Kitap yapıp sayfa sayfa okuduğum...
Duâlarımla, gönlüme nakış nakış dokuduğum...Hayâllerimi, uçsuz- bucaksız fezâlarca kurduğum....Aşkımı, ilâhî bir haz ve muhabbetle sunduğum...
Güzelliklerin kimyâsını ve kimyânın güzelliklerini sınırsız bir terennümle soluduğum...
Ecdâdımın, bütün an'anevî ihtişâmlarını iz iz duyduğum, hakkaniyetine uyduğum, sevdâlarıyla uyuduğum, inci gibi kalbime koyduğum...
Zarâfetiyle, bulutlarda, yıldızlarda mekân tuttuğum, dokuduğum, dokunduğum...
Rabb'imin huzurunda, rızâsını kazanmak adına, huzurlu ve mes'ut olabilmenin heyecânıyla huşuyla, seni terennüm ederek, boyun büküp durduğum...
Güzel Türkçe'm!...
Bugün hangi açılmaz, birbirine kenetli ve merhametsiz 'kıskaçların' zulmünü yaşıyorsun ve niçin, kimsesizliğin ve sâhipsizliğin pususunda, burukluk ve endîşe içindesin?
Hazret-i Mevlâna, hakîkî aşkı kastederek: "Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur" diye buyurur.
Nesilleri, nesillere taşıyan sensin! Köprü, sensin! Târihimi, kültürümü, medeniyetimi seninle yaşarım!.. Dînimi, seninle öğrenirim!..Allahü teâlâya seninle niyâzda bulunurum!
Yüce Rabb'imizin, Kur'ân-ı Kerîm'de, Rûm Sûresi'nin 30'uncu âyetinde, -meâlen- buyurduğu: " Dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması"ndaki "ibretler"in düşünülmesi gerekmez mi?
Dilimiz Türkçe, bu mânâda, bize, Allahü teâlânın bir emâneti olmuyor mu? Türkçe'yi korumak, kollamak ve gelişmesini sağlamak, bize, hem millî ve hem de dînî bir vazîfe değil midir?
Türkçe'ye sevdânın, gönüllerde hiçbir 'iniltisi' yok mu?
Meselâ; "Mevlâna Pide Salonu, Mevlâna Fırını", nasıl diyor ve bunu diyenlere nasıl müsaade ediyorsunuz? "Yunus Emre Eczâhanesi, Yûnus Emre Emlâk, İkra Lojistik, İhlâs Pazarlama..." gibi tâbirler, dînî hassasiyetlerimizi ve bir başka cihetten de kültürümüzü ve millî değerlerimizi zedelemiyor mu?
Meselâ; "İslâmî gelenekten gelmek..." ve "İslâmî gelenek mensupları..." ne demektir? Îzahını yapabilecek bir 'dilci' , bir 'ilâhiyatçı', bir "sosyolog" hattâ bir p(i)sikolog var mıdır? Bir dile, bu kadar mı ilgisiz durulur?
"Amisos imsakiyeleri"ni; şehrin kuzey cihetinde,"Atatürk'ün Şehri Samsun'a Hoşgeldiniz" tabelası yazılan ve"Güneşin Doğduğu Şehir" denilen Samsun'da bulabilirsiniz!!!
Tabiî ki, aşağıda sayacağım -yeni inşâ edilen- mekân veya malzemeleri de orada bulmanız mümkündür: "Amisos cumhuriyeti, Amisos tepesi, Amisos dondurması, Amisos meyva suları, Amisos fenerleri..." bunlardan sâdece birkaçıdır.
Burada, yine sâdece birkaçını yazacağımız; "Amazon kenti'nin şehri'nin, diyârı'nın, köyü'nün, pidesi'nin, kanalı'nın, adası'nın, kadınları'nın (zâten erkekleri yoktur), parkı'nın, bebekleri'nin... " ne olduğunu, nasıl teşekkül edip bugünlere intikal ettiklerini, hem sosyologlarımız, hem arkeologlarımız ve hem de tarihçilerimiz çözeceklerdir diye ümit ediyoruz.
