a. Emperyalizm Hakkında
Necip Fazıl'ın şiirlerinde, muazzamla ifade edilebilecek derecede bir metafizik derinlik bulunmasının yanında, aynı muhteva genişliğinde ve hâdiseleri ihâta edici bir hüviyetle sosyal mes'eleleri tespit ve bu tespitlere neşter vurup çâre bulmak cihetinden de, aynı derecede bir hâkimiyet mevcuttur.
Necip Fâzıl, îmânî/İslâmî bilgisinin/tefekkürün yanında, millî hassasiyetleri de pek yüksek bir mütefekkir şâirimiz olması bakımından, bütün beşerî şemalarda en yüksek perdeden telkin ve tavsiyelerini sürdürür.
Bunun temelini de, İslâmî ve millî değerlere, herhangi bir kem bakış/hücûm/saldırı/taarruz olduğu zaman, büyük bir cehd ile karşı duruş gösterir.
Tabiî ki; bu karşı duruşa sebebiyet veren "emperyalizm"in ne olduğu hakkında kısa da olsa bir târîf gereklidir.
F(ı)ransızca'dan dilimize giren bu kelime: "Hâkim halkın elindeki merkezî iktidârın, ırk veya kültür bakımından farklı halkları ve milletleri sömürmek amacıyle yönetimi altında toplama politikası, yayılmacılık. " (1) olarak târîf edilir.
Kısacası; emperyalizm, bir cemiyetin bir başka cemiyeti, meşrû veya gayri meşrû kurulu bir sistem vasıtasıyla, haksız yere, maddî ve mânevî cihetlerden sömürerek 'çökertme' faaliyetidir.
Emperyalizm, sâdece, devletlerin sınırlarını değiştirme veya genişletme hareketi de değildir ki, bu faaliyet, hiç durmadan yâni devamlı taarruzî vaziyettedir.
Emperyalizm; kişiden cemiyete, cemiyetten devlete ve devletten devletlere uzanan, gizli veya alenî yıkım hareketidir. Bu hareket, çağımıza mahsûs olmamakla birlikte, çağımızın vazgeçilmezidir.
Emperyalizmin yönü yoktur. Hangi ciheti müsâit görürse, oraya akar ve saldırmaktan geri durmaz. Hesabını, uzun vâdeli ve çok p(i)lanlı yapar. Sabırlıdır ammâ çok fırsatçı, acımasız hattâ gaddardır.
İnsan haklarını, hukuku, hürriyet ve demokrasiyi "çok iyi tatbik etmez", sâdece kullanır. Maşalarının târîfi yoktur. Her vasıta, emperyalistler için meşrûdur. En mevki, makam ve rütbe sâhibinden, en zengine kadar, kendilerine tâbî olup hizmet yapabilecek herkes buna dâhildir.
Emperyalizm; bâzen bir pusu/tuzak, bâzen görünen bir kaatil, bâzen koluna girmiş en yakın dost, bâzen demokrasinin bir numaralı müdâfî, bâzen de adâletin yegâne sembolüdür. Bunlara rağmen; her ân, elindeki bütün maddî ve mânevî sermâyeyi almaya ve boğazını sıkmaya hazır bir canavardır.
b. Necip Fâzıl'ın Değerleri
Necip Fâzıl; hayâtı boyunca iki önemli vazgeçilmez değer tanımıştır. Bunlardan biri, İslâmiyet; dîğeri de Türklük'tür.
Bu iki temel unsura bağlı olarak, 'dîn, millet, bayrak, vatan, dil' mevzûları da, herhangi bir kişi, zümre, kuruluş, cemiyet veya devlet/millet tarafından rencîde edilmeye kalkışılırsa, orada, mutlaka Necip Fâzıl'ın karşı duruşu görülür.
Bu bakımdan, alenî veya mecâzlarla, her türlü emperyalist düşünce ve tavırlarla mücâdele içersinde bulunmuştur.
Bir de şu var ki; Necip Fâzıl, 1983 yılında vefât etmiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti henüz dağılmamıştır. Komünist rejim, olanca tahribatıyla sürüp gitmektedir.
c. Hedef: Türk Gençliği'nin İstikbâli
Bu hususta, önce, O'nun, nesir yazılarından örnekle başlamak isterim. Türk gencine hitâbındaki şu can alıcı nokta, bu duruşun en vurgulu, en uyarıcı ve en uyandırıcı hâlidir:
"Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlanmıştır; ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!
