Tarih; büyük şahsiyetlerin söyledikleri sözlerle ve yaptıkları müspet veya menfî icraatlarla teşekkül eder ve kıymet bulur.
Biz, bu makalemizde, yirminci asır Türk ve dünya tarihinde çok mühim bir yer işgal eden “Çocuk Kemal’in”, nasıl “Genç Mustafa Kemal” ve nihâyet, aynı gençlik ve dirilikle nasıl “ATATÜRK ” olduğunu îzâh etmeye çalışacağız.
Adı, Kemal’di. 1881 yılında Selânik’te doğmuştu. 12 yaşında iken, 1893’te, hocası, ona Mustafa adını da vererek, Mustafa Kemal yaptı.
Küçük Mustafa Kemal, çok zekiydi. Asıl maharetlerini zaman içersinde gösterecek; çağını ihata edecek ve aşacak bir lider vasfına sahip olarak dâima anılacaktı(r).
Ve oldu!
1899’da İstanbul’da Kara Harp Okulu’na girdi ve l902’de Harbiye’den pırıl pırıl bir Türk subayı olarak mezun oldu.
Henüz l9 yaşındaydı. Harbiye öyle bir mekândı ki, vatan ve millet aşkının kıvılcımlaştığı ocaktı. ”Vatan sevgisi îmândandır.” buyruğu ve şuûru, orada bir benlik ve mizaç hâlinde hep aynı mukaddes gaye ve hedeflerle yaşadı.
Şimdi, doğumundan otuz yıl kadar evveline dönelim: Rus Çarı Birinci Nikola’nın , Osmanlı Cihân Devleti’ni “hasta adam” ilân edişiyle başlayan gizli ve aleni çökertme hareketi neticesinde Birinci Cihân Harbi sonunda, 23 milyon kilometre karelik devletten, elimizde sadece 776.452 kilometrelik toprak kalmış ve koskocaman cihân devleti otuz defa küçülmüştü.
Devlet-i Aliyye, 322 yılı cihân lideri olmak üzere 624 yıl dünyaya hak ve adâletle önderlik ediyordu. İç ve dış düşmanlar, bütün bu yıkım faaliyetlerine sür’atle devam ediyorlardı.
Necip Fazıl Kısakürek’in, “Ulu Hakan”; Nihal Atsız’ın, “Gök Sultan ” ve Türk-İslam düşmanlarının ise, “Kızıl Sultan” diye hitabettiği Sultan İkinci Abdülhamid Han hakkında Levon Panos Dabağyan adlı bir Ermeni yazarımızın “Osmanlı’da Şer Hareketleri Ve Abdülhamid Han” isimli kitabında o günlere dâir şöyle bir hâdise nakledilir:
”1901’de, Macar Musevisi Orminius Vanberg, Sultan’a (Abdülhamid Han’a) yüksek miktarda para teklif ederek Filistin’i satın almak istemiş. Padişah da kendisine: Satarız ama "aldığımız fiyata ” karşılığını vererek bu talebi geri çevirmiş. 1902’de ise, bu defa siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, Sultan’a önce 1 milyon 600 bin altını teklif etmiş. Arkasından 25 milyon İngiliz altını verebileceklerini söylemiş, ancak Abdülhamid Han ‘dan ,İsrail devletini kurma yetkisi alamamış..” tır.
Diyeceğimiz odur ki, o günlerde herkesin eli üzerimizdeydi ve şer kuvvetler bizden bir parça koparabilmenin peşindeydiler.
Sene l905’tir. Mustafa Kemal, 24 yaşındadır. Kurmay yüzbaşıdır ve Şam’a tayin edilir. Harran’da Dürzîler’le çıkan bir ihtilâfı halleder. Bastırır.
1910’da 29 yaşındadır. Arnavutluk harekâtına katılır.
1912’de, Binbaşı Mustafa Kemal, 3 1 yaşında Dobruk taarruzunu idâre eder .
Mustafa Kemal, 33 yaşında, 01 Mart 1914’te yarbay rütbesiyle Çanakkale’de 19. Tümen Komutanlığı’na tayin edilir.
25 Nisan 1915’te, 34 yaşında, Karaçimen’de düşman taarruzunu durdurur.
10 Ağustos 1915’te ise Anafartalar’da düşmanı püskürtür.
Genç Mustafa Kemal, kendisini, ilk defa, 250.000 şehit verdiğimiz Çanakkale’de ortaya koyar. Cesâret, bilgi ve hüner el ele verir ve lider olarak görünmeye başlar.
