Türk şâirleri, umûmîyetle, belki de irsî olarak, "vatan", "millet" ve "bayrak" konulu şiirler yazmayı asla ihmâl etmemişlerdir. Her şâirimizin, şöyle veya böyle, mutlaka, bu mevzûlarla ilgili bir veya birkaç şiiri mevcuttur.
Vatan'ı, bir kuru coğrafya veya bir arazi parçası /arsa gibi telâki edenlerin, gerek Yahya Kemâl'deki ve gerekse dîğer şâirlerimizdeki vatan hissiyatını anlamaları mümkün değildir. Toprak; başlıbaşına mukaddes bir nimettir ve hayat kaynaklarının esaslarından biridir. Bunun vatanlaşması ise, apayrı bir hâdisedir. Zîrâ Türk milleti, Şanlı Peygamberimizin, "Vatan sevgisi îmândandır" mukaddes ilkelerinden asla tâviz vermemiş ve hiçbir sapma göstermemiştir.
Müşterek kültürü benimsemiş, fikrî, bediî, dînî bütün kültür değerlerinde bir an'aneyi paylaşmış insanların verdikleri büyük mücâdeleler sonucunda ter ile, kan ile, zaman zaman da gözyaşı ile, canları pahasına zaptettikleri/tuttukları/hâkim oldukları mekân, târihî hüviyetiyle, bize göreliğe sâhiplenilir ve vatanlaşmış olur.
Bu vatan; ezân seslerinden, at kişnemelerine, yiğit nâralarına, çarşı pazardaki haykırışlardan, sokak başlarında konu-komşunun birbirine seslenişine kadar...bütün bu tavırlar, askerin, cephedeki mücâdelesinin, sulh zamanında işçinin, ziraatçinin, besicinin... el ve gönül birliğiyle yoğrulmuş toprağının hâlini ispat eder.
Millet veya temsilcileri, cephede kazandıklarının coşku ve heyecanını, maddî ve mânevî üretim vasıtalarıyla, yeraltı ve yerüstü değerleriyle müşterek ve mukaddes mekân olarak tesis ve böylece vatanlaşmış her toprak zerresini milletinin emrine tahsis ederler. Bu durum; müşterek şuûrun ve kollektif irâdenin kuvvetlenmesine vesîle olur.
Yâni; Tevfik Fikret (1867-1915)'in dediği ,"Milletim nev'-i beşer, vatanım rûy-i zemin" (İnsanlık milletim, yeryüzü vatanım'dır) anlayışı, asla bunu temsil etmez/edemez.
Türk şiirinin zirve isimlerinden büyük şâirimiz Yahya Kemâl Beyatlı (1884-1958) , "Yol Düşüncesi" başlıklı şiirinde şöyle der:
"Eğer mezarda, şafak sökmeyen o zindanda,
Cesed çürür ve tahayyül kalırsa insanda
- Cihan vatandan ibârettir îtikatımca
Budur ölümde benim çerçevem, murâdımca;
Vatan şehirleri karşımda bir bir;
Fetihler ufku Tekirdağ ve sevdiğim İzmir..."
Yahya Kemâl'in düşündüğü "vatan" ile, "vatanım rûy-i zemin" tamamen zıt iki anlayıştır. Bunların, mânen, birbiriyle hiçbir irtibatları yoktur. "Yeryüzü"nü "vatan" gören ile, "vatan"ı "yeryüzü" gören aynı olabilir mi?
Yine; Namık Kemâl (1840-1888)'in Vatan Mersiyesi'ndeki:
"Vatanın bağrına düşmen dayadı hançerini
Yoğ imiş kurtaracak bahtı kara mâderini"
Mısraları, aynı bayrağın altında, aynı dili konuşan ve aynı ülküler etrafında toplananların vatan anlayışıdır. Çünkü; ortada, bu "vatan"a göz diken bir "düşman" vardır.
Bu vatan anlayışını, Mithat Cemal Kuntay (1885-1956) ın:
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak, eğer, uğrunda ölen varsa vatandır"
Haykırışında daha diri bir şekilde ve daha derinlemesine bir mânevî edâyla buluruz.
Kaldı ki; bu hususta, Orhan Şaik Gökyay (1902-1994), "vatan/toprak-insan" münâsebetini , "vatan-şehitlik"le kaynaştırır ve âdeta kükrer. "Kara bağır", şehitler mekânıdır:
"Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır."
Bu mevzûda, Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936), tamamen acı tecrübelerin ışığında, zihinleri zonklatıcı bir nasihatta, bir uyarıda bulunarak şöyle der:
"Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır."