Beynelmilel fesat erkân-ı harbiyesi Yahudiliğin, kâh emperyalist, kâh komünist, kâh liberal cepheden, fakat daima murakabesiz bir taklitçilik ve hesabı görülmemiş bir ilericilik telkiniyle yürüttüğü bu tesir, her şeyden evvel, senin, mutlak temele dayalı mükemmel ahlâkını didiklemeyi hedef tutar. Ondan sonra kafanı herc-ü merce uğratmak, senin bütün gerçek kahramanlarını düşürmek ve sahtelerini, yâni emirleri altındakileri yükseltmek...Bu iş için siyasî recüllerden, sözde ilim adamlarına, sanatkârlara iş ve servet otoritelerine kadar, devir devir, müstemleke-şahsiyetler bulmakta hiç zorluk çekmemişlerdir. Düşün!" (2)
"Türk bütünlüğünü çürütmeye memur...kök kurutucu aşılar hazırlayan"ların tanınması, onlara karşı tedbirlerin alınmasının zarûretini îzaha lüzum var mı? Şâir; bu büyük endîşesini makam sâhiplerine duyurarak, Türk milletini ve istikbâlimizin teminatı Türk gençliğini uyarmaktadır.
d. Şiirlerinde Emperyalizm Örnekleri
Necip Fâzıl; oynanan bu emperyalist/sömürgeci/müstemlekeci tavırda, iki büyük siyâsî gücü öne çıkarır ve "Oy" başlıklı şiirinde şöyle der:
"Türk'ü kıskaca almış
Rus ayısı ve kovboy."(3)
Kıskaca alınan "Türk"tür. Alanların biri, kapitalizmin, dîğeri de târih îtibâriyle Türk'e hiç dost olmayan/olamayan sosyalizmin/komünizmin temsilcilerinden biri olan "ayı" sembollü Rusya'dır.
Emperyalist düşünce ve tavır, elbette ki, bu ikisiyle başlamadı ve bu ikisiyle de sınırlı değildir. Ancak, bu ikisi, son devir emperyalizminin büyük öncülerinin sâdece ikisidir ki, bunlara, zaman zaman da "süper güç" ismi verilmektedir.
Umûmî tavrıyla, emperyalist, çok kurnaz ve acımasız bir avcı'dır. "Büyük balık küçük balığı yutar" düşüncesinin, bu dünyadaki tatbikatçıları, bunlardır. Emperyalist tavırda, her türlü vasıta meşrûdur. Her türlü uyuşturucu, afyon, eroin, alkol, kadın, insan ticâreti..bunların başlıcalarıdır.
Emperyalizmin, hem maddî ve hem de kültürel hedefleri vardır. Hücûmları, dâima iki cepheli ve dengelidir.
"İnsanlar, zayıf düşmeyegörsünler...Yalnız "dostlarını" kaybetmekle kalmazlar, bu hâlleri ile "düşmanlarına" da korkunç fırsatlar vermiş olurlar. Bu hüküm fertler için doğru olduğu gibi, müesseseler, cemiyetler, milletler, ırklar, devletler, kültür ve medeniyetler için de doğrudur.
Mesele, İslâm Dünyası için de aynıdır. Gerçi, İslâm Dünyası, bütün tarihi boyunca, "düşmanlıklara" mâruz kalmış, iç ve dış ihanetlerle yıpratılmak istenmiştir. Fakat, İslâm Dünyası'nın, son "iki asır" içinde mâruz kaldığı ihanetlere, iç ve dış düşmanlıklara hiçbir dönemde rastlanılmamıştır sanırım.
Kapitalist, komünist ve siyonist emperyalizm, şimdi İslâm Dünyası'na çullanmış, çeşitli hile ve tertiplerle kültür ve medeniyetimizi tahrip etmekte, zenginliklerimizi yağmalamakta, "çağdaş metod ve teknikler" ile kafalarımızı ve gönüllerimizi esir almakta, bunlardan daha feci olanı, bizi "din" ve "milliyetimizden koparmakta, bizde derin bir "aşağılık duygusu" meydana getirerek "kendi kendimizden utanır" duruma sokmak istemektedir. " (4)
Bu sebepledir ki; sâdece iki büyük güç olan "Rus ayısı ve kovboy" yâni sâdece ABD ve Rusya değil, Garp/Batı veya Haçlı diye vasıflandırılan büyük güç birliği, emperyalizmin esasını teşkil etmektedir. Geniş çaplı düşünüldüğünde, İslâm Dünyâsı dışındaki güçbirliğidir. İslâm Dünyâsı'nda da, birinci hedef Türk Milleti'dir.
"Avrupalılar'ı bir haçlı seferine ilk defa davet eden 1002 de Papa II. Sylvester'dir. Fakat Sylvester bu arzusunu gerçekleştiremedi. Çünkü Müslümanlığı kabul eden Türkler, Bağdat'taki halifelerin savunmasını üzerine aldılar. Orta Asya'dan başka Suriye ve Mısır'ı da hâkimiyetlerine kattılar. Sonra Papa VII. Gregorius geldi ve 1075'de bütün Avrupa krallarını Müslümanlarla harbe çağırdı. Ancak bu arzu, bu kere de fiiliyat sahasına çıkamadı. Bundan 20 sene sonra Haçlı Seferleri'nin başlaması ile Türkler'in İstanbul'u almaları 350 yıl gecikmiş oldu." (5)
Aslında; "Batı(lı), Türk'le, binbeşyüz senelik bir mâzînin hesaplaşmasını yapıyor. Nereye göz atıp temaşâ etsek, Batılı'nın, Atillâ'dan beri, aynı hislerinin terennümleriyle karşılaşıyoruz ki, bu vasıf yâni devamlı bir "intikam hırsı", onların, umûmî olarak "içte/şuûraltında saklı", fakat zaman zaman -ammâ gayrı ihtiyârî-dışa vurulmaktadır." (6)
S. Ahmet Arvasî'nin çok yerinde bir tespitini daha nakledelim: "Çok değil, bundan bir-iki asır önce, aşağı-yukarı bütün İslâm Ülkeleri, Şanlı Osmanlı-Türk Devleti'nin koruyucu kanatları altında, birlik ve bütünlük içinde idi; İslâm Dünyâsı'nı ele geçirmek isteyen "Haçlı Kuvvetler", Müslüman-Türk'ün çelikten yumruğu karşısında perîşân oluyordu. Karadeniz, Akdeniz, Basra Körfezi, Hint Denizi, Cebel-i Târık, Müslüman-Türk'ün kontrolünde idi. Moskof, steplere sıkışmış kalmış, Batı'lı sömürgeci ülkeler, kendilerine başka yollar aramak zorun idi...
