Bu yazımda, sâdece dört beytimi sunuyorum.
Bunu, az görenler olabilir!..Bence değil!..Lütfen okuyunuz!..
Aslında; ‘düşündükçe’ görülecektir ki, herbir beytin, başlıbaşına en az bir makaleyi ihtivâ edebildiği ve onda, bir dâvânın/bir mes’elenin/bir çözümsüzlüğün/ bir nemelâzımcılığın/bir işbilmezliğin/bir beceriksizliğin veya bir vurdumduymazlığın ortaya konuluşu tespit edilmiştir.
Hazret-i Mevlâna, Mesnevî’de şöyle buyurur:
“Boş söz, hiç gerçeğe eş olur mu? A kardeş, sen, o düşüncesin ancak; ondan başka neyin varsa kemiktir, kıldır. Düşüncen gülse, gül bahçesisin; dikense külhâna atılacak odunsun.” (Bknz. Mesnevi ve Şerhi, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Cilt: 2, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2000, Sf. 70)
O hâlde, birinci beytimden başlayayım:
Hissiz Kafa
Yanarken cayır cayır her canlı, börtü-böcek;
Seni, ey hissiz kafa, târihe kim gömecek?!
İkinci beyit:
Değil
Siyâsetin mekânı câmi avlusu değil;
Sel sürmüşse vâdiyi, kabahatli su değil!..
Üçüncü beyit:
Soru
Câminin avlusunda, kimse sormuyor, ona:
“-Müslüman diyârında niçin serbesttir zinâ?”
Dördüncü beyit:
Dereyatağı
Ne denizi bilirsin, ne havayı, ne dağı!
Gafil! Nasıl dost olsun, sana, dereyatağı!..
O hâlde;
İnsan, düşünceden ibâret değilse, nedir?