Çanakkale’deki tarihî sözü şudur: “ Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.”
Bu sözü söylerken , O, canı kadar sevdiği kahraman Mehmetçik’le yan yanadır. Onunla omuz omuza vererek, aynı siperlerde düşmanla savaşmaktadır.
Mustafa Kemal, 27 Şubat 1916’da “Paşa” olur: 35 yaşındadır.
26 Ekim l918’de 37 yaşındadır ve Haleb’in kuzeyindeki düşman taarruzlarını durdurur.
30 Nisan l919’da, 38 yaşında, Karadeniz’deki Rum eşkıyâyı yola getirmek için 9.Ordu Müfettişliği’ne tayin edilir.
Ve; 19 Mayıs l9l9 tarihinde Samsun’a çıkar.
Bu çıkış, belki de yeni bir Türk Devleti ‘nin ilk filizlerinin yeşerişi olacaktır. Bu çıkış; öyle sathî ve basit bir hareket değildir. Gayet “tertipli-organize” v e “şuûrlu” bir millî faaliyettir.
İnsanlık târihinde medeniyete açılan kapılar vardır. Unutulmasın ki, bu kapılardan pek çoğunu millet olarak biz açtık. Bugüne kadar onaltısı imparatorluk, yüz yirmiye yakın devlet kurduk-yıktık.
İşte Çanakkale yeni Türk cumhuriyetine açılan bir kapı ve l9 Mayıs l919 da bir diğer kapıdır.Belki de Türk tarihinde yaşanan ikinci bir Ergenekon’dur.
Bu mânâda 19 Mayıs 1919, bir millî şuûru toparlama hareketidir. Anadolu Türk birliğini yeniden inşâ ve ihyâ hareketidir.
Bu harekette, Anadolu’nun umûmî hâlini , bir numûne olarak Samsun şehri yaşamaktaydı. Samsun ne ise,aşağı yukarı bütün Anadolu şehirleri de o idi. O hâlde,19 Mayıs 1919 sonrasını iyi kavramak ve iyi tahlil edebilmek için, bu günün bir gün öncesine yâni !8 Mayıs 1919’a dönmek ve o günlerin şartlarını göz önüne getirmek gerekir.
Bunu da,1916’da , Rusların Trabzon’u işgalinin ardından Samsun’a göç eden, Millî Mücâdele’nin bu en zor günlerinde Samsun Hançerli Camii’nden vaazlarıyla ve Sadi Tekkesi’nden de arkadaşlarıyla birlikte bizzat Mustafa Kemal Paşa ile irtibat kurarak halkı aydınlatan ve bilâhare Samsun Belediye Başkanı olan Hasan Umur Hoca’nın kaleminden okuyalım:
“Samsun’un Gümrük Caddesi’nde kiraladığım dükkânda ticaret işlerine başladığım zaman, 1334 (1918) yılının sonlarıydı. Millî Mücâdele henüz başlamamıştı. İngiliz askerleri Samsun caddelerinde neşeli neşeli dolaşmakta, halk ise, endişe ve üzüntü içersinde idi.
Asırlardan beri mukadderatını bizimle birleştirdiklerini s andığımız Müslüman olmayan unsurlar sevinç içinde, bu hallerini açıkça hissettirmekten de çekinmiyorlardı.
İstikbal karanlık bir meçhuliyetle örtülü ve her geçen gün endişemizi biraz daha artırmaktaydı. Ara sıra teselli verecek bir haber geliyorsa da,onun da serap olduğu anlaşılınca yeis bulutları bir derece daha kararıyordu.
