Bu millet böyle değildi...
Bâzı değerleri hapsedilmiş olsa da, mâzîden intikal eden hârika alışkanlıkları vardı!..
T(ı)ramvaydayım...Toplu taşımacılık bu olmasa gerek...Hani, hıncahınç denir ya o cinsten!..
Böyle bir taşımacılık dünyanın neresinde vardır onu da bilemem...
Bunun, 'milletle' ne alâkası mı var, denebilir!..Var, elbette!..Söyleyeyim!..
İlk "metro"ya binişim 1973'te, Paris'te...Sanmayınız ki, öyle ahım-şâhım bir gezi için gitmiştim...Hayır!..Tam
elli yüksek okul öğrencisini s(ı)taj için götürdüğüm Pau şehrine geçerken, birkaç saatlik Paris molası, o kadar! Tabiî ki,
bir de, dönüşte birkaç saat...
Türkiye'de, henüz ne olduğunu kavrayamadığımız bir zamandaydık...
Şimdilerde, metrolar, t(ı)ramvaylar pek çok şehrimizde ulaşım vasıtası...Çok memnuniyet verici...
Mavi koltuklar; hâmilelere, sakatlara ve ihtiyarlara/yaşlılara tahsis edilmiş...
Peki; hâmile kim, sakat kim, yaşlı kim? Kimi, kimden ayıracağız ve tasnif yapacağız?
Otuz-otuz beşinde biri gözümün içine baka baka oturuyor mavi koltukta...Varsayalım ki, 'mavi' değil de
ötekilerden, kırmızılardan birinde..Tabiî ki, elinde cep telefonunu kendine siper etmiş, zavallı!..
Aslında ben, oturmaktan çok ayakta durmayı, ayakta durmaktan çok yürümeyi ve yürümekten çok da koşmayı tercih
eden biriyim.
Çünkü, hem s(ı)por yaptım ve hem de hâlâ yapmayı severim...Ancak, mes'ele bu veya o değil!..
Ya ne?
Oturanların tavrı?
Bunun için, bu millet, eskiden böyle değildi, diyorum.
Geçen sene, saçları beyazlaşmış, yüzünde kırışıklıklar belirginleşmiş bir zat bana dedi ki:
- Ağam, sen, benden biraz daha yaşlı görünüyorsun, buyur otur!
Tavrını sevdim...Gülüştük..Bir de, "Buyur!" diyor. Nezâketi görüyor musunuz!..
Dedim ki:
- Yaş kaç?
-Yetmiş, dedi.
- Haklısın, dedim. Ben, senden, tam beş yaş büyüğüm!..
Yine gülüştük ve ısrarla yerini bana verdi.
Şimdi, bir yaş daha büyümüş olarak, yarı yaşımızdaki insanlar, mavi koltukta oturuyorlar da, yer vermiyorlar!
Anlatabildim sanıyorum!..
Birkaç durak geçtik...Herhalde zatın inme vakti yaklaşmış olmalı ki, gerine gerine, kasıla kasıla ayağa kalkarak
,dudak ucuyla bir ikrâm dâveti yaptı:
- Biraz da sen otur dayı! dedi.
Bu tavır, hakîkaten, tevâzû(!)ya büyük bir numûne(!)ydi!..
Maarif sistemimizin bizi taşıdığı merhale bu olsa gerek!..Çünkü; bir süre önce, Devlet'in en selâhiyetlisi
bile "eğitimde, kültürde ve sanatta" başarısız olduğumuzu beyan etmedi mi?
Zâten geriydik...Demek ki, biraz daha geriledik...
Fakat...Bizim, Türk milleti olarak, Müslüman olarak, bir yardımseverlik yapımız vardı...Ne oldu da, bunlar
köreldi/köreltildi, budandı, tırpanlandı, hatta silindi?
Peki; "İstanbul beyefendisi/İstanbul hanımefendisi" tâbirini duyanımız var mı?
Peki; "Adam gibi adam!" tâbirini duyanımız var mı?
"Delikanlı adam, nezâket timsali adam, çok babacan adam, çok cömert adam" veya "Ne Osmanlı
kadın!" ifadelerini duyanımız var mı? Yok!..
Nereye gitti bunlar?
Şunu bilmek gerekir ki; binaların yükselmesi ve artması, boyunların k(ı)ravatlanması, binitlerin
Avrupalılaşması veya Japonezleşmesi, asla, medenî olmak mânâsında gelmez.
Her cepte bir telefonun ötmesi, batı markalı sigaraların tüttürülmesi medenî olmak değildir.
Okuma oranımız binde birlerde yani düyanın en gerilerinde...
Yani; millet olarak, gazetelerde "fotoğraf" okuyuruz...Evet, yanlış okumadınız: Fotoğraf!..
Telefonlarda, "Messenger", "WhatsApp", "Facebook" okuyoruz!
Ondan sonra, meydanlara çıkıp birbirimize meydan okuyoruz!..
Bütün mârifetimiz bu!..