(...) Sonra, olan oldu...Bugünkü İslâm Dünyası oluşuverdi. Şimdi, her rengi ile emperyalizm, İslâm Dünyası'nı işgal etmekle, sömürmekle ve ezmekle meşgul, asırlar boyu süren kin ve hınç ile saldırıyorlar. Nüfûsu, bir milyara yaklaşan (1986'ya göre nüfûs) İslâm Dünyası'nın hâli yürekler acısı...Yunan'ı, Bulgar'ı, Moskof'u, Çinli'si, Filipinli'si, Habeşli'si, Amerikalı'sı, İngiltere'si, Hollanda'sı, Fransız'ı...ile bütün emperyalist güçler, İslâm Dünyası'nı maddeten ve mânen yağmalıyorlar, öldürüyorlar, sürüyorlar, kan ve gözyaşına boğuyorlar."(7)
Yazıda, pek çok önemli mes'ele var ammâ, öne çıkan iki husus, "asırlar boyu süren kin ve hınç" ve "maddeten ve mânen" yağmalama, öldürme, sürme, kan ve gözyaşı'dır.
Bunun için de, başı, "Rus ayısı ve kovboy" çekmektedir. Elbette ki; Çin ve Batıllar da, târihî hususiyetleri icâbı, bu emperyalizmin baş rollerindedirler. Bir adım bile geride değildirler.
e. İçteki Gafletin Emperyalizme Hizmeti
Tabiî ki, kusurun, gaflet olarak çoğu da 'muhatap cemiyette'dir. Çünkü:
"Batı dedik, Batı dedik ve battık;
Alınlar yerlere sürtülü kaldı." (8)
Emperyalist güçler; dâimâ, kendi içinde gaflete dalanları ve ihânette bulunanları ayıklar, dışlar, bünyesinden atar ve onlara fırsat vermezken, kendi dışındaki gafil ve hâinleri satın alarak, kendi emelleri doğrultusunda kullanırlar. Bu sebeple, ülkelerin içindeki bölücü unsurlar, emperyalistler için bulunmaz nimetlerdir.
"Son moda bölücülük,
Türk'ü bastırmak faka.
Türkiye'de Türk'e yok,
Köşe,bucak, mıntıka.
Her yandan kuşatılış,
Her tarafta abluka.
Bu hâle akıl çatlar
Ve tutulur nâtıka.
Memnun olan bu hâlden,
Rusya ve Amerika.
Türk'e râm olur mu hiç,
Kıbrıs kızı Marika?"( 9)
Hernekadar, emperyalist güçler kendi emellerini tahakkuk ettirmek için, gayretle, "Türk'ü faka bastırmak" ile meşgul iseler de, sormak lâzımdır: "Türkiye'de" yâni Türk Yurdu'nda/ Türk İli'nde, "Türk'e" niçin "Köşe, bucak, mıntıka, yok"tur? Türk, kendi vatanında, bu kadar 'dar' bir mekâna sığmak zorundadır? Ve Şâir, niçin, Sakarya'ya: "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya?" diye haykırmaktadır ? (10)
Bunun cevabını, elbette ki, Türk vermelidir? Mevzûmuz içindeki tek muhatap odur!..
f. İç ve Dış Emperyalist Güçler Dâima Eleledir
Necip Fâzıl, tıpkı, "öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısrâına benzer bir tarzda başlayan;
"Öksüz vatanda hüsran,
Şaşkın millette seyran."
Başlıklı "Beyannâme" şiirinde:
"Türk'e karşı, kürt, moskof,
Mişon, Vasil ve Dikran." (11)
Mısrâlarıyla, iç ve dış tehlike merkezlerine dikkat çekerek, kimlerin, kimi, kimlere karşı kullandığını ve hangi emperyalist emelleri beslediklerini işâret eder.
Tabiî ki; Batı'ya karşı da, dâima uyanık ve uyarıcıdır. "Paşa" adlı uzun şiirinde, yine iç-dış mihrakları işâret ederek şöyle der:
"Asırlık Garp pilânı,
Türk ruhunda kargaşa.
Tek maksat bu yollardan
Türk'ü getirmek tuşa.
Ermeni, Kürt, komünist
Bak şu sarmaş-dolaşa!
Hepsi de anlaşmışlar,
Göz kırpışa kırpışa.
