Karnımız tok, cebimizde harçlığımız var ve en azından güven içerisinde bir hayat sürmekteyiz. Aç değil, açıkta değiliz. Ne bizlerin üzerine bomba atanlar var, ne de bulunduğumuz topraklardan sürmek isteyenler var. Ne işkence görmekteyiz, ne de katliama maruz kalmaktayız.
Avrupa’da ve Türkiye’de hayat sürenler için yukarıda belirtilenlerin hepsi aynı geçerlilikte olmasa bile çoğu geçerlidir.
Oysa bir de bizden olanlar var ki hayatları perişan, her an işkence ve katliam ile karşı karşıya kalabilecek ve sürgüne maruz kalabilecekler, hatta şu an bunlara maruz kalmakta olanlar. Kimi Türkiye’nin hemen dibinde, kimi de binlerce kilometre uzaklarda Atayurtta. İlk akla gelenler elbette Suriye ve Irak Türkmenleri (Türkmeneli), Güney Azerbaycan (İran) ve Doğu Türkistan (Çin).
Bahsedilen bu toplulukların hepsi bizden. Onların dili, dini, örf ve adetleri, kısacası her şeyi bizden. Hatta Türklük konusunda bazıları bizden daha da şuurlu. Tek farkları var bizden, o da kaderin çizmiş olduğu sınırlar. Bunlar büyük Türk Dünyası’nın kanayan yaraları. Onları duymuyoruz, görmüyoruz ve bilmiyoruz. Ya da istemiyoruz duymayı, görmeyi ve bilmeyi. Bazen onları keşfediyoruz ama büyüklerimiz konuyu kapatmak isteyince kimimiz de buna uyuyor. Örneğin son Ramazan ayında Doğu Türkistan vahşeti dile getirildiğinde önce benimsenip fakat kısa zaman sonrası büyüklerimizin isteği üzerine üstü örtüldüğü gibi.
Bu mazlum Türk topluluklarına sahip çıkanlar mı? Onlara da ırkçı ve faşist gibi insanlık dışı kavramları yapıştırıp iftira ediyoruz. Oysa o kadar bizden ki onlar, biraz düşünsek şu an onların yerinde bizler de olabilirdik. Bu arada kavmini sevmenin ve ona sahip çıkmanın insani olduğu gibi milli ve dini bir görev olduğunu da unutmamak gerekir.
Şöyle bir düşünelim, mevcut Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları biraz daha geriden çekilseydi, o zaman sınırların dışında bizler de kalabilirdik. Özellikle Suriye ve Irak Türkmenleri bu sınırların çekiminin sonucu olarak öbür tarafta başkalarının yönetimi altında bırakıldılar, ya da Atayurt bölgesinden göç etmeseydik bugün Doğu Türkistan’da yaşanılan vahşetleri fiilen bizler de yaşayacaktık.
Sınır konusu dışında Anadolu ile Türkmeneli (Suriye ve Irak) ve Güney Azerbaycan birbirleriyle çeşitli sebeplerden dolayı göçler yaşamışlardır. Hatta belki bizler de o topraklardan göç etmişizdir. Durum böyle ise göç etmeseydik bizler ne durumda olurduk şu an? O zaman da halen üç maymunu oynayabilir miydik? İşin bu tarafına gelince bizim insanlarımızın ızdırapları neden düşünül(e)mez ki? Ve en acı konu da şu an kan ağlayan coğrafyalardan gelipte oraları çıkarları uğruna unutanların durumu. Hadi biz fark edemiyoruz ve oraları en azından dillendirmiyoruz diyelim, ya bu tiplere ne oluyor acaba? İnsan bu kadar inkarcı ve aşağılık olmamalı.
Şuurlu, samimi ve vicdan sahibi olan bir Türk şu an katliamlara maruz kalan Türk diyarlarını unutamaz ve üç maymunu oynayamaz. Kader her ne kadar sınırları ayırmış olsa da, Türk oralarda yaşayanlar ile ilgilenir ve sahiplenir. Sınırlar ve mesafeler engel olmamalıdır. Unutmayalım ki, şimdi onların yerinde bizler olabilirdik!
Son söz: “Tanrı ayrılıkla sınarmış kulu. Parçalanmış Turan gün olur elbet bir araya gelir ve ayrılık son bulur.”