Evet; (Acaba, niçin, " Roma'nın kalbini mızrak gibi delmiş Hunlar"?) diye sormamız ve bunu da cevaplandırmamız gerekir:
Şüphesiz ki, Türk; geçen uzun zaman içersinde, iç muhasebe yaparak kendini murakabeye tâbî tutmalıydı. Ancak; "yapmadı " ve " tutmadı ".
Kendini, ciddî ciddî sîgaya çekmeliydi. Ancak, "ciddî ciddî"yi bırakalım" ; çekmedi ".
Düşünün: târihin en eski milletlerinden biri olmasına ve yine târihin en eski devletlerinden olan Hun Devleti'ni milâddan önce 220'de Teoman tarafından kurmasına rağmen; yüz yirmiye yakını beylik, sultanlık, atabeylik, hanlık, cumhuriyet ve devlet olmak üzere on altı cihân devletini / imparatorluğunu dünya sahnesinde ihtişâmla şahlandıran Türk, hep " kuruluş" ihtişâmlarının câzibesiyle kendini anlatır ve bununla öğünürken, bu saydıklarımın parçalanışlarından, çöküşlerinden, yıkılışlarından ve dağılışlarından dudak ucuyla söz ederek, bunların hakikî sebeplerinin söylenmesinden çekinmiş, imtinâ etmiş ve bunları, birer " utanma vesîlesi sayarak", onlarla yüzleşmek için kendini hesaba tâbi tutmamış/ tutamamıştır.
Kaldı ki; kendisinin yakından veya uzaktan içinde bulunduğu her hâdisenin, her türlü târihî, kültürel, iktisâdî ve sosyal sebeplerini, öncesi ve sonrasıyla ele alabilen tek bir " sosyolojik tahlil kitabı" -derinlemesine değil- sathî olarak da mevcut değildir.
Mes'eleleri, " kuru târih bilgileri", yâni rakamların ötesinde, gelecek nesillere nakletmenin en emîn yolu, ilmî verilerle hâdiselerin naklininin yanında, " târih sosyolojisi"nin devreye girmesiyle mümkündür. Bu yolda; edebî san'atlar başta olmak üzere, sâir san'at dalları da üzerlerine düşeni yapmaktadır/yapmalıdır. Ancak; târih ilminin, bizi taşıyacağı mecrâ " hakikatlerin menşei "dir. Hattâ, öylesine ki, birbirinden çok uzak zaman ve mekânda cereyân eden hâdiseler, birbirleriyle irtibatlandırılarak ortaya konmalıdır. Meselâ...
Fâtih Sultan Mehmet Han'ın, 1453'te İstanbul'u ve 1461'de de T(ı)rabzon'u fethetmesinin hemen akabinde, yâni 1462'de, Çanakkale Boğazı'nın en dar yerine Kilitbahir Kalesi'ni yaptırmasının mânâsını derin derin düşünmek gerekir. 1915 yılındaki Çanakkale Zaferi'nde, bu ileri görüşlülüğün hiç mi payı yoktur? Düşündürülmelidir!..
Peki; kaç yüz sene sonra, " Roma'nın kalbi"nin Çanakkale önlerinde heyecanla çarpışının sebeplerini bize kim ve hangi ilim dalı îzâhla mes'uldür? Çanakkale önündeki İngiliz, F(ı)ransız askerleri ile onların uşakları hangi hizmetin(!) îfâsı için orada bulunuyorlardı? Düşündürülmelidir!...
Târihte bilinen en eski imparatorlukların en büyüğü olan " Büyük Hun İmparatorluğu", niçin ve nasıl ikiye bölünmüştür? Düşündürülmelidir!...
Bölünüp dağıtılmalarla, kimler hangi menfaatleri sağlamışlardır?Düşündürülmelidir!..
Bugün; sâdece " bayraklarına" bakarak göğüs kabarttığımız ve haritalarda varlıklarını hissettiğimiz " Büyük Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Batı Hun İmparatorluğu, Ak Hun İmparatorluğu, Göktürk İmparatorluğu, Avar İmparatorluğu, Hazar İmparatorluğu, Uygur Devleti, Karahanlılar Devleti, Gazneliler Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Harezmşahlar Devleti, Altınordu Devleti, Büyük Timur İmparatorluğu, Bâbür İmparatorluğu ve Osmanlı Türk Cihân Devleti " nerededir?
Düşündürülmelidir!..
Evet; (Acaba, niçin " Roma'nın kalbini mızrak gibi delmiş Hunlar?")
Düşündürülmelidir!..