Bütün insanlar konuşmayı sever. Ancak dinlemeyi seven pek azdır. Menfaatlerle harmanlanmış, insanın lehine olan üslup içindeki konuşmalar genellikle dinleyici bulur. Kendinizi anlatmanız karşılığında bir dinleyici bulmak, işte bu gerçekten zordur.
Ne kadar donanımlı olduğunuzun, fikirlerinizin, hadiselere bakışınızın, insanları ve dünyayı nasıl hissettiğinizin ve ne istediğinizin pek de önemi yoktur. Neler başardığınızın ve yaptıklarınızın anlamı, dinleyen biri olmadığında kaybolur. Stephen R. Covey'in dediği gibi: "İnsanların çoğu cevap vermek niyetiyle dinliyor, anlamak için değil."
İnsanların fikirlerini ve duygularını paylaşmalarına izin verilmediği için belki de "DÜNYADA BARIŞ" çığlıkları, "KARDEŞLİK" nidaları yükselirken, "HAYVANLARLA DOSTLUK" köprüleri kuruluyor. Belki de yalnızlığın, kimsesizliğin, gelecekle ilgili kaygıların ve korkuların yankıları bunlar...
Aslında altın anahtar, ya da bütün kilitleri açma gücüne sahip sır dolu anahtar, biraz susmak ve dinlemektir.
"Konuştuğunuzda, sadece bildiklerinizi tekrarlıyorsunuz. Ancak dinlerseniz yeni bir şeyler öğrenebilirsiniz." (Dalai Lama)
"Dinleme becerisi, insanın anne karnında kazandığı ilk ve ölmeden önce kaybettiği son dil becerisidir. Dinleme, işitmeyi, dikkat edip anlam vermeyi, anlaşılanları ön bilgilerle bütünleştirmeyi ve uygun şekilde tepki göstermeyi içeren aktif bir süreç olarak tanımlanabilir." Günümüzde toplumsal ortamda insanların yaşadığı sorunların temelinde, dinleme etkinliğinin tam ve doğru şekilde gerçekleştirilememesi yatmaktadır.
İletişim, hayatın her alanında ve anında sözlü veya sözsüz biçimde gerçekleşen bir alma, aktarma ve tepki gösterme meselesidir. İnsan, yaratılışı gereği çevresiyle iletişim kurmak zorundadır. İletişim, anlama, anlaşma ve anlatma gibi ihtiyaçlardan doğar. Her insan çevresine kendini anlatmak ve onları anlamak zorundadır. İnsan, bu ihtiyaçlarını, duygu, düşünce, dilek ve tasarımları aktarma ve ortaya koyma aracı olan dil becerilerini (okuma, dinleme, konuşma, yazma) kullanarak karşılar.
Günümüzde hemen herkesin yaşadığı sorunların özünde kişinin sadece kendini dinlemesi vardır. Kendi iç iletilerine odaklanmak, herhangi bir konuda ne düşündüğünün ve ne hissettiğinin ön plana çıkması, çevreyle kurulan iletişime gölge düşürür, etkinliğini azaltır ve ortadan kaldırır.
Ancak burada susmakla dinlemeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Susmak dinlemek anlamına gelmez. Özellikle tartışma programlarında insanlar saygılı olduklarını göstermek için susar, fakat çoğu dinlemediği için tartışma neredeyse kavgaya dönüşür. Dünyanın her yerinde katılımcılar iyi dinledikleri için değil, iyi konuştukları için alkışlanır. Her göz etmez farkı, işitmez her kulak der Mevlâna. 'Arifin her bir sözünü duymaya insan gerek' der Niyazi-i Mısri.
Sözün tesir gücü, onun güzelliğinde değil, muhatabının ona kalbini açmasındadır aslında. Sıradan bir söz bile, onu almaya hazır bir kalpte çok şeyler hissettirir.
Yunus Emre der ki: "Sözünü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz. Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz. Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz."
Hep konuşmak istemek, kendimizi anlatmak ve dinlememek, bozuklukların kaynağıdır. Türkiye'nin yakın tarihindeki siyaset de hep böyle olmuştur. Siyasetçiler, hep konuşmak yerine, az da olsa vatandaşa kulak verse ve dinlese, her şey çok daha farklı olurdu. Aslında siyaset, konuşma makamı değil, dinleme makamıdır.
Konuşmak, bazen karşımızdakini anlamamıza engel olur. Dinlemek ise, karşımızdakini anlamanın, onun dünyasına girebilmenin anahtarıdır. Bu anahtarı kullanmak, hem bireysel ilişkilerimizde hem de toplumsal hayatımızda huzuru ve barışı getirecektir.