Şâirlerin, fikirlerini, birer inci tanesi gibi içinde gizledikleri şiir telâkkîleri vardır. Bu telâkkîye bağlı olarak, tarz ve üslûp geliştirirler. Bu 'fikirler', bâzı şiirlerde, suyun içindeki şeker billûrları gibi görünmezler. Bâzılarında ise, hislerindeki sâkinlik veya coşkunluk derecesine göre bir göl üzerindeki çiçekler gibi görünür bir hâl alırlar ve o hâlleriyle gönüllere muhteşem bir 'âhenk' içersinde huzur, güven ve haz verirler.
Abdurrahim Karakoç, Türk şiirinde, hece vezninin en önde gelen isimlerinden biridir. Her şâir gibi, O da, şiirlerinde değişik mevzûları ele almasına rağmen, esas'ta, onları, 'insan ve toprak' üzerine inşâ etmektedir.
Tabiî ki, bu sathî ifademiz, yeterli değildir. "İnsan ve toprak üzerine inşâ", ne demektir?
'İnsan', 'millet'e; 'toprak' ise, vatan'a tevcihtedir. Millet, Türk milletidir; vatan, Türk milletinin yaşadığı coğrafya(lar)dır. Türk kelimesi, İslâm kelimesiyle kaynaşmış; vatan kelimesi, Turan'a kadar uzanır.
Türk-İslâm ve Turan, müşterek ülkülerle tezyîn edilmiş 'millî kültür' ile ifade edilir: Türk Kültürü!
Abdurrahim Karakoç için Kahramanmaraş-Elbistan-Ekinözü ne kadar vatan'sa, Anadolu'nun her köyü, kasabası, şehri de o kadar vatan'dır. Ekinözü ne kadar vatan'sa, Kırım, Kerkük, Doğu Türkistan, Üsküp, Bakü de o kadar vatan'dır.
Oğulları Türk-İslâm ile Enderhan'a ithaf ettiği "Hedef" başlıklı şiirinde, bu temenni ve ülküsünü en yakınları nezdinde herkese ulaştırmaktadır. Şiirin ilk iki mısrası bile, O'ndaki 'insan-toprak' münâsebetini îzâha yeterlidir:
"Çıktık Ötüken'den günün birinde,
Yıkandık Mekke'nin tevhid nurunda."
"Çıktık..."; 'biz'iz. Türk milletidir. "Ötüken" , ikamet ve çıkış/hareket merkezimizdir. "Tevhid nûru", Türk'ten asla ayırmadığı 'îmân' ışığımız/güneşimizdir.
Abdurrahim Karakoç'un iki şiiri var ki, ikisi de " Allah'ın izniyle " diye başlıyor. Dilâver Cebeci'ye ithâf ettiği "Senet" adlı şiirinde:
" Allah'ın izniyle Anadolu'ya,
Yağacak bir rahmet biz geleceğiz;
Sarıldı çekirdek toprağa, suya;
Durmaz bu hareket, biz geleceğiz!
(...) Kıracak kabuğu mukaddes mânâ;
Bin çakal vızgelir bir tek aslana.
İlân ediyoruz dosta, düşmana:
Geleceğiz elbet, biz geleceğiz!"
Şiirde; " Alah'ın izniyle..." ve " biz geleceğiz" ifadeleri, kilit ifadelerdir. Allah'ın izni/emri, îmânımızın temelidir. " Biz"; " Çıktık"taki "biz"in aynısı yâni Türk milletidir.
Şâir, her kelimesinde ve her mısrasında 'kararlı', 'hırslı' ve 'iddialı'dır.
Karakoç; "Senet" şiirindeki bu'kararlılığı,hırsını ve iddiası'nı,"Selâm" şiirinde de sürdürür. Aslında, "Selâm" şiiri, bir bakışla 'hamâset' şiiri gibi kendini gösterse de, içinde derin içtimâî-târihî-dînî ve millî telkinler bulunmaktadır. Hitabı ise, gelecek nesillere ümit, telkin ve tavsiyedir:
"Allah'ın izniyle millî devleti
Kuracak sizsiniz, selâm sizlere!