Türk şiirinin merkezinde, küçük ve basit istisnâlar dışında, vatan sevgisi , "îmânî" bir hüviyet taşır. Bu hüviyeti, İslâmî - millî bir zırha giydirilmiş olarak, Yahya Kemâl Beyatlı'nın hem nesirlerinde ve hem de şiirlerinde hârika bir işlenişle bulmamız mümkündür.
1942 yılında verdiği "Türk İstanbul" konferansındaki şu cümleler, ondaki vatan idrâkinin, telkîninin ve sevdâsının canlı numûnesidir:
"Bir iklîmin manzarası, mîmârîsi, halkı arasında hâlis ve tam bir âhenk varsa, orada gözlere bir vatan tablosu görünür."
Eğil Dağlar adlı kitabında ise, Paris'teki bir hâtırasını şöyle anlatır:
"O zaman yaşadığım otelde oda komşum bir Lehli vardı...Muârefemizden sonra Türkleri çarçabuk seven bütün Lehliler gibi beni sevdi. Zaman zaman odamda arar, görürdü. Bir akşam uzun ve kalbe yakın musâhabede bu adamı dinledim. Seneler geçti o akşamki sözlerini zaman zaman hatırladım. Bu adam benim de kendi gibi bir vatan garîbi olduğumu biliyordu. Maamâfih bana ve benim gibi Türklere dâir ne düşündüğünü o musâhabemizde ızhâr etti ve dedi ki: "Siz buralarda ne arıyorsunuz? Sizin ve bütün genç Türklerin vatan arzûları beni gayr-i ihtiyârî gülümsetiyor. Sizin vatanınız yok mu? Yeni Pazar'dan tâ Yemen'e kadar ovalarınız var, dağlarınız var, şehirleriniz var, kaleleriniz var, kışlalarınız var. Onların üstünde sizin al bayraklarınız dalgalanıyor, sokaklarınızdan geçen asker, biliyorsunuz ki sizin dîninizdendir, sizin kanınızdandır, sizin dilinizle konuşur, sizin gibi düşünür, sizin gibi sever, dostlarınıza dost, düşmanlarınıza düşmandır. Ah bu saâdetin kadrini hissedemiyorsunuz. Benim gibi mahkûm bir milletin çocuğu böyle bir manzarayı rü'yâsında görmek için can verir. En son Lehistan ihtilâlinde, Varşova'nın bir sokağında Leh bayrağını yirmi dört saat dikili bulundurmak için Leh gençlerinin en civanmerdleri can verdiler. O güzel yirmi dört saat her gün tekerrür etse her gün can veririz."
Demek ki; bir millet için, üzerinde mekân tutabileceği bir "vatan", bir "bayrak", bir "devlet", bir "lisan", bir "mâzî" ve müşterek hedefleri gözleyen "ülkü birliği" şarttır.
Lehistanlı'nın: "Benim gibi mahkûm bir milletin çocuğu böyle bir manzarayı rü'yasında görmek için can verir."
Sözü, tekrar tekrar düşünülüp idrâk edilmelidir?
"Rü'yasında görmek için can verir.", ne büyük bir şuûraltı birikimin kendisini göstermesinidir, bunu da düşünmek lâzımdır.
Ve yine: "En son Lehistan ihtilâlinde, Varşova'nın bir sokağında Leh bayrağını yirmi dört saat dikili bulundurmak için Leh gençlerinin en civanmerdleri can verdiler."
Cümlesi, ne müthiş bir manzaranın ve rûh hâlinin ifşâsıdır!..
Hele şu cümle ne kadar mânidardır: "O güzel yirmi dört saat her gün tekerrür etse her gün can veririz."
Vatan hasretinin bu derecede bir ülkü hâlini alması, bir milletin târih boyunca yaşadıklarının hulâsasıdır.
Düşünülmelidir ki; istiklâl ve hürriyet için ne bedeller ödenmiştir ve ödenmesi gerekir!..Burada, hazîn olduğu kadar, millî şuûr yüksekliğinin ve vatan sevgisinin acı dehşetinin görülmesi gerekir!..
Vatan, millet'siz ve bayrak'sız; millet, vatan'sız ve bayrak'sız, ve bayrak, uğruna dökülen kan'sız olmaz. Bunların hepsi iç içedir ve müşterek hedef ve ülküler istikametinde yürümektedirler / yürümelidirler.