Mikroba af istemek
Kendi kendini ifşâ.
Yeter asırlık selâm,
Haç armalı serpuşa!
Garp seni boşamadan,
Davran, sen onu boşa!" (12)
"Pilân"; "asırlık Garp pilânı"dır ve maşalar tarafından, "Türk ruhunda kargaşa" ile, "Türk'ü tuşa getirmek" esas hedefleridir.
Çünkü; bilinmekte ve hesap edilmektedir ki, Türk çökertilirse, İslâm âlemi de çökertilecektir.
Garp/Batı; bizim için, tâbiri câizse, hiçbir hayırlı rüyâ görmemiştir. Batılıların, takrîbî olarak bütün irtibatları ve yakınlaşma arzuları göstermeliktir. Bu bakımdan, Şâir, Batı(lı)'ya karşı dâima temkinli olmayı tavsiye eder. Çünkü, o, bize, dâima peşin hükümlüdür. Ve "Fatura" beytinde de bu durumu şöyle belirtir:
"Silindi akçemizin yazısı ve turası;
Bizi yere batıran, Batının faturası..." (13)
"İslâm Elemi" başlıklı beytinde ise; Şâir, İslâm ülkesi olarak vasıflandırılan fakat, İslâmî düşünüş ve davranış üzere bulunmadıklarını kabûl ettikleri hakkında da şu tespiti yapar, çözüme gider:
"Ne İran'ı örnek bil, ne Libya'yı, ne Fas'ı!
Gereken petrol değil, gerçek İslâm kafası." (14)
Çünkü O; dâvâsını, "İslâm" başlıklı beytinde şöyle sunar:
"Her fikir, her inanış, tek mevsimlik vesselâm;
Zaman ve mekân üstü biricik rejim, İslâm.." (15)
Hâliyle; İslâm'a düşman olanlar Türk'e ve Türk'e düşman olanlar da İslâm'a düşman telakki edilir.
g. Emperyalizm Acımazdır
Emperyalist Batı'nın bütün teknolojik üstünlüklerine rağmen, Şâir, "ruh gerçeği"nin, insanlığın esası olduğunu ifadeyle, "Doğu-Batı" başlıklı beytinde şu tespiti yapar:
"Doğu der ki Batı'ya, güneşi fethetsen de,
Ruh gerçeği bendedir, madde yalanı sende..." (16)
"Ters-Yüz" başlıklı beytinde Şâir; Batılı'nın, menfaatçiliğini, merhametsizliğini ve sahte çehresini hicveder:
"Batılının dehâsı ters-yüz etmektir işi;
Ona, üç-beş boncuğa fildişi satar vahşi..." (17)
Emperyalizmin; sömürgecilik, müstemlekecilik, yayılmacılık olduğunu ifade etmiştik. " Batı-lı" olarak ifade edilen ve birçok devlet ve milletten teşekkül edilen topluluk, faaliyetlerini, tıpkı, ABD, Çin ve Rusya gibi, bu emellerini, hiçbir hukukî hükme dayandırmadan fakat adâlete bağlı/saygılı görünümlü olarak yürütmüş ve yürütmektedirler. Bunlardan başka; bilhassa İngiltere, F(ı)ransa, İspanya ve Almanya bu faaliyette çok mesâfe almışlardır.
"Hempher diyor ki; Büyük Britanyamız çok genişdir. Güneş, denizleri üzerinde doğduğu gibi, yine bu denizlerin üzerinde batar. Devletimiz, Hindistân, Çin ve Ortadoğu'daki sömürgelerinde nisbeten za'îfdir. Bu memleketler, tam ma'nâsı ile idâremiz altında değildir. Fekat, buralarda çok faal ve başarılı bir politika tatbîk ediyoruz. Hepsi elimize geçmek üzeredir. Burada iki şey mühimdir:
1-Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmağa çalışmak,
2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeğe çalışmak.
Müstemlekeler (sömürgeler) nâzırlığı, bu iki vazîfeyi îfâ etmek üzere, bu devletlerin her biri için, birer komisyon tekil etmişdir. Müstemlekeler nâzırlığında vazîfeye başlayınca , Nâzır bana i'timâd etdi ve Doğu Hindistân şirketinde vazîfe verdi. Bu, zâhirde bir ticâret şirketi idi. Fekat asl vazîfesi, Hindistânın büyük ve geniş topraklarına hâkim olmanın yollarını araştırmakdı."(18)
"Biz, hangi milleti ve siyasî zümresi olursa olsun, Avrupalının hoşuna gittikçe ve alkışını topladıkça, böbürlenmek yerine başımızı taştan taşa vursak daha iyi ederiz.
Zira bizim, hangi milleti ve siyasî zümresiyle olursa olsun, Avrupalının hoşuna gitmemiz ve alkışını toplamamız, ancak kendi kendimizi tahrip ve inkârımız nisbetinde kabildir.
Bizim, kendi kendimizi bulmamız, Avrupalıya akıl ve madde mârifetleri yolunda erişmemiz ve bu yetkinliği kendi ruh hamurumuz içinde pişirip, onun karşısına, yeni ve ileri bir millet vâhidi halinde çıkmamız, onu şâdetmek şöyle dursun, ancak ürkütür, bedbaht kılar ve binbir vasıtayla üzerimize çullandırır.