Mukaddes vatandan zulmü, zilleti
Sürecek sizsiniz, selâm sizlere!
Kutsal seren sayıp Tanrıdağı'nı,
Dikecek bozkurtlar Türk bayrağını.
Turan birliğinin altın çağını
Görecek sizsiniz, selâm sizlere!
Sizdedir cesaret, iman, intizam;
Bâtıla, taklide yoktur iltizam.
Herkese adalet, âleme nizam
Verecek sizsiniz, selâm sizlere!
Soyunuz neciptir, dâvânız gerçek;
Aydınlık yarınlar geldi-gelecek...
Türk-İslâm mührünü kalplere tek, tek
Vuracak sizsiniz, selâm sizlere!
Sabrımız taşarsa deliyiz-deli...
Ve bunu dost, düşman böyle bilmeli.
Türklüğü bölmeye uzanan eli
Kıracak sizsiniz, selâm sizlere!
Zalimin, hâinin, korkağın, körün
Açtığı yaralar derindir, derin!
Bu günkü hesabı inşallah yarın
Soracak bizsiniz, selâm sizlere!"
Şiirin hemen girişinde, ilk iki mısrasında, " Allah'ın izniyle", " millî devlet" ve " siz", ifadeleri, ardarda üç mihver unsurdur. "Devlet", millet'i toplayan ana çatıdır. Bunun da " millî"olması şarttır. Millî olmayanın 'devlet' olması düşünülemez.
Şâirin,"siz" dediği de, aslında "biz"dir veya "biz"in devamı olan gençliğimiz/istikbâlimizdir.
Burada, dikkat çekmek istediğim bir husus daha var. Şâir, son iki mısrada, " hesap" sormayı nefsânî bir tavır olarak düşünmemektedir. Tıpkı yukarıda " Allah'ın izniyle dediği gibi, burada da "inşallah" demektedir.
Çünkü; " İnşallah-İnşâallah (Ar. in "eğer", şâe "diler, ister ve Allah ile in-şâa'llâh)"Eğer Allah isterse, Allah nasip ederse" anlamında dilek sözü"dür .( Bknz: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, sy. 566)
Bunların ardından, diğer unsurlar sıralanır: "vatan, Tanrıdağı, bozkurtlar, Türk bayrağı, Turan birliği, adalet, necip soy, gerçek dava,Türk-İslam mührü,Türklüğü bölmeye uzanan el" ve "zalim, hâin, korkak,kör"den, " inşallah", "hesabı...soracak sizsiniz"
Şâir; bütün endîşelerini sıralarken, 'çözüm' çârelerini de, gelecek nesillere gösterir. Bunda da asla ümitsiz değildir. Hattâ 'ısrarlı'dır.
Abdurrahim Karakoç'un şiirlerinde 'sır' yâni, gizlilik, örtülülük, kapalılık yoktur. 'Gerçekçi şâir', tâbiri, tam O'na göredir. Hâdiseleri, büyük bir cesâretle, olduğu gibi nakleder.
Hicivlerinde, 'uyarıcı', 'îkâzcı', 'telkinci' ve çözümcü'dür. 'Tavsiye' ve 'nasihat' kelimeleri, O'nun hiciv tarzı için çok yumuşak kalabilir. Aşağılamaktan, hakarete varan söz söylemekten kaçınır. Ammâ, hicvin gereği ne ise, onu da yerine getirir. Bu bakımdan, 'iğne'leri, 'çuvaldız' seviyesindedir ve oldukça tesirlidir.
Şiirlerindeki fikir temeli 'İslâmî"dir. Hemen hemen her şiirinde iki temel unsur bulunur. Bunlar: Müslümanlık ve Türklük'tür. Bu yönden, tarzları farklı olsa da, Abdurrahim Karakoç'la, en çok Ârif Nihat Asya, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ve Yavuz Bülent Bâkiler'in müştereklik taşıdığını düşünüyorum. Bunların hiçbiri kuru, acındırmacı, yavan ve Anadolu'ya dışardan bakan bir 'Anadoluculuk ' hedefinde değildirler. Bu şâirler; Anadolu'da yaşamış, onunla hemhâl olmuş, bütün varlığını ve benliğini Anadolu'nun târihî hüviyetiyle kaynaştırmış gönül adamlarıdır.
