Millî eğitim, bir ülkenin insan yetiştirmesini sağlayan ve istihdamını ayarlayan en önemli faaliyet merkezidir. Bu sebeple; kendini mes’ul hisseden herkesin görüş beyan ederek istifadeye sunması şarttır. Çünkü; insan, varlıkların en değerlisi olarak ne kadar iyi yetiştirilirse, vatanımız da, dünya da o kadar huzur ve sükûn içinde bulunur.
Eğitime, temel teşkil eden iki unsur vardır: Biri, ‘öğretmen’; diğeri ise, ‘öğrenci’dir. Bu ikisinden biri olmadan, maâriften bahsedilemez. Bunlardan da, birincisi, ikincisini yetiştireceğine göre, ilk ve her şeyden önce ‘öğretmenin yetiştirilmesi’, üzerinde durulması gereken asıl husus olmalıdır.
Öğretmensiz ve öğrencisiz bomboş bir bina neyi ifade eder? Kütüphâne, s(ı)por salonu neye yarar? Bomboş koridorlar ve sınıflar kiminle hâlleşir? Koşuşmasız, çığlıksız, ıpıssız okul bahçeleri kime hitap eder? Zil sesi duyulmayan kuru duvarlar, insanda hangi hissi uyandırır?
İnsanlar, ömürleri boyunca analarının- babalarının, dedelerinin- ninelerinin, bir de öğretmenlerinin ve komutanlarının hâtıralarıyla yaşarlar.
Annem- babam “Dedi ki”yle başlar, ninem- dedemle devam ederek âile içi, öğretmen(ler)im “Dedi ki”yle okul hâtıraları ve komutan(lar)ım “Dedi ki”yle de askerlik hâtıralarıyla hayat sürer ve gelecek nesilllere yol açarlar.
O hâlde; öğretmen yetiştirmeyi esas alarak temeli kavi tutmalı ki, bina sağlam bir şekilde yükselebilsin!
Ne yazık ki; öğretmenlik mesleğine temel teşkil eden öğretmen okulları/liseleri tamamen kapatılmış durumdadır. Kanaatim odur ki; önce, öğretmen fakültelerine/yüksek öğretmen okullarına/eğitim fakültelerine temel teşkil edecek olan bu okulları açmak ve faaliyete geçirmek gerekir.
İyi öğretmen yetiştirme hedefinden sonraki ilk merhale, ‘iyi insan/iyi öğrenci yetiştirmek’tir. Sonra, bütün diğerleri gelir...Veliyle irtibat, kitap, hangi tahta ise o tahta, defter, kalem, silgi, açacak, sıra, laboratuvar, kütüphâhe, s’ı)por ve konferans salonları...elbette ki, bilinen tâli unsurlar olarak ihtiyaçtırlar.
Şimdi gelelim bugünlere..
Bu günlerde, -görünürde, esasa müessir bir faaliyet olmasa da- bu hususta bâzı sözler ortalıkta dolaşmaktadır.
Daha önce de ifade ettim; “Önce Öğretmen” demeyip, öğretmen yetiştirme mes’elesine köklü çözüm getirilmedikten sonra, yapılacak bütün faaliyetler beyhûdedir. Bilinmelidir ki, sistemi insan kurar ammâ sistem de insanı yetiştirir. Bu iki husus, yumurta -tavuk misâlidir...Şu anda, bunu, müşterek ilerletmek mecbûriyetindeyiz.
Demek ki; millî eğitimin temeli de, gövdesi de, çatısı da, öğrencisiyle el ele verip, kalb/gönül ummânında kucaklaşıp, beyin/akıl/bilgi seferberliğiyle çalışan öğretmen’dir.
O hâlde;
*İlk hamlenin öğretmen yetiştirmek olduğunu tekrar ederek, insan-sistem münâsebetini çok sağlam ve mükemmel tesis etmeliyiz.
*Öğretmen yetiştiren okullarda/fakültelerde okutulan Eğitime Giriş, Eğitim Psikolojisi...gibi derslerde millî kültürümüz ve fikir adamlarımızın görüşleri esas alınmalıdır
Başka ne mi yapmalıyız?
*Çocuklarımızın zekâ, kaabiliyet ve isteğine uygun sistemi kurmalıyız.
*Taşımalı/dolmuşçu sisteme âcilen son vermeliyiz.
*Köy okullarını en kısa zamanda faaliyete geçirmeliyiz.
*Okul kitaplarının içini, güzel, anlaşılır, konuşulan Türkçe’yle (uydurmaca ve yabancı kelimelerden arındırarak), sâde bir üslûpla teferruattan kurtarmalıyız.
*Kitaplar çok kalın ve hantaldır. Defterler de aynı durumdadır. Buna son vermeliyiz.
* Yabancı dil dersleri, maalesef ilkokul ikinci sınıf seviyesine indirilmiştir. Henüz Türkçe kavratılmadan ve tek dille âdeta Türkçe’ye alternatif bir lisân ortaya çıkarılmıştır. Bu yabancı dilin de -üniversite sonuna kadar- maalesef öğrenilmediği, p(i)sikolojik sıkıntıları ve zaman isrâfını da beraberinde getirdiğini müşâhede etmekteyiz.
