Önce öğretmen, önce doktor, önce subay, önce mühendis, önce hâkim, önce imam...
Önce cumhurbaşkanı değil, önce meclis başkanı değil, önce başbakan değil, önce bakan değil, önce vali – kaymakam değil...
Önce köşk değil, önce malikâne, saray, bina/ev, arsa, alış-veriş merkezi vs. değil...
Önce...At, kat, yat değil!..
Önce ÖĞRETMEN!..
Milletin istikbâli için önce öğretmen!..
Sonra, bütün dîğerleri!..
Ona, buna, şuna bakarak değil...Esâsa, ilmî hakikatlere, târihî tecrübelere, Türk kültürüne ve cihâşümûl değerlere bakarak önce öğretmen!..
Önce, şâir, mîmâr, romancı, ressam değil; onları keşfedici ve teşvik edici öğretmen!
Önce, üniversite binası, hattâ rektör değil; önce, gençlerimizdeki ilim zekâsını keşfedip, onları geleceğe hazırlaması bilen öğretmen!
“Öğretmen Yetiştirme Dâvâ”nız yok ise, başka dâvânız da yok demektir!..Çünkü...
Yukarıda saydıklarımın hiçbirini yetiştiremezsiniz de ondan!..
-Yetiştiremedik mi?
-Sâdece, önce öğretmen diyorum!..
“Yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder” sözü, bütün meslekler için geçerlidir.
Fakat, yarım öğretmen nesillerin hayatlarını ve milletlerin istikbâllerini köreltir, yok eder!..Hem de her sahada!..
“ÖĞRETMEN OKULLARININ NİÇİN KAPATILDIĞINI HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?”
Düşünmediniz ise, niçin düşünmediniz?
Düşündünüz ise, teklifiniz ne oldu?
Bilinmelidir ki....
‘ÖĞRETMEN YETİŞTİRME DÂVÂSI OLMAYAN BİR MAARİFİN BAŞARIYA ULAŞMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.’
Ve....
‘MAARİF DÂVÂSI SIHHATLİ OLMAYAN BİR DEVLETİN BÂDİRELERDEN KURTULMASI ZORDUR.’
İstediğiniz kadar, adına saray denilen adliye binaları, hastahâneler, şatafatlı okul binaları yapınız...İçlerini, istediğiniz kadar zanlıyla, istediğiniz kadar hasta ile, istediğiniz kadar öğrenciyle doldurunuz...Sözün gelişi bu!..Doldurunuz!..Yetişkin hâkiminiz, doktorunuz, öğretmeniniz yoksa nâfiledir!..
Başta...Evet başta, insan yetiştirme şuûruna sâhip, üstün insânî ve millî şuûrla tezyîn edilmiş, sahasında ilmî ehliyeti hâiz öğretmeniniz yok ise, binalar sâdece seyirlik olur!..
Millî Eğtim Bakanlığı, şâyet işe -tabiî ki, şu ânda, elle tutulur bir tarafını bulabilirse- ilk önce ve âcilen ÖĞRETMEN OKULLARINI AÇMAKLA BAŞLAMALIDIR...
Buna bağlı olarak, yine, YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULLARI mâzîdeki durumuna âcilen kavuşturulmalıdır.
Ardından; -mezunu olmakla iftihar ettiğim- ASKERÎ LİSELER, HARP OKULLARI’na öğrenci yetiştiren yuvalar olarak sür’atle faaliyete geçirilmelidir.
İLİM ORDUSUNUN TEMELİNİ TEŞKİL EDEN MİLLÎ EĞİTİM ESAS UNSURU ÖĞRETMENLİK ve SİLÂHLI MİLLÎ ORDUNUN TEMELİNİ TEŞKİL EDEN SUBAYLIK aslî hüviyetine döndürülmelidir.
Son Şâirler Sultanı Necip Fâzıl, İdeolocya Örgüsü adlı kitabında şöyle diyor: “Ordu bir oktur; onu kullanan el aynı okun şuûr merkezi subaydır.”
İMAM-HATİP OKULLARI, İLÂHİYAT FAKÜLTELERİ’ne öğrenci hazırlamayı hedef alan ön birimler olarak, -tıpkı öğretmen okullarının yüksek öğretmen okullarına ve askerî liselerin de harp okullarına öğrenci hazırlayan kuruluşlar olduğu gibi- yeniden tanzîm edilmelidir.
Hiç vakit kaybetmeden; bir taraftan bunlar yapılırken, yine âcilen, bütün “KÖY OKULLARI” yeniden açılarak faaliyete başlatılmalıdır.
Büyükşehir kanunu ile, mahallelikle uzaktan yakından hiç alâkası bulunmayan ve ne yazık ki, adına mahalle denilen dağbaşı köylerine, câmilerin yanında okullarla da ulaşılmalı; eskiden olduğu gibi, köyler, gayretli öğretmenlerin himâyelerinde çocuk cıvıltılarıyla şenlenmelidir.
Üzülerek ifade edeyim ki, köylerimizde, ne çocuk sesi kaldı, ne çıngırak sesi, ne zil ve kelek sesi, ne bir at kişnemesi, koyun melemesi, ne bir inek böğürmesi...Bu, nasıl köylülük; bu, nasıl mahalleliktir anlamak mümkün değildir!..
Sabahın köründe, “taşımalı sistem” adı verilen “DOLMUŞÇU SİSTEM”den vazgeçilmeli; vatandaş, çocuğunu; çocuk, ana-babasını, kardeşlerini, dayısı halasını ve köyünü anlayıp tanımadan yollara düşmemelidir.
Maarif sisteminde, uyduruk ölçme-değerlendirmelere ve ikide bir değiştirilerek yaz-boz tahtasına çevrilen sözde müfredatlara son verilmelidir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz, mektupla öğretimlerden, hızlandırılmış öğretimlerden çektiğinin bin mislini, son on onbeş senenin sistemsizliğinden çekmiştir ve bu sistemsizlik âdeta başlıbaşına, sistem hâlini almıştır.
ZEKÂ-KAABİLİYET ve BİLGİ esâsına dayalı bir liyâkat sistemine girilmeden de başarı asla mümkün değildir... Milletlerarası seviyede yarışmak ise, şu ânda olduğu gibi, ancak en gerilerde bulunmayı sağlar.
Bunun ardından; başta ders kitaplarındaki Öz-TÜRKÇE DENİLEN UCÛBE KELİMELER ile, Türkçe’de karşılığı bulunduğu hâlde kullanılan yabancı kelimeler temizlenmelidir.
Türkçe, bizim ŞAHDAMARIMIZ’dır şuûruyla mes’ele ele alınmalıdır. Ne yazık ki, 1940’lı ve 1978-79’lu yıllardan sonra, Türkçe’nin, en çok sahipsiz kaldığı ve bozulduğu dönem de bu dönem olmuştur.
Bunlar lâyıkı ile yapılsın, memlekete milletvekili de seçilir, başbakan da, cumhurbaşkanı da...
Yâni;
Bu kadarcık iş hâlledilse, sokak da aklını başına alır, ilim câmiası da, siyâset de!..