Bu 'millet', Nuh aleyhisselâm'ın oğullarından Yâfes'in Türk adlı oğlunun neslidir.
Bu millet; Asr-ı Saâdet Dönemi'nden sonra İslâm'a en çok hizmet eden millettir.
Bu bakımdan, 'Türk ve İslâm' diye beyan edilen bu iki vasıf veya unsur , şâir Karakoç'un şiirlerinde dâimâ birinci p(i)lândadır. Ancak,hemen şunu ifade etmeliyim ki, Karakoç'un bu iki unsuru öne çıkarması, başka mevzûlara uzak durduğu anlamına gelmez. Çünkü İslâmiyet, ferdî ve içtimâî mes'elelerimizin hâlledilmesinde en önemli " Kılavuz"umuzdur. Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfler, aslî kaynaklarımızdır.
Karakoç'un, her sosyal hâdiseye bakışında ve ona çözüm arayışında, başta bu iki ana kaynak müessir olmaktadır. "Mihriban"daki aşkında da bu vardır, "Anadolu'da Bahar"ında bu vardır, "Hasan'a Mektuplar"ında da, " Bozkurt'a Mektup"ta da bu vardır.
"Mihriban'da n :
"Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban."
" Anadolu'da Bahar"dan:
"İlkbaharı geldi Anadolu'nun
Silifke'de çiçek açtı nar şimdi.
Her tarafı yeşillendi Bolu'nun
Sultandağı benek benek kar şimdi."
"Hasan'a Mektuplar"dan:
"Çok oku, çok düşün, çok şeyler anla
Aha bu mektubu alınca Hasan.
Mânalar iplikten incedir amma
Kelimeler biraz kalınca Hasan."
"Bozkurt'a Mektup"tan:
"Türkiye'nin ahlâkını bozanlar
Sosyalizme parketti mi yaz hele.
Vatandaşın derisini yüzenler
Karısına kürk etti mi yaz hele."
Abdurrahim Karakoç; insanımızın dertlerini birebir hisseder,yaşar , onlarla hemhâl olur, bu sıkıntıları salâhiyetli ve mes'ul mercilere en dokunaklı bir tarzda ulaştırır. Tıpkı "Hasan'a Mektuplar"ındaki gibi," Vasiyet", " Tohdur Beğ", "Hakim Beğ", "Mebus Beğ"... şiirlerinde de sosyal mes'elelerimizi çarpıcı bir üslûpla söylemekten çekinmez.
"Vasiyet" şiirinden:
" İmansız askerin, korkak paşanın
Bir boyuna, bir de enine tükür.
Kaçarken vurulup yere düşenin
Bir leşine, bir de kanına tükür."
"Tohdur Beğ"den:
"Avrat yeğin sayrı, benim karnım aç
Keyf için gelmedik bura tohdur beğ.
Fukara harcından yaz da bir ilâç,
Olsun derdimize çare tohdur beğ."
"Hakim Beğ"den:
"Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dâva dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağolun, o da öldü hâkim beğ."
"Mebus Beğ"den:
"Vallahi sıtkımı sıyırdım senden
Tiksintimi naz belleme mebus beğ.
Yoksulluktan yanan kara bağrımı
Isınacak köz belleme mebus beğ."
Abdurrahim Karakoç, Türk milletinin an'anelerini bütün incelikleriyle kavrayan bir yapıya sahiptir. Bu yüzden; iç içe, gönül gönüle beraberce yaşadığı bu milletin en hassas noktalarına kadar nüfûz etmesini çok iyi bilir.