Durum bu merkezde iken ahvalin ruhuna vakıf olan vatandaşlar endişeli olmakla beraber, damarlarında dolaşan şehametli Türk kanı kaynıyor,kalplerinde cesaret,gözlerinde ümit parıltılariyle yurdu korumak ve kurtarmak çareleri aramaktan geri durmuyorlardı.”(Hasan Umur,Samsun’da On Beş Sene,Güven Matbaası,İstanbul l947,s.5)
Hasan Umur, bu dehşetli günleri, bir başka eserinde de şu satırlarla anlatıyor: ”Birinci Umûmî Harp’ten mağlûp çıktık. Galip olan İtilaf devletleriyle bir mütareke imza edildi.Fakat bu mütarekenin hükümleri hilâfına olarak memleketimizin bir çok yerleri bu devletlerin askerleri tarafından işgal edildi. Halkına zulûm ve hakaretler yapılmağa başlandı. Bu meyanda, Samsun’a da İtilâf devletlerinin asker ve zabitleri çıkmıştı. Bir yandan da Rum Metropoliti Yermanos tarafından idare edilen Pontoscu Rum eşkiyasının Türk köylerini basıp yakmaları, kadın ve çocuk,ihtiyar genç Türk köylülerini feci şekilde öldürdükleri görülüyordu. İçin için kan ağlayan bütün Türkler gibi Samsun halkı da fevkalâde b ir yeis ve nevmidî (ümitsiz) heyecan içinde bulunuyordu.”
(Tüccardan Hasan Umur, Cibali Kız ortaokulu Matematik Öğretmeni Adil Pasin, Samsun’da Müdafaayı Hukuk, Tan Matbaası, İstanbul l944,s.4)
O günlerin Samsun’unu (ve hâliyle Türkiye’sini) Tek Adam adlı eserinde Şevket Süreyya Aydemir şöyle anlatır. Mustafa Kemal , Samsun’a çıktıktan birkaç gün sonra Havza’ya gider. Orada bahçesinde çift sürmekte olan bir çiftçinin yanında arabasını durdurur ve köylü ile aralarında şu konuşma geçer:
-“Hemşehri. Düşman İzmir’e çıktı.Yakında Samsun’a da asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise rahat toprağı sürüyorsun.
Bir eliyle alnındaki teri silen yaşlı adam,üzerindeki üniformadan “önemli” bir adam olduğunu anladığı Gazi’ye şöyle der: Paşa,Paşa…Sen ne diyorsun? Biz üç kardeştik.İki de oğul vardı.Yemen’de,Kafkasya’da,Çanakkale’de hepsi elden gitti.Bir ben kaldım.Ben de yarım adamım.Evde sekiz öksüz ile üç dul kalmış kadın var.Hepsi benim sapanımın ucuna bakarlar.Şimdi benim vatanım da yurdum da işte bu tarlanın ucu.Düşman oraya gelinceye kadar benden hayır bekleme.”(Şevket Süreyya Aydemir,Tek Adam,cilt:2,İstanbul 1983,s.22)
Nereden nereye gelindiğinin idrâk edilmesi için ,19 Mayıs 1919 öncesinin şartlarının iyi bilinmesi ve bu satırların hazmedilmesi gerekir.
Şüphesiz ki , bu vahim durum bir “lideri” gerektiriyordu ve “lider “ ise yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyordu.
38 yaşındaki bu zeki, bilgili ,cesur ve millî şuûr sahibi adam yürüyeceği yolu çok iyi biliyordu.İşte bu adam, 16 Mart 1920’de 39 yaşında, İstanbul’un işgalini yabancı parlamentolar nezdinde protesto eder.Aynı yıl,19 Mart’ta, Türk vatanseverleri Ankara’ya çağırır ve Ankara milletvekili seçilir.
23 Nisan 1920 tarihi , yeni bir dönüm noktasıdır.Türkiye Büyük Millet Meclisi, yetmiş sekiz milletvekilinin katılımıyla, 23 Nisan Cuma günü namazdan sonra kurbanlar kesilerek duâlarla açılır ve bir gün sonra yâni 24 Nisan 1 920’de Türk İstiklâl Savaşı fiilen başlar.
Târih, 05 Ağustos 1921’dir. TBMM, O’na verdiği “Meclis Başkanlığı” yetkisine ilâve olarak “Başkomutanlık” selâhiyetini de veriyordu.
Bundan bir hafta sonra,12 Ağustos 1921’de , Polatlı’da , Başkomutan unvanıyla Türk ordusunun başına geçer. Artık ,dur-durak bilmez. 23 Ağustosta başlayıp 13 Eylül 1921’de bitecek olan ve 21 gün 21 gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi’ni idâre eder ve zaferle neticelendirir. Bu savaşta,40 yaşında olan Başkomutan Mustafa Kemal,askerlik târihinde mühim bir yer işgal edecek şu müthiş emri verir: “Hatt-ı müdafaa yoktur,sath-ı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır.Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz”.