Şu yüzden ki, biz, Avrupalının kendi familyasından sandığı bir millet değiliz..
(...) Tanzimattan beri bütün inkılâp anlayışımız, Avrupalının kâh Masonluk ve sınır dışı (plâsman) arayan büyük sermayecilik ve kâh doğrudan doğruya emperyalizma ve silâhla tazyik şeklinde karşımıza çıkardığı, bu, kendimizi inkâr ve tahrip tuzağına bir parça daha yerleşmekten ve o tuzakta dünyanın en yavan ve sahte saadet ve kurtuluş edebiyatlarını gevelemekten başka bir şey olmamıştır.
(...) Tarih boyunca birbirine karşı en ağır imtihanları vermiş olan Şark ve Garp medeniyetleri, neticede Garbın, akıl ve madde hâkimiyetiyle Şarkın boynuna, müstemleke ve istismar sahası boyunduruğunu geçirmeye muvaffak oluşundan beri, karşılıklı ve zımnî bir anlaşma halindedirler: Bütün medeniyet unsur ve âletlerini Garplı imal edecek ve Şarklı, sadece ahmak müstehlik sıfatiyle bunları kullanacak ve mukabilinde tarlalarını Garplı hesabına ekip biçecek ham maddelerini onun emrine verecektir. Bu arada Şarklının Garplıya yaklaşma haddi, sadece iradesiz bir hayranlık ve ipin ucu daima efendide kalmak şartiyle satıhtan taklittir.
İşte Türk Milleti; 18 inci asırdan sonra Garp cemiyetini işbâ haline getiren ağır sanayi, büyük kapitalizme ve bunların emri altındaki Garp emperyalizmasının bir avı halinde, boyuna kurtuluş reçeteleri getirerek kendisini zehirleyen inkılâp rehberlerinin izinden, Garbın bu tarihî tuzağına bütün külçesiyle oturtulmuştur.
Bütün bu incelikleri sezen ve ona engel olmak için cihanda bir eşi görülmemiş bir siyasî dehâ gösteren İkinci Abdülhamid, sadece bu milliyetçi cephesi yüzündendir ki, Garp Masonluğunun, kapitalizmasının ve emperyalizmasının kurbanı olmuş ve her biri Mason localarından icazetli şahıslar eliyle devlet reisliği makamından indirilmiştir."(19)
h. En Tehlikeli Emperyalizm: Dil ve Kültür Emperyalizmi
Millet olabilmenin birinci şartı, olmazsa olmazı onun lisânıdır. Dilsiz bir milletin mevcudiyetinden bahsetmek, asla mümkün değildir. Dil, hâfızadır. Hangi millet olursa olsun, onun, bütün maddî ve mânevî değerlerini ancak dil muhafaza edebilir. Bu bakımdan, dil, kültürün de ana malzemesi, unsuru ve yaşatıcısıdır.
Necip Fâzıl, dil mes'elesine çok ehemmiyet verir. "Hâtıra" başlıklı beytinde, Türkçe'nin perişân ve sâhipsizliğini şöyle ifade eder:
"Renk renk hâtıralarım oda oda silinde;
Anne kokan bir Türkçem vardı, o da silindi." (20)
"Renk renk hâtıralar..", bir milletin her türlü kültür değerlerini içine alan geniş çaplı muhteşem bir havuzdur. Bundaki "Anne kokan.." kelimelerin, bölüm bölüm/kısım kısım/parça parça tahrip edilmesi, Şâir'i çok üzmektedir.
Emperyalizmin elbette ki, iyisi yoktur. Fakat, en sinsisi ve en tehlikelisi anadil üzerinden yapılan emperalist faaliyetlerdir. Bu emperyalizm, insanı, devletinin elinden alır. Askerini, milletinden koparır. Parasını, pula çevirir, ziraatini zehirler, sanayisini çökertir.
Dili tahrip olan milletin dîni, edebiyatı, mûsıkîsı de mahvolur. Hukuku tahrip olur. Çocuklarını ve gençlerini evinden ocağından inancından, töresinden, milliyetinden uzaklaştırır. Siyâseti murakabe altına aldırır. Dîn içi fitneyi körükler, teşvik eder.
Anlaşma vasıtası olmaktan çıkarılan dille yapılan bütün faaliyetlerde, sosyal dayanışma ârızalanır. Dolayısiyle, dil emperyalizmi, her türlü kültür emperyalizminin başıdır.
"Şüphesiz ki, bir kavim, kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah, onların durumunu değiştirmez." (Er-Râd,11) âyet-i kerîmesi, bu bozulmanın nerelere kadar ulaşabileceğinin işâreti vermektedir.
"Milletlerarası "kültür alışverişleri" elbette gereklidir ve faydalıdır. Müşahedeler göstermiştir ki, böyle bir "alışverişten" ve "temas"tan mahrûm kalan cemiyetler gelişememektedirler. Milletler, elbette, birbirlerinin tecrübelerinden yararlanacaklardır. Bunu önlemek doğru değildir.