Zâten O'nun, mizaç îtibâriyle, gayet rahat ifade edebilme hususiyeti vardır. Seçtiği kelime veya deyimleri kullanırken hiç zorluk çekmez. Hiçbir şiirlerinde asla 'yapmacık' yoktur. Gerek kafiye seçiminde ve gerekse mısralar arasındaki fikir bağlantılarında asla sıkıntılı-zorlamalı bir edâya rastlamamız mümkün olmaz. 'Rahat söyleyişi', şiirlerinin 'murakabesiz , başıboş olduğu' mânasında değildir. Kat'iyyen!..
Bir çok şiirinde, bir sohbet ânındaki konuşma edâsı vardır. Meselâ:
" Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dâva dedemden kaldı hâkim beğ"
Veya:
" Vallahi sıtkımı sıyırdım senden
Tiksintimi naz belleme mebus beğ."
Bunlardan sâdece ikisidir.
Yine; hem söyleniş, hem âhenk ve hem de ilgililerine verdikleri mesajın samimiyeti bakımından,
"Mihriban"daki:
" Sarı saçlarına deli gönlümü / Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü / Görmeyince sezilmiyor Mihriban"
Mısraları ile,
"Mebus Beğ"deki:
"Yoksulluktan yanan kara bağrımı
Isınacak köz belleme mebus beğ"
Mısraları ne kadar da müştereklik taşımaktadır.
Sözlerimi, O'nun, Türk millletinin nerelerden, hangi bâdirelerden sökün edip geldiğini, nasıl çile ve sıkıntılarla boğuşarak mücâdeleler verek bugüne ulaştığını ve bugün, dışından ve içinden ona musallat olan şer güçlerin kimler olduğunu ve yarınlara nasıl yürümemiz gerektiğini anlatan "Vur Emri" başlıklı şiirini naklederek bitirmek istiyorum.
"Vur Emri",aslında, "dur, düşün, aklını başına al ve yürü" emri'dir. "Vur Emri"; başındaki ve içindeki "vur" un aslî mânâsındaki 'şiddet, korku ve öfke'nin icrâsını veya îfâsını değil, mensuplarına 'uyarı' yı dile getirmektedir.
Şiirde görüleceği üzre, ana unsurlar peşpeşe sıralanmaktadır: Türklük, Bayrak, Fetih (Çağ açış), Allah, Toprak (vatan) birer târihî ve kültür unsuru olarak takdîm bulmaktadır.
Başta da ifade ettiğim gibi, şiirde, 'insan ve toprak' ile, bunların irtibatlı bulunduğu hususlara şâhit oluruz. Zîrâ; bir mısrasında geçen "Bu dine, bu ırka ve bu toprağa " ifadesi, mes'elenin özünü ortaya koymaktadır:
" Bir haber dolaşır semâda pulpul;
Kılınçlar bilensin, akın var Çin'e,
Yiğitler at sürer düşman içine,
Tarihe hükmeden bir ses duyulur,
Vur;TÜRKLÜK aşkına vur!
Yüklenir bir ülke oymak ve avul,
Sel olur ordular, batıya akar.
Uçar elden-ele bozkurtlu bayraklar,
Emreder bir başbuğ, sade ve vakur:
Vur! BAYRAK aşkına vur!
Karışır top sesi, nal sesi, davul...
Çağdan çağa çığır açar gemiler.
Bir hâkan atını denize sürer
Ve der ki "-Yıkılsın Bizans'ı koruyan sur,
Vur! FETİH aşkına vur!
Ya...İşte tarihin böyledir oğul!
Geçmişten hız alsın geleceğin de,
Göster Türklüğünü tunç bileğinle,
Bu dine, bu ırka ve bu toprağa
Sataşmak isterse herhangi gâvur:
Vur! ALLAH aşkına vur!
Parçalanmak istenir bir ülke, Anadolu'dur:
Şahlanır bir anda bin yıllık hınçlar;
Eser poyraz poyraz eğri kılınçlar,
Kütahya düzünde kelle savrulur
Vur! TOPRAK aşkına vur!"
Bu vesîleyle, O'nu rahmetle anıyorum. Rûhu şâd, mekânı cennet olsun!
OLAY GAZETESİ, 27-28-29-30 oCAK 2014, SY.8