19 Eylül 1921’den itibaren ise,hem “Gazi” ve hem de “Mareşal” unvanını alır.
Mustafa Kemal, 20 Ağustos 1922’de 41 yaşındadır ve Büyük Taarruz için Akşehir’e gider.
26 Ağustos 1922’de, tıpkı atası Alparslan gibi yeni bir zafere mührünü basacak hareketin ilk emrini verir ki, bana göre bu, Çanakkale’deki : ”Size ben taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum.” ve Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki :”Hatt-ı müdafaa yoktur,sath-ı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır.” Emrinden sonra üçüncü büyük ve ehemmiyetli emirdir ki, onda şöyle der: “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Çanakkale’deki “ölüm ” ve Sakarya’daki “ müdafaa “ emri ile 01 Eylül 1922’de Başkomutan Mustafa Kemal’in verdiği bu “İleri!” emri birleştirilerek iyi tahlil edilmelidir.
Tarih 09 Eylül !922’dir. Bu tarihte , Türk Ordusu ,İzmir’e girer ve bundan iki gün sonra 11 Eylül 1922’de Mustafa Kemal de İzmir’e gelir.
O günleri , Büyük Şâirimiz Yahya Kemal Beyatlı ,Eğil Dağlar adlı eserinde şöyle anlatır: ”İzmir’e Yunan baskınından sonra Anadolu’da birdenbire parlayan mukaddes ateş ve dökülen kan, bu milleti müebbed yaşatacak iki unsurdur…Vatan acılarını , tatmadan evvel anlayamıyorduk.”
Halide Edib ise,28 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz ‘da Türk Ordusu’nun İzmir’e doğru ilerleyişi sırasında , Yunan askerlerinin Batı Anadolu’da yaptıkları tahribat ve zulüm ile yaktıkları insanların kokusunu büyük bir dehşet içinde şöyle anlatır : ”İzmir’e kadar bu koku genzimden gitmeyecekti.”.(Ergun Göze,Halka Ve Olaylara Tercüman Gazetesi, 0
7.12.2003,s. 3)
Mustafa Kemal,1922’de 41 yaşındadır ve bu 41 senelik ömrün on yedi senesi fiili olarak savaş meydanlarında ,kahraman Mehmetçik’le omuz omuza vererek siperlerde geçmiştir.Elbette ki, Oğuz Hanlar’ın,Alparslanlar’ın, Fâtihler’in..torunu olmak kolay iş değildir!
Ve nihâyet 29 Ekim 1923 tarihine ulaşıyoruz. Mustafa Kemal,42 yaşındadır ve bunca askerî mücâdelenin ardından Cumhuriyet’i ilân ediyor ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’n in ilk Cumhurbaşkanı oluyor/seçiliyor.
Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yeni yeni siyasî faaliyetlere başlamıştır:İktisatta,kültürde,maarifte,ziraatte,sanayide,adâlette…bir takım hamlelere girişmiştir.
Kalan 15 yılık ömrünü , yine , Türk Milleti’ni “Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak” için maddî ve mânevî kalkınmaya hasretmiş ve harcamıştır.
03 Mart 1924’te Din işlerini yürüten “ Şer’iyye ve Evkâf “ bakanlığının kaldırılmasıyla ,onun y erine Diyânet İşleri Reisliği ‘ni kurdurmuştur.
15-20 Ekim l927 tarihinde , siyasî olduğu kadar , büyük bir edebî hüviyete de sahip olan “Büyük Nutku”nu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okumuştur.
23 Nisan 1930’da, Osmanlı Devleti zamanında faaliyet gösteren “Târih-i Osmânî Encümeni “ adlı cemiyetin yerine , onun devamı mahiyetinde olan Türk Tarih Encümeni ‘ni kurarak, Türk Târihi’ne verdiği önemi ortaya koymuştur.
12 Temmuz 1932 tarihinde ise,Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurarak Türkçe’yi koruma altına almaya çalışmıştır.
Görüldüğü üzre, Mustafa Kemal , “ Diyânet İşleri Reisliği,Türk Tarih Encümeni (Türk Târih Kurumu) ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti “ (Türk Dil Kurumu) ile çok ehemmiyet verdiği “din-dil ve tarih” i müesseseleştirmiştir.
