Bir sene kadar önce, 'Dilenci-Muhâcir-Ensâr' (Bknz: Denge Gazetesi, 01-02 Mayıs 2015, Sf. 8; Aydın Efesi Dergisi, Mayıs-Haziran 2015, Sf. 18-19; Kapsam Haber, 29 Nisan 2015) başlıklı bir makale yazmış ve o güne kadar uygulanan yanlış (Muhâcir-Ensâr) siyâsetinin bizi taşıyacağı noktalara dikkat çekmeye çalışmıştım.
O hâlde; 'muhâcir" ve "ensâr"ın ne demek olduğunu mûteber kaynaktan tekrar ederek, mes'eleye bir kez daha bakmak istiyorum:
"Ensâr: Yardım eden. Peygamber efendimizin Mekke'den Medîne'ye hicretinden sonra, Resûlullah efendimize ve Mekke'den gelen müslümanlara yakın alâka gösterip, malları, mülkleri, bedenleri ve diğer varlıkları ile yardım eden Medîneli müslümanlar."
(Bknz: Dînî Terimler Sözlüğü, Cild: 1, Türkiye Gazetesi Yayını, İstanbul, Sf. 105)
"Muhâcir: Göç eden, başka bir beldeye yerleşip vatan tutan. Resûlullah efendimizin Eshâbından Mekke feth edilmeden önce Mekke'den göç edenler."
(Bknz: Dînî terimler Sözlüğü, Cild: 2, Türkiye Gazetesi Yayını, İstanbul, Sf. 32)
Bu husus, mukaddes kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm'de de öğülmüş ve Tevbe Sûresinin 100. âyetinde de şöyle buyurulmuştur: "Önce müslüman olanlardan, Muhâcirlerin ve Ensârın önde gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır ve bunlar da Allahü teâladan râzıdırlar. Allahü teâlâ bunlar için, Cennetler hazırladı. Bu cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar Cennet'te sonsuz kalacaklardır." (Bknz: a.,g.,e., Sf.32)
Bu târiflerin ve âyet-i kerîmenin ışığı altında, bugün yaşanan ve çoğu, gaflet, ihmâl ve beceriksizlik sebebiyle meydana gelen bu hâli takdirlere sunuyorum.
Bizim milletimiz/ azîz Türk milleti, târihi boyunca, mazlûmlara, mâsûmlara, mahzûnlara, kimsesizlere, yetimlere, öksüzlere, mağdurlara, hakîr görülenlere, ezilenlere, hakkı yenmişlere...kendisi mağdur bile olsa, kendisi zarar görecek bile olsa, canı-kanı pahasına olsa bile, yardım elini uzatmaktan aslâ ve kat'â geri durmamıştır.
Ancak...
Gözümüzün önünde müşâhede ettiğimiz ve zaman zaman da merhamet hisselerimizle içimizin dağlandığı ve fakat bâzen de, bu kadarı da olmaz dedirten dehşetli hâdiseler karşısından ürperdiğimiz hâllerle karşılaşıyoruz.
Bir defa; bu "muhâcir" denilen kişiler, murakabesiz bir şekilde, Türkiye'mizin her köşe bucağına dağılmışlardır. Bu kişiler; her yaşta çocuk, genç, kadın perîşân vaziyettedirler. Çoğu, İslâmî ölçülere ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kanunlarına aykırı olarak 'dilencilik' yapmakta/ yaptırılmaktadırlar.
Eğer, sokaklarınız bunlarla dolu ise, bunda, mes'ullerin ihmâli vardır demektir. Başka ne îzahı olabilir, değil mi?
Ve tabiî ki, bunca insan; Mardin'den, Şanlıurfa'dan, Kilis'ten, Gaziantep'ten, Hatay'dan...İstanbullar'a, Bodrumlar'a, Sivaslar'a, Afayonkarahisarlar'a, İzmirler'e, Samsunlar'a, Tokatlar'a, Bursalar'a, T(ı)rabzonlara...gidene kadar, istihbarat, emniyet, kaymakamlıklar ve valilikler nerede idiler?..
