İkisinin birbiriyle ne alâkası var diyenler olabilir. Lütfen biraz sabredilsin!..
Ayasofya Câmisi ibâdete açıldı. Yeni ismini de, “Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi” olarak, Arapça Rumca bir terkiple açıkladılar. Hattâ, Amerikancasını bile yanına yazdılar; yoksa ayıp olurdu: “The Hagia Sophia Grand Mosque!..”
The Hagia Sophia Grand Mosque, 29 Mayıs 1453 târihinde çağ açan büyük Türk Pâdişâhı Fâtih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethedişiyle Türk damgasıyla mühürlenmişti. Tâ ki...
Tâ ki, 16 Mart 1920 târihinde İstanbul, İngilizler tarafından işgâl edilinceye kadar!..
Peki, bu işgâl ne zamana kadar sürmüştü? Hatırlatalım: Bu işgâl, 16 Mart 1920’den, 06 Ekim 1923 târihinde, Mustafa Kemal Paşa tarafından başlatılan İstiklâl Harbi’nin sonuna kadar sürdü...
Yâni; 3 yıl 6 aylık uzun sayılabilecek bir zaman, Fâtih’in İslâm diyârı yaptığı İstanbul ve hâliyle Aya Sofya da, İngiliz esâreti altında yaşadı.
Peki; şu âna kadar, bir tek kişiden, İstanbul’un içinde bulunan Ayasofya’yı işgâl eden İngilizlere ve bu işgâle sebep olan ve fırsat veren zamanın yetkililerine, hiçbir “lânet” kelimesi duydunuz mu? Hayır, değil mi?
Çok güzel, çok hârika, çok fevkalâde, anladım da, mâdemki bir “lânet” gerekli görülmüştür, nasıl olmuş da, bu koskocaman İstanbul şehrini ve bugünün en çok konuşulan câmisini zaptedenler ve zaptettirenler, bu “lânet”e lâyık değildirler?
Ayasofya Câmisi açılmıştır!..Buna sevinmeyen hiçbir Türk evlâdı olabilir mi? Aslâ ve kat’iyyen!..Peki, Ayasofya’nın Türk mührüyle damgalandığı ikinci kurtuluş/kurtarılış hamlesi, niçin, hiç sözkonusu edilmiyor? Nasıl bir idrâkle karşı karşıyayız!..Kusur ayrı, kasıt ayrıdır!..
Ve peki; Ayasofya, İslâmî bakımdan mukaddes, dokunulmaz, birinci önceliğimiz olan bir mâbed midir ki, “Sıra, Mescid-i Aksâ’da” diye çığlıklar atılıyor? Niçin, ilk hedef, Mescid-i Aksâ değildir, neyi bekliyorsunuz? Ve dahası, 2020 yılı îtibâriyle, Ayasofya, kimin elindeydi ki kurtarıldı?
Lütfen dikkatle okuyunuz: “Câmi’lerin efdali Kâ’be-i mu’azzama, sonra, bunun etrâfındaki (Mescid-i harâm), sonra Medîne-i münevveredeki (Mescid-i Nebî)dir. Sonra, Kudüsdeki (Mescid-i aksâ), sonra, Medîne-i münevvere şehri yanındaki (Kubâ) mescididir.” (Bknz. Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye, Hüseyn Hilmi Işık, Hakîkat Kitâbevi Yayını , Yüzonikinci Baskı, İstanbul, Sf. 246 )
Peki, Ayasofya, bunların neresindedir? Bir hâdiseyi, ne olduğundan fazla ve ne de olduğundan az görün/kabûllenin/değerlendirin. Tevâzûnuz, başarınız olsun. Yaygarayla; kimse, kimseyi kandırmaya da çalışmasın!..
Milletçe sevinmemizi, coşmamızı elbette ki, çok normal karşılarım. Karşılarım da ne demek, alkışlarım. Söylediğim gibi, bundan iftihar etmeyen Türk’ün, milliyetinden de îmânından da şüphe ederim. Hukuken bizim mekânımızda olan/toprağımızda bulunan Süleyman Şâh Türbesi’nin şu anda niçin esas yerinde olmadığının da îzahını isterim.
Elbette sevinelim ve coşalım!..Haykıralım ve kükreyelim de, şu “Akdamar Kilisesi” için “Devlet Bütçesi”nden harcanan paranın da hesabını bilelim!..Akdamar, sâdece bir numûne!.. Akdamar ve Sümelâ gibi, onca kilise, bizim paralarımızla tâmir edilip açılırken susanların şimdiki haykırmalarını ‘yapmacık’ ve ‘riyâlı’ buluyorum.
Fener Rum Patriği, Sümelâ’ya turist olarak mı gitmişti/gitti? Akdamar Kilisesi için özel olarak sipariş verilen haç’ta, mâsûm Müslüman Türk kızlarının hiçbir izi yok mu idi?
