Her san’atın umûmî ve hususî kaideleri olmasına rağmen, hiçbir kaide, asla bağlayıcı değildir. Çünkü, bu durum, san’atın hareket kaabiliyetini zayıflatır, gücünü daraltır, onu ufuksuzluğa götürür, yerinde saydırır. Aslında kaide, sonradan gelen, adı, sonradan konan bir husustur.
Usûl ve üslûp herkesin hakkıdır ki, bunun için, san’atçı hürdür. Tahayyülü nispetinde gidebildiği kadar, açılabildiği kadar açılır, açılmalıdır. Çılgındır ammâ suskunluğu bile çılgınlıktır, çılgınlıktandır. Kabına sığmaz, sığmamalıdır!
Bunun içindir ki, Şâir, “Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz” diyor; “ağaç gibi” değil!
“Münzevî”likteki derinliğe ve “çığlık”taki alıpgötürücülüğe dikkat etmek gerekir. Durup duran, sâbit, kalıplaşmış değil!..
Üsûlden esere; eserden ve usûlden üslûba geçiş, becâyiş, bütünleşiş, yükseliş, san’atın bediî vasıflarını da inşâ ile, mükemmele varma emelini tahakkuk veya /gerçekleştirme safhasındadır.
Bir çalışmada; usûl ve hattâ bir eser ortada görünebilir ammâ, üslûp görünmeyebilir. Üslûbu, ortaya çıkaran zamandır...Eserden ziyâde eserlerdir!..
Hattâ, yeri geldiğinde, matematik, kendi asâletiyle, -ancak- edebiyât ve bediîyat kaynaşmasında ‘cascavlak’ kalmadan, onda yer bulup mekân tutarak, âhenge ve ritme çeşni katmak suretiyle hizmet yapıp değer sağlayabilir.
Şiir, biraz daha değil çokça farklıdır. Tabiî ki, ‘bana göre’ diyeceğim. Gerçi, her san’at dalında ‘görelik’ önemlidir. Kimsenin hakkını da yememek, kimsenin fikrine küdahalede bulunmamak gerekir. Çünkü; ‘göre’ dediğimiz anda, her şey değişir!..Bu sâdece nezâket değil, aynı zamanda, san’ata ve san’atçıya saygıdandır.
Türk şiiri, F(ı)ransız şiiri, Alman, Hint şiiri deriz de, bunlardaki usûle giriştiğimizde ‘dil’de takılıp kalırız.
Çünkü; her ‘dil’ kendi kültürünün taşıyıcısı ve nakilcisidir. Böyle olunca da, dillerdeki maddî ve mânevî/kültürel yapıya göre de, usûlde farklılaşmalar tabiî ve kaçınılmaz olur.
Bir şey daha var ki, herhangi bir şâirin yazdığı lisân, kendini o milletin şâiri yapmaz...Sâdece, o lisânla şiir yazmış olur, o kadar!..
Çünkü; o şâir, o milletin özündeki lisânı yeterince kullanamaz, sathîdir.
Bir milletin şâiri; lisânını kullandığı milletin kültürüne, mâddî ve mânevî değerler özüne ve bediî temellerine nüfûz edebilmelidirki, o milletin şâiri olsun!..
Şiir, dışa üflenerek değil; içe çekilerek, nüfûz ederek-ettirilerek yazılır ve okunur!..
İç; ferdî olduğu nispette de millîdir. Bu, her millet için aynıdır.
O; içte, hem zihinde/beyinde ve hem de gönülde/kalbde derinleşen, meydana geldiği zaman ise, dışı ihâta edip tesiri altına alan/alabilen nezîh ve ihtişâmlı bir soluktur.