Kaldı ki; üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü hâricindeki fakültelerinde (tıpta, mühendisikte, ilâhiyatta...), ortaöğretimde yeterince öğretilemediği gerekçesiyle Türkçe dersi okutulmaktadır. Böyle bir sistemin ilkokuluna mecbûrî İngilizce konuluyor...”Yazık” demez misiniz?
* Yabancı dil çeşitlendirilmesiyle, İngilizce-Rusça-Çince-Japonca-Arapça-İspanyolca-Almanca-Fransızca gibi dillerin biri, dünyanın iktisâdî ve kültürel durumuna göre tercihli olarak okutulmalıdır.
* Öğrenci, bu lisânlardan hangisi okumak istiyor ise; 1. Çocuğun zekâ ve kaabiliyet duruma göre, üst seviyeli olanlara mutlaka, mecbûrî, 2. İlmî çalışmaları ve hedefleri bakımından üst seviyeli bir lisana ihtiyaç duymayanların da ihtiyârî olarak demokratik/insânî hak talebi karşılanmalıdır. Böylece; hem herkesin, bir dil öğrenme mecbûriyeti olmamış olur, hem de, çok daha farklı dillere yönelmiş oluruz.
*Öğretmen ve öğrencilere tanınan kılık kıyafet serbestliği, maalesef, lâçkalığa sebebiyet vermiştir.
*S(ı)por salonu bulunan okullarda, bu salonlar, daha ziyâda belli s(ı)porları yapan öğrencilerden başkasının istifadesinde değildir. Beden Eğitim derslerine önem verilmeli, bir saatlik beden eğitim dersine ilâve olarak bir saatlik de folklör dersi konulmalıdır.
*Aynı şekilde konferans salonu bulunan okullarda da, ders yoğunluğu sebebiyle gereken isitfade sağlanamamaktadır. Artık, müsamereler yoktur. Sınıf günleri, anma günleri hayâlden ibârettir...
*Hele kütüphâneler...sâdece göstermelik olarak sınıflarda veya belli odalarda birer tabeladan ibârettir.
* 4+4+4 sisteminden vazgeçilmeli, eskiye dönülmelidir. Hattâ, bilinmelidir ki, liselerin dört yıla çıkarılmasıyla hiçbir kazanç elde edilmemiştir. Sâdece zaman kaybı olmuştur. Bu süre, ne yabancı dil öğreniminde, nematematik, ne Türkçe ve ne de diğer derslerin geliştirilmesinde müspet bir rol oynamıştır.
*Okul bahçeleri, hemen hem hep betondur. Üstelik, öğrenci sayılarına göre çok dardır. Hele de kış mevsiminde, çocuklar, havasız sınıflarda ve daracık karidorlarda kıvranmaktadırlar. Bahçesinde ağaç ve çiçek olan okullarda da, -haklı olarak, imkânsızlıklar sebebiyle- bu bahçelere girilmesine ve bu çiçekleri koklamaya bile izin verilmemektedir.
*Her fakültenin alt birimi olarak liseler açılabilir. Nasıl ki, şimdiye kadar, Öğretmen Liseleri , eskiden Eğitim Enstitülerine; Askerî Liseler, Harp Okulları’na; İmam-Hatip Liseleri, İlâhiyat Fakültelerine öğrenci yetiştiriyordu; bunlar, aynı şekle dönüşüp; meselâ, ziraat liselerinin ziraat fakültelerine, hukuk liselerinin hukuk fakültelerine, elektrik veya motor mezunlarının ilgili mühendisliklere, edebiyat liselerinin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerine, veteriner liselerinin veteriner fakültelerine...öğrenci yetiştirmesine imkân hazırlanarak, k(ı)lâsık lise tâbir edilen düz liselerin yerlerini bu liselere bırakması mümkündür.
Bu okulların, diyelim ki, elektrik bölümü öğrencisi, sâdece mühendislik için müracaat edecek, kazanamaz ise, ara elemanı olarak bulunduğu yeri muhafaza edip, orada istihdam edilecektir. Böylece; her sahadaki iş bölümü en az lise seviyesine inecek ve anabilim dalıyla ilgili tecrübe daha erken zamanda başlayacaktır.
* Şurası da bir gerçektir ki, ülkemizin nüfûsu, coğrafî yapısı ve iklim şartları, -otuz otuz beş sene evvel teklif ettiğim-, “bir yılda iki sınıf geçme” ye çok müsâittir. Bu iş, zor değildir. Bunun için, takvimi elimize alıp, birkaç saat dikkatlice incelememiz kâfidir.
Bununla, öylesine inanılmaz bir hız kazanırız ki, sormayın!..Çünkü; o kadar çok tatil günümüz var ki, neredeyse, senenin üçte birini tatille geçiriyoruz!..