“Bülbülün kırk türküsü vardır, kırkı da gül üstüne” derler. Biz de ülkücü harekete gönül vermiş arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde, günümüz Türkiye’sinde Ülkücü Hareket’in konumunu ve ülkücülerin içinde bulunduğu durumu konuşuruz.
Geçmişten bugüne uzanan bu dava ve yarınları üzerine düşünceler paylaşırız. Ülkücüler arasında en çok konuşulan konuların başında ise MHP ve ülkücülerin durumu gelir. Tanıdığım birçok ülkücü, “Ne olacak bu halimiz?” diyerek özeleştiri yapıyor ve MHP ile ülkücüler arasındaki kopukluğu, uyuşmazlıkları sorguluyor.
MHP ve ülkücüler arasındaki ortak noktalar nelerdir? Bu bağ hangi duygu, düşünce ve ideallerle birbirine bağlıdır?
MHP ve ülkücüler arasında geçen süreçte kimler bu davadan faydalanıyor, kimler farklı hesaplar peşinde? MHP ile ülkücülerin fiziki ve ruhsal ortak paydaları neler? Bu sorular o kadar karmaşık ki, en şuurlu bildiğimiz ülkücüyü bile düşündürüyor, midesini bulandırıyor, uykularını kaçırıyor.
Bu sohbetlerden çıkan ortak nokta şudur: MHP, ülkücülerin partisidir. Ancak MHP ve ülkücüler arasında belirli sınırlar ve kurallar vardır; tıpkı trafik ışıkları gibi…
Kurallara uyan da olur, uymayan da. Ancak kurallara uyulmadığında bedel ödenir. Ülkücüler, kendilerinden bir parça olan düzeneklerin bir ruh ve şahsiyet kazanmasını isterken, MHP ise ülkücü ruhu bir kenara bırakarak, ithal bir anlayışla herkesi memnun etmeye çalışıyor. Tartışılan ve anlaşılamayan en büyük konu, işte bu yaklaşım farkıdır.
Galip Erdem bir makalesinde şöyle der: "Ülkücülerin en amansız düşmanları eyyamperestlerdir. Menfaatlerine tapan bu adamlar, ülkücüleri her zaman engel olarak görürler. Ne gariptir ki, ülkücünün çabasından en çok faydalananlar da yine eyyamperestlerdir." Bugün de durum farklı değildir. Tüm siyasi partilerde menfaatçilerin, dalkavukların cirit attığını biliyoruz. Peki, MHP bu adamlardan nasıl kurtulacak? Ülkücü bile olamayan onursuzların kıymetli bir hazine gibi baş tacı edilmesi ülkücüleri kara kara düşündürüyor.
Yıllarca Ülkücü Hareket’in içinde yer almış nice dava adamları, temsil yetkisi verdikleri partilerinden dışlanıyor ya da türlü oyunlarla içeri alınmıyor. Bu durum gerçekten üzücü. Boğazıma düğüm atan bir mesele hâline geliyor ve insan ne diyeceğini bilemiyor.
Yine Galip Erdem’in şu sözleri, bu davanın ruhunu çok iyi yansıtıyor: “Gün olur, ülküsüz insanlara gıpta ile bakasınız gelir. Onlar rahat yaşarlar. Akl-ı şuur sahibidirler, güzel severler, içkilerini içerler ve öylece göçüp giderler. Ülkücülerin hayatı ise bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesi yoktur. Daimi bir mücadele içinde yaşarlar. Herkesle, her şeyle çatıştıkları olur; bazen arkadaşlarıyla, bazen aileleriyle, bazen en sevdikleriyle... Ama yılmazlar. Kalabalığa göre bu, uslanmamaktır; ülkücüye göre ise yılmamaktır.”
Evet, “Bülbülün kırk türküsü vardır, kırkı da gül üstüne.” Ülkü sahiplerinin hayalleri ve fikirleri, davaları ve inançları, üzüntüleri ve sevinçleri ortaktır. Onlar da bülbülün güle olan sevdası gibi, ülkülerine olan sevgilerini her fırsatta dile getireceklerdir.