Ancak bu, çok hassas bir konudur. Çünkü, bu "alışverişlerin" ve "temasların, gerekli dikkat gösterilmediği takdirde, "kültür emperyalizmine" dönüştüğü de bilinmektedir.
Nedir "kültür emperyalizmi"? Bu, bir milletin, çeşitli sebeplere bağlı olarak, kendi kültür ve medeniyet değerlerine "yabancılaşması", kendi kültür ve medeniyet değerlerinden "utanması", kendi kültür ve medeniyet değerlerini "hor ve hakîr görmesi", yabancı "kültür ve medeniyet değerlerine" hayranlık duyarak kapılanması demektir.
"Kültür emperyalizmine" mârûz kalan cemiyetler, yabancı kültürler ve medeniyetler karşısında derin bir "aşağılık duygusuna (complex inferiorite) kapılarak kendi tarih köklerinden koparlar, millî ve mukaddes kültür değerlerini yaşamaktan ısrarla kaçarlar, kendi millî ve dînî hüviyetlerini gizlemeye çalışır ve "yabancılar" gibi yaşamaya can atarlar.
Kültür emperyalizmine uğrayan ülkelerde, birbirine zıd gruplar teşekkül eder." (21)
Necip Fâzıl; dil mes'elesinde, iki husus üzerinde ısrarla durur. Birincisi, Batı'dan gelen kelimeler karşısında lâkayt tavır ve buna bağlı olarak, dilimiz Türkçe'ye geçerek, Türkçeleşmiş Arapça ve Farsça kelimelere cephe almak; ikinci ise, halk arasında herkes tarafından kullanıldığı hâlde, yeni kelimeler uydurmaktır.
Arapça ve Farsça kelimeler karşısındaki tavır, emperyalist emellere karşı olmaktan ziyâde, İslâmiyet'e karşılık olarak tezâhür etmektedir. Bunlarla ilgili bâzı şiirlerinden örnekler sunalım:
"Oy" başlıklı şiirinde, iç-dış emperyalist unsurları hicveder:
"Ah, şu netameli oy!
Soy kurutan garblı soy!
Parti ağzı bir goy-goy...
Yalan istifli debboy;
Deve dikeni Şebboy...
Duman ye, havayla doy!
Uygarlık mı, Yes my boy!
Elini vicdanına koy!
Peşinden milleti soy!
Hakkın gözlerini oy!
İnsanlık ezelden toy!
Hakikat, şanlı konvoy,
Ne gün gösterecek boy?
Oy babam, oy anam, oy!" (22)
Necip Fâzıl, uydurma kelimelere şiddetle karşı çıkar. "Hep O" şiirinde; "Özgürlük, uygarlık efsanesinde" (23) diyerek bu kelimeleri hicvederken; "Hâlimiz" şirinde:
"Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim.
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa hâlis Türk benim, bunlar işgalcilerim;
Allah, Türk'e acısın, yalnız bunu dilerim."(24)
Diyerek; dil mevzûundaki hassasiyetini, "Türk"ü birinci p(i)lânda tutarak, çok ileri merhalelere taşır ve "yahut ben Türk değilim" diyerek, kendini ortaya koyar.
"Meydan Şiiri" başlığını taşıyan şiirinde, Batı'nın, âdeta uşaklığını yapanlara seslenerek;
"Bir tip, mücerret model;
Batı ajanı kahpe!
Sürüyü teslim eden,
Avrupalı celebe...
Hâle bak, şu hâle bak;
Eve, yurda, mektebe!
Baba oğlundan mahcup,
Hocasından talebe...
Bizde profesör derler
Kitap yüklü merkebe.
Lisan diye hırlayış;
Kültür diye, alfabe..." (25)
Diyerek; umûmî maarif dâvâsının lâçkalığını, kültürün yazboz tahtasına çevrildiğini ve "lisan"ın "hırlayış" seviyesine indirildiğini ifade eder.
"Manzara" şiirinde:
"Şu dil belâsı nedir?
Vakvaka ve lâklâka."(26)
Mısrâlarıyla, tıpkı, "Lisan diye hırlayış"ta olduğu gibi, Türkçe'nin düşürüldüğü hâle dikkat çeker. Bütün bunlar, yaygn menfî p(u)ropagandaların tesiriyle olup, millî kültür bozulmasına ve S. Ahmet Arvasî'nin işâret ettiği, "birbirine zıd gruplar teşekkül" edilmesine sebebiyet verir.
h. Necip âzıl'ın Uyarıcılığı ve Tavsiyesi
Necip Fâzıl:
"Allah'ın seçtiği kurtulmuş millet" olarak gördüğü Türk Milleti'ni;
"Yürü altın nesli, o tunç Oğuz'un"
"Nur yolu izinden git, KILAVUZ'un"(27)
Diyerek, büyük mukaddes yürüyüşe dâvet ederken;
"Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur" (28)
Mısrâlarıyla da, Türk'ün mukadderatının İslâm'a hizmet olma arzusuyla dopdolu olduğunu beyân eder. Necip Fâzıl; Türk'ün her şeyine hayrandır ve onun zerresine verilecek zarardan büyük endîşe taşır. Bunların biri, "kalbden" kazınan "iman sırrı", diğeri de, "yana yana çırpınan Türk Bayrağı"dır:
"Kalbten kazıdılar iman sırrını;
Her günün bugünden beter yarını.