Ekim 2012 târihli (yâni bundan sekiz yıl önce) Erciyes Dergisi’nde yayınlanan oldukça uzun “Türk Dili’nin ve Türk Kültürü’nün Kimyâsı’na Dâir” başlıklı makalemden bir nakil yapmak istiyorum:
“Bu husustaki bir değerlendirmeyi, Devlet Eski Bakanlarımızdan Sadi Somuncuoğlu’ndan okuyalım:
“Başbakan devam ediyor: Bununla da kalmadık. Dediler ki “Sümela Manastırı’nda ayin yapmak istiyoruz. “Hay hay” dedim. Geçen yıl Sümela Manastırı’nda gittiler Sayın Patrik, tüm heyetiyle beraber, yaklaşık 3 bin kişi filân orada ayinlerini yaptılar. Aynı şekilde Tarsus’ta Alman dostlarımız bizden ricada bulundular. “Her yıl burada ayinlerinizi yapabilirsiniz” dedik. Onların bu şekilde önünü açtık, onlar orada ayinlerini yapıyorlar. Aynı şekilde Van’da Ermeni Ortodoks Kilisesi yıkılmak üzereydi. O kiliseyi kendi kasamızdan restorasyonunu yaptırmak suretiyle orayı da ibadete açtık. Daha başka örnek vereyim mi? Ülkemizde bulunan ne kadar farklı dinî azınlık varsa hepsinin ibadetini yapma noktasında garantisi benim, sigortası benim. Hepsi ibadetini rahatlıkla yapar.” (Bknz. Sadi Somuncuoğlu, Avrupalılara “Fırça”nın Arkası, Yeniçağ Gazetesi, 16 Nisan 2011, Sf.10)
Peki; biz,-farâza- hangi Avrupa devletine, bir câmi açmaları ricasında bulunsak, bize, onu, “Hay hay! Siz, asla zahmet etmeyin, biz, onu, size yük etmeyiz; kendi bütçemizden ayırdığımız paralarımızla inşâ ederiz” der. Kaldı ki; biz, kendi paramızla bile pek çok Avrupa ülkesinde yapılan câmilerimiz için zorluklarla karşılaşmıyor muyuz? Batı T(ı)rakya’daki Türk câmilerinin perîşan hâline çâre mi bulundu? Macaristan’da yıkılan câmilerimizin sayısını biliyor musunuz? Çin’de, Müslüman Türkler nasıl ve nerede ibâdet yapmaktadırlar? Bugüne kadar, farklı dînî azlık’ların ibâdetlerini yapmasına kim karışıyordu ki, şimdi, onlara, bir -yeni- ikrâmda bulunulsun? Akdamar Kilisesi’ne, onca paramız dökülünce mi, tepesine haç taktırılınca mı, kilise kıymete bindi, cemaatten dolup taştı? Bunun tek vazifelisi Türk Devleti mi idi? Peki; Sümela’nın açılışından sonra, T(ı)rabzon sokaklarında, sırtında “Pontus” yazılı tişortlarla dolaşan gençlerin vebâlini kim ödeyecektir? Ya, “kendi kasamızdan” ödenen” Türk liralarının hangi hizmete sunulduğu noktasındaki öksüz/yetim haklarını kim telâfi edecektir?
Akdamar Kilisesi’nin nasıl bir ihânet üssü olduğunu ve dehşetin ne kadar hâinâne bir vasıf taşıdığını, Arzu Özok’un, Erciyes Dergisi’nin Şubat 2012 tarihli nüshasında yayınlanan “Tecâvüz Adası” başlıklı ibret verici makalesinden bir bölüm naklederek kör zihinleri uyandırmk istiyorum:
“Van Gölü’nün ortalarında, vapurda pusuya yatan Ermeni Çeteleri, insafsızca Türk çocuklarının tamamını keserler ve göle atarlar. Van Gölü’nün suları Türk’ün kanı ile kırmızıya boyanır. 1.723 mâsûm Müslüman-Türk kadınına tecâvüz edildikten sonra katledilerek, onlar da Van Gölü’nün sularına bırakılır ve tecâvüz ettikleri kadın/kızlardan 106’sı da intihar eder. Ayrıca; genç olanlardan 274’ü de “sürekli tecâvüz” maksadıyla bu hâin kilisede tutulur!”
Bu hâin kiliseyi “kendi kasamızdan”, yâni fakîr-fukaranın, öksüz/yetimin, benim-senin hakkımdan, tam 2.600.000 TL (İki milyon altıyüz bin Türk Lirası) harcayarak tâmir ettirdik. Tepesine de, “haç” kondurup, alkışladık!!!
Ve...hulâsa olarak;
The Hagia Sophia Grand Mosque ile, “Tecâvüz Adası’ndaki Akdamar Kilisesi”nin muhasebesini yapmayı ise, kör idrâklere sunuyorum!..
Başlığımı, “AKDAMAR’DAN AYASOFYA’YA” koymamın sebebi, inşâ-Allah, bu kişilerce anlaşılmış olur!..