşte, "İnsanlık âlemi" içinde "Biz Buyuz!.."
İşte, Türk Milleti olarak; Rabb'e kullukta ve kul'a merhamet ve hizmette, bu "âlem"de, sevgi ve hoşgörü dolu, güzel ve şerefli bir milletiz!..