Acı rüzgârlara vermiş bağrını
Türk Bayrağı yana yana çırpınır." (29)
Şâir; bunlar için çırpınıp pârelenirken, başka bir noktaya "içe" dikkat çekerek şöyle der:
"Bu yurda her belâ içinden gelir;
"Hep"leri, hep, hiçin hiçinden gelir.
Gelemez bir ithal malıdır akıl,
Kafdağından, Çinden, Maçinden gelir.
Dünküne eş, bugün küfür yobazı;
Bütün derdi festen, lâpçinden gelir.
"Allah vardır!" dersin; sorarlar: Niçin?
Sonra tokat, puta "niçin"den gelir.
Benim nur mayama pislik atanlar,
Şeytan, senin büyük elçinden gelir!
Biricik selâmet yolu tarihte,
"Sormayın, görmeyin, geçin!"den gelir.
Genç Osman'ı lif lif yolan o güruh,
Kahpe devşirmenin piçinden gelir.
Bir gün bu gidişle çatlarsa yürek,
Dile vurdukları perçinden gelir." (30)
"Utansın" başlıklı şiirinde, târih ve nefs muhasebesiyle haykırır;
"Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
(...) Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!" (31)
Diyerek, içtimâî utancını ve yaşanan aşağılık hissini ifşâ eder.
"Başıboş" şiirinde garip bir memleket manzarası çizer ki, baştan sona gafletin bedeli olarak karşımıza çıkar:
"Vatanımda sular akar, başıboş;
Herkes, birbirini kakar, başıboş.
Bozkırlardan topal bir tren geçer;
Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.
Yanmaz da yürekler, güneşe atsan;
Bir kibrit, bir orman yakar, başıboş.
Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,
Buz denizlerinde çakar, başıboş.
Yirmidokuz harflik sözde aydınlar,
Yafta yazar, isim takar, başıboş.
Allah'ım, sen acı bu sâf millete!
Akşam yatar, sabah kalkar, başıboş..."" (32)
Umursamazlığımızı, tembelliğimizi, gamsızlığımızı ve vurdumduymazlığımızı derin bir teessürle fakat sitemle sergiler. Bir başka şiirinde ise:
"Amerikan üslûplu
Yeni dalkavukluk: Yes!" (33)
Diyerek; gafilleri, dalkavukların, lüpçülerin ve menfaat bezirgânlarının yaltakçılıklarını târîf ederken de, artık, "Canına tak!" etmiştir ki,
"Yetmez mi esâretin;
Ey Türkoğlu, davran be!" (34)
Diyerek, yerinden fırlatıcı darbesini indirir. "Esâret", Türk'ün kabullenmediği/kabullenemediği tek hâldir. Bu, bizi, Roma saraylarından Çin saraylarına kadar götürür.
"Davran be!", elbette ki, bir nezâket üslûbu değildir. Orta halli bir emir de değildir. "Davran be!"; bezginliğin, kahrolmuşluğun, hırçınlaşmanın, ezilmenin, horlanmanın, çıkış yolu aramanın en son/nihâî haykırışı, kükreyişi, ateşleme fişeğidir. "Davran be!"; gafletten uyandırılışın, ihânetten silkindirilişin, çöküşten dirilişin, en kızgın hâl ile silkindiriliş gayretidir.
Necip Fâzıl; kendisiyle/kendimizle iç muhasebe yapmaktan hiç geri durmaz. Buna, durmaz değil de , asla çekinmez demek daha doğru olur. Çünkü, O; "öz kıymetlerimi benim derecemde dile getirebilecek birisi bulunmadığını, buna mukabil de, sefâlet ve noksanlıklarımı yine benim derecemde görebilecek anlayışta birisine rastgelmediğimi söyleyebilirim." (35)
Diyerek; hiç kimsenin, kendini, kendi kudretiyle sîgaya çekmesinin mümkün olamayacağını söyler. Bundan hareketle, millî "Tarih Muhasebesi"ni yaparken de, gayet acımasızdır: "Tarihim", "mahzende"dir; "Ağacım kökünden sökülü"dür; "bayrağım", "mahzun"dur; "baba evimi yaktılar", öyle ki, ondan, "ne söz, ne iz, ne kül kaldı"...Peki; nereye vardık/geldik? Hangi "müşkülü çözdük?" Neredeyse, "var olma" tehlikesiyle karşı karşıyayız; böyle mi olmalıydık? İşte bu şiiR:
"Tarihim mahzende bükülü kaldı
Ağacım kökünden sökülü kaldı.
Rüzgâr kesilince, mahzun bayrağım
Gönderi üstüne dökülü kaldı.
(...) Hâsılı, yaktılar baba evimi;
Ne sözü, ne izi, ne külü kaldı.