Türkiye'de, bir kısım 'muhâcir"lere devlet para ödüyormuş. Bir kısım muhâcirler, mahalle mahalle, cadde cadde, sokak sokak, ev ev, dükkân dükkân, merdiven altı demeden, câmi önü - câmi içi demeden dilencilik yapıyorlar. Bunları,( resmî muhatap olarak) gören göz, duyan kulak, hisseden kalb...yok mudur?
Yukarıda başlığını arzettiğim yazımı yayınlayalı neredeyse bir sene oluyor, söyler misiniz, kim hangi tedbiri almıştır? Her şehrimizdeki, bu dilenci sayısı niçin bu kadar artmıştır?
Hangi câmiye girsem, imam efendi, Ensâr- Muhâcir" muhabbeti yapıyor. Zâten, zor durumda bulunan insanımızın mânevî hislerine biraz daha nüfûz edilerek, yardım yapmaları teşvik ediliyor. Elbette ki, 'hayır işlemek' çok güzel mübârek bir fiil/ameldir. Fakat, vatandaşı bu kadar sıkboğaz etmenin de âlemi nedir?
Demek ki, bugüne kadar, bu işleri çözmekle mükellef olan makam(lar)ın salâhiyetlisi ve mes'ulleri, gerekli tedbirleri almamışlardır ki, bu kadar insan, Türkiye'nin her köşesine dağılmıştır.
O hâlde, hangi, hesapsız hesap ile, bugünlere gelinmiştir?
Câmi vaazlarında, cemaatin herbir ferdine:"Siz de bir Ensâr olunuz!" kaabilinden sözlerin gerçekle alâkasını îzah eder misiniz? Son model arabalılar, köşklüler, yalılılar, yatlılar, katlılar.. ve yine, bir çoğu Devlet'in himâyesindeki mevki sâhipleri, teşvik olarak ne yapmışlar ve yapmaktadırlar, bilmek isteriz.
İllerdeki "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı" ile, belediyelerin ilgili fonları hangi gün için durmaktadır?
Asgarî ücretli insanı, "ensâr"lık hevesiyle zorlamanın maksadı nedir? Çıksın, başta Devlet'in en salâhiyetli ve mes'ulleri, desinler ki, "Ben, (KENDİ BÜTÇEM)den şu kadar yardımda bulunuyorum. Bir (ENSÂRLIK NUMÛNESİ) gösteriyorum, ey Millet!.." Teşvik , öncülük, rehberlik...budur!..
Yoksa; "Ben, sizi hayr'a teşvik ediyorum; sizin ödediğinizden, ben de, âhirette, teşvik payı alacağım!..) değil!..
Bu (muhâcirler)in zenginlerine apartman dâiresi ve arsa pazarlayıp, onlarla, her türlü 'aş' ile tezyîn edilmiş ziyâfet sofralarında kaşık sallamak, bilinmelidir ki, (ensârlık) değildir.
T(ı)rabzon'da üç yüzbin kişilik Arap şehri nasıl kurulacaktır? Bodrum, Ordu, İstanbul veya Samsun'da hangi ensâr(!) Araplar'a ne kadar arsa tapusu verildi veya verilecektir? Bunları satın alacak olan zatlar, sözünü ettiğimiz bu "muhâcirler"in öz be öz dîn ve soy kardeşi değil midirler, ne dersiniz?
Meselâ; Samsun'un Ayvacık ilçesini 'keşfeden Araplar", Samsun'da dilenen bu (dîn ve soy) muhâcir kardeşlerini hiç hatırlamıyorlar mı?
İlgililere -belki de, başta, Diyânet İşleri'nin salâhiyetli ve mes'ullerine- tavsiyemdir, lütfen ve ilkönce, yukarıda tarihini verdiğim makalemi okusunlar; ardından da, bilhassa, mes'ul oldukları câmi önlerini ve içlerini kontrol ediversinler. Lütfen!..
.