Mustafa Kemal, 29 Ekim 1933’te “ 10.Yıl Nutku”nu söylemiş , hem Türk Milleti’ne ve hem de cihâna büyük ve çarpıcı mesajla r vermiştir.
Bu tarihte, yâni l933’te, Mustafa Kemal , henüz ATATÜRK değildir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye bitirdiği 10. Yıl Nutku’nda, iftihar ettiği cumhuriyetin “TEMELİ”nin ne olduğunu şu sözleriye ifade ederek , Türk Milleti’nin geleceğine de her zamanki gibi ışık tutmuştur:
”Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü , temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan,Türkiye Cumhuriyetidir.”
Demek ki, Cumhuriyetin temeli, ”yüksek Türk kültürü”dür.
Bu “yüksek Türk kültürü” nün de , O’na göre üç mânevî köprüsü bulunmaktadır.Bakınız , bu hususta , yine 1933 yılında söylediği şu sözleri ne kadar ibret verici ve kayda değerdir:
”Bugün, Sovyetler Birliği dostumuzdur,komşumuzdur,müttefikimizdir.Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez.Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir,ufalanabilir.Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler.Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir.İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir…Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.Hazır olmak demek yalnız o günü susup bekleyerek değildir.Hazırlanmak lâzımdır.Milletler buna nasıl hazırlanır? Mânevî köp rüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür…İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür…
……Köklerimize inmeli ve hadiselerin böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Türkiye hâricindeki Türkler’in) bize yaklaşmasını beklememeliyiz.Bizim onlara yaklaşmamız gerekli….”
Mustafa Kemal’in ehemmiyet verdiği “üç köprü “ hiçbir zaman ihmâl edilemeyecek olan, millet olmanın üç ana unsurudur.Bütün tarihlerin reddi imkânsız üç temel direği,üç ana şartıdır.Bunlar,bizim Türk Milleti için : ” Türkçe -İslâmiyet ve Türk Târihi” dir.
Bunun için olsa gerek , Mustafa Kemal “10. Yıl Nutku” nda” : “ Millî kültürümüzü ,muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.” demektedir.Burada “üstüne “ kelimesine dikka t ederek öyle çalışmalı ve gelecek nesillere bu “millî nasihatı” doğru sunmalıyız.
Ve yıl, 1934’tür. 24 Kasım 1934 târihi, Mustafa Kemal’in, ATATÜRK unvanıyla adlandığı tarihtir.53 yaşındadır. Bunca mücâdeleli bir ömre nice nice başarılar sığdırmıştır.Gencecik bir insandır. Zâten, vefât ettiği zaman da 57 yaşındaydı. Yâni ,yine gencecikti.
Bir asker ve devlet adamı olarak çağını ihâta edip aşan ATATÜRK’ü, yine çağını ihâta edip aşan bir büyük mütefekkir şâir olan Necip Fâzıl kadar güzel ve şümûllü anlatabilen olmamıştır.1938’de ATATÜRK’ün vefâtı üzerine kaleme aldığı “ATATÜRK İÇİN” başlıklı makalesinin son bölümünde Necip Fâzıl şunları söylüyor:
“ Hiçbir Türk kendi devlet reisine bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümid edemezdi.Osmanlı İmparatorluğunun dünya ya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama hedef olabilmiş hükümdar yoktu.Avrupa’nın bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askerî kıt’alarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ya koşmuş olması gösteriyor ki ,Garp, Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır.Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan Millî Kahraman’ın ölüsü karşısında da hiçbir protokol kaidesinin almadığı ve hiçbir Garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkarmaktadır. Atatürk’ün, gözleri ile görmediği bu manzarayı biz yalnız gözlerimizde bırakmayarak keskin bir delâlet hâlinde şuurumuza sindirmekle mükellefiz.
O, Türk’ e hem Türk’ü, hem de Avrupalı’yı inandırabildi.”
(Necip Fâzıl Kısakürek , Atatürk İçin, Türk Tiyatrosu Mecmuası,Yıl:!0,Sayı:96,1 Kânun 1938,s.6-7 )
İşte , Mustafa Kemal Atatürk budur! Atatürk’ ü anlamak için , Mustafa Kemal ‘i iyi okumak ve anlamak gerekir!