Çözdük her müşkülü derlerse, de ki:
Sonunda var olma müşkülü kaldı." (36)
ı. Son Nasihat
Bunca nasihate, bunca haykırışa, bunca uyarıya, bunca îkaza, bunca kükreyişe karşı, iç gaflet örtülerini aralamaya çalışan Necip Fâzıl; emperyalizmin sadece dış mihraklarıyla değil, yanıbaşımızda/içimizde, ihmâle, gaflete ve ihânete satılmış uşakların da kendine gelmelerini ister.
"Aman" başlıklı şiirinde öyle bir "Aman!" çeker ki, âdete fikir kapıları zonklar. Iztırabının, iç sıkıntısının, sinir uçlarının son haddinde feverân eder. Neşteri, vurulması gereken yerlere vurur da vurur:
"Aman efendim aman!
Galiba Âhir Zaman!"
Mısrâlarıyla başlar ve şöyle devam eder:
"Türk evi delik deşik;
Yıkık dökük hânümân.
(...) Orman keleş, nebat kel,
Nebat adamlar orman.
(...) Bizdeki hale nispet
Maymun taklitten pişman.
Hangi yol Türk'e uygun,
Hangi parti tercüman?
Çıkamaz meydanlara;
Câmide mahpus iman!
Silâh küfrün belinde,
Küfrün elinde, ferman.
(...) Yere batsın bu dünya,
Bu dünyadan hayr uman!
Genç adam, at yorganı!
Sana haram uyuman!
Aman, efendim aman!
Efendim, aman, aman!" (37)
Sâdece mevzûmuzda bile, hemen hemen her söz başında, Necip Fâzıl'ın şu ifadeleri tekrarlamasına dikkat etmek gerekir:
"Türk'ü kıskaca al"mak; *"Türk'ü bastırmak faka"; * "Türkiye'de Türk'e yok/Köşe, bucak, mıntıka"; * "Türk'e râm olur mu hiç?"; *"Türk'e karşı..."; *"Türk ruhunda kargaşa"; * "Türk'ü getirmek tuşa" ; * "Yürü altın nesli, o tunç Oğuz'un"; * "...Türk tarihi vurulur";* "Türk Bayrağı yana yana çırpınır"; * "Ey Türkoğlu, davran be!"; * "Türk evi delik deşik"; * "Hangi yol Türk'e uygun..."
Bu kadarla bile; "Türkoğlu"nun âcilen "davranması" ve Oğuz'un altın nesli'nin, "yorganı at"ması ve uyumayı/gafleti, kendisine 'haram' derecesinde bir şuûrla münasip görmemesi gerekmektedir.
DİPNOTLARI
1. İlhan Ayverdi, Misâlli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, Sf. 341
2. Necip Fâzıl, İdeolocya Örgüsü, b.d. yayınları, İstanbul 1976, Sf. 495
3. Necip Fâzıl, Öfke ve Hiciv, b.d. yayınları, İstanbul 1988, Sf. 53
4. S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum-2, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf. 243
5. T. G. Djuvara, Türkiye'yi Parçalama Plânları, Tercüme: Yakup Üstün, Türkiye Diyânet Vakfı Yayınları, Ankara, 2013, Sf. 45
6. M. Halistin Kukul, Türk'e Dâir-35, Olay Gazetesi, Sf. 8
7. S. Ahmet Arvasî, a.,g.,e., Sf. 245-246
8. Necip Fâzıl, Öfke ve Hiciv, Sf. 55
9. a.,g.,e., Sf. 59
10. Necip Fâzıl, Çile, Sakarya Türküsü, b.d. yayınları, İstanbul 2005, Sf. 399
11. Necip Fâzıl, Öfke ve Hiciv, Sf. 69 ve 71
12. a.,g.,e., Sf. 74
13. a.,g.,e., Sf. 114
14. a.,g.,e., Sf. 171
15. Necip Fâzıl, Çile, İslâm, Sf. 445
16. Necip Fâzıl, Öfke ve Hiciv, Sf. 189
17. a.,g.,e., Sf. 200
18. M. Sıddîk Gümüş, İngiliz Câsûsunun Hâtıraları, Hakîkat Ldt. Şti. İstanbul 2000, Sf. 5
19. Necif Fâzıl, İdeoloçya Örgüsü, Sf. 72-75
20. Çile, Sf. 372
21. Arvasî, Size Sesleniyorum-1, Sf.241
22. Öfke ve Hiciv, Necip Fâzıl, Sf. 26
23. a.,g.,e., Sf. 43
24. a.,g.,e.,Sf. 45
25. a.,g.,e., Sf.47
26. a.,g.,e., Sf.58
27. Necip Fâzıl, Çile, Büyük Doğu Marşı, Sf. 396
28. a.,g.,e., Sakarya Türküsü, Sf. 399
29. a.,g.,e., Çırpınır, Sf. 405
30. a.,g.,e., Ve Gelir, Sf. 409
31. a.,g.,e., Utansın, Sf. 413
32. a.,g.,e., Başıboş, Sf. 424
33. Necip Fâzıl, Öfke ve Hiciv, Sf. 13
34. a.,g.,e.,Sf. 49
35. Ergun Göze, İçimizden 30 Kişi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1975, Sf. 172
36. Necip Fâzıl, Öfke ve Hiciv, Sf. 54-55
37. Necip Fâzıl, Çile, Aman, 426-428