Bu sebepledir ki; seneler önce yazdığım "Yahya Kemâl'in Şiirlerinde Vatan ve Millet Mefhûmlarının Târih Şuûru ile Kaynaşması" başlıklı makalemdeki giriş paragrafımı buraya sonuç olarak alacağım:
"Yahya Kemâl'in şiirlerinde "vatan" ve "millet" mefhûmlarının "târih şuûru" ile kaynaşmasını tetkik edebilmek için, önce, bu mefhûmları sosyolojik açıdan zihinlerde motifleşen mânâlarıyla ele almak; onları tahlil etmek ve sonra da Yahya Kemâl'in şiirlerinde târihî derinliğe uzanan "müşterek kültür" unsurlarındaki "vatanî", "millî" ve " târihî" sentezlere ulaşmak gerekir. Ancak o zaman, "vatan" ve "millet" mefhumları gibi, "târih şuûru"nun da, müşterek bir kültür şuûru olduğu ve bu şuûrların topyekûn millî şuûru oluşturduğu görülür." (Bknz: M. Halistin Kukul, Yahya Kemâl'in Şiirlerinde Vatan ve Millet Mefhûmlarının Târih Şuûru İle Kaynaşması, Millî Kültür Dergisi, Sayı: 59, Aralık 1987, Sf. 26-38)
"İstanbul Fethini Gören Üsküdar" başlıklı şiirinde, Yahya Kemal, "vatanın her şehri"ni Üsküdar'la ve tabiatıyla da İstanbul'la birleştirir/aynîleştirir ve aynı ruh iklîminde kucaklaştırıp kaynaştırır. Şüphesiz; bu kadarla da kalmaz ve hârika bir Üsküdar tasviriyle, ihtişamlı fethi, yaşanır hâle getirerek, bu toprakları ebedî vatan yapan unsurları da sıralar.
Mekânın, "vatan" oluşundaki millî ve mânevî kıymetleri ortaya koyar. Bir "ulu rü'yâ"dan bahseder ki, "Üsküdar" bunun canlı şâhididir ve "Bu rü'yâ", târihimiz şanlı bir safhası olması sebebiyle, "vatanın her şehri" tarafından da "gıptayla hatırlanır" hattâ coşkunlukla alkışlanır ve o "mutlu gün" gelecek nesillere berrak ve parlak bir zafer numûnesi olarak bırakılır:
"Üsküdar, bir ulu rü'yâyı görenler şehri!
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der:"Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü!"
Yahya Kemâl; kısa bir bölümünü nakledeceğimiz Koca Mustâpaşa şiirinde, sosyo-kültürel bir "vatan" manzarası çizer ve kök'e uzanarak geleceğe yürüyeceği istikametin işâretini verir; İstanbul'un bir "semtin"den "cihân"a ses ulaştırır.
Aslında, çizdiği, bir Anadolu manzarasıdır. Fakat, "burada" denilen yer, /Koca Mustâpaşa/İstanbul'dur ve (burada yaşayan ahali), "fakîr", "yoksul" ve "hüzün"lü olmasına rağmen, "fetihden beri müm'in" ve "mütevekkil"dir. Zâten; Anadolu'nun umûmî olarak ana yapısı da böyle değil midir?
Her türlü menfîliğe/zor şartlara/sıkıntılara rağmen, tıpkı Anadolu'nun veya Türk'e yurt olmuş bütün dîğer mekânlar gibi, buraya da/ "bu vatan semtine" de, "milliyetimiz sinmiş"tir. Buralara, Müslümün Türk damgası vurulmuştur.
"Öyle" ki, burada, "hem görülen, hem duyulan, yalnız biziz."
Maddî varlığımız, sesimiz, mûsıkîmiz, mîmârîmiz, ezânlarımızla, bu toprakta, bu toprakla hemhâliz. "Beşyüz senedir", "yaşayanlar"ın hiçbiri de âhirete intikal eden şanlı ecdâdından uzakta değildir.
Yahya Kemal'in kullandığı, semt, ülke, yer, il gibi kelimeler de "vatan" yerinedir ve "cedlerimiz nice yıl" buralarda "kökleş"mişler ve bu mekânların hepsini bizlere ebedî vatan olarak emânet etmişlerdir.
Onlar; Gökyay'ın dediği gibi: "toprağın kara bağrında/sıra dağlar gibi duranların nesilleridir. Artık, buraya "milliyetimiz sinmiş"tir:
"Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakîr İstanbul!
Tâ fetihden beri mü'min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü'yâda.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Mânevî çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşıyanlar değil Allah'a gidenlerden uzak.
(...) Bu geniş ülkede, binlerce lâtif illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Mânevî varlığının resmini çizmiş havaya,
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü'yâya.-"
Yahya Kemal'de vatan, insan ve millet hayatının idamesi bakımından çok mühimdir. O'na göre, maddî ve mânevî değerleriyle azîz miletimizin bütün târihî vasıfları, onun havasında, suyunda, sesinde, kokusunda, manzarasında, "kara bağrında" velhâsıl, bütün iklîmindedir. Kısacası; her "semtine, milliyetimiz sinmiş"tir.
TOŞAYAD KÜMBET DERGİSİ, SAYI: 45, TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2017, SF.19-20-21