Böylece; en azından, "erkek çocuklarını öldüren", bu 'kocasız' Yunanlı kadınların yâni "amazonların" nasıl "bebek" sâhibi olduklarını da öğrenmiş olacağız!
Meselâ; Kerasus'tan yakın zamanda geçtiniz mi? diye, sorsam, ne dersiniz?
Türkçe; hem târihî saptırmalar ve hem de uydurma kelimelerle, tam mânâsıyla bir 'kıskaç' içindedir. Binlerce, yüzlerce senedir kullandığımız mekân isimleri, maalesef, bir takım iddia ve isnatlarla değiştirilmektedir. Bu duruma bütün hızıyla devam edilmektedir.
Coğrafyamızın hem maddî ve hem de mânevî kimyâsı bozulmuştur / bozulmaktadır.
Türkçe nezdinde, hem Türkçe'ye ve hem de mübârek İslâm dînimize yapılmak istenilen bu zulüm nedendir? Dînimize göre, "dilimizi " korumakla mes'ul değil miyiz?
Ders kitaplarındaki uydurma kelime salgını âdeta teşvik ediliyor. Çocuklarımız, evlerinde "meselâ", okulda "örneğin" diyor. Onlara; evde "cevap", okulda "yanıt", evde "eser", okulda "yapıt", evde serbestlik-hürriyet, okulda "özgürlük", evde hayat, okulda "yaşam", evde "tabiat" okulda "doğa..." dedirtiliyor!
Tabiî ki, 'ev' dedimse, siz onu sâdece ev diye düşünmeyiniz. Bakkalda, sokakta, eczahânede, hep evdeki gibi konuşuyor / konuşuluyor.
Bu kadar mı? Hayır! Türk Dünyâsı Türkçesi katlediliyor! Türk Dünyâsı, uydurukça ile, birbirinde ayırılmak / koparılmak isteniliyor!
İşte, İlköğretim Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi-8 adlı kitaptan bir kaç cümle:
"Taassubun bireysel ve toplumsal zararları vardır." (Sf. 70)
"Evrenin fiziksel yasalarından biri de suyun kaldırma kuvvetidir." (Sf.14)
"Vahiy, bilgi, taassup ve mükellef sözcüklerinin anlamlarını sözlükten bularak defterinize yazınız" (Sf. 62)
"Sağlıklı bir yaşam için insanların temizliğe önem vermeleri gerekir." (Sf. 98)
Bu cümlelerde geçen "bireysel, toplumsal, evren, fiziksel, sözcük, yaşam" gibi kelimeler, Türkçe'nin neresinde vardır? Adı "Din Kültürü" olan bir kitapta, bir milletin temel millî kültür değeri olan 'dil' bu tahripkârlıkla kullanılırsa, bu işin sonu nereye varır?
"Bireysel" denen ucûbe uydurmanın yerine, Yûnus Emreler'den intikal eden "kişi" kelimemizden başka, 'zat, fert, şahıs' kelimelerimiz yok mudur? Kâinat yerine kullanılan "evren", Yûnus Emre'de "yılan, ejderha" olarak geçer, bu kadar terslik olur mu?
Peygamber Efendimiz için "Kâinatın Efendisi" (Yaratılmışların En Üstünü) tâbirini kullanıyoruz; hadi, O'nun için, "Evrenin Efendisi" deyiverin! Mümkün mü?
Yazıktır! Günahtır! Emeğe, zamana, beyine, gönüle eziyettir!..
"Sözcük" kelimesi, 'kelime'nin karşılığı ise, bu "Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi" kitabı, (Îlâ-yi kelimetu'llah)ı, (Kelime-i tevhîd)i ve (Kelime-i şahâdet)i nasıl öğretecektir?
Evet; bir Müslüman olarak, "Îlâ-yi kelimetu'llah", "Kelime-i şahâdet" ve "Kelime-i tevhîd" nasıl diyeceksiniz?
"Naturel Berber Salonu" nasıl bir mekândır? Ya; "Doğal Kaynak Suyu", dünyâda ilk defa bizim tarafımızdan keşfedilen bir su çeşidi midir? Ve acaba, bu "berber" in ve bu "su"yun, "tabiî" olanı yok mudur?
"Kilikya Adana Şalgam Suyu"nun ve "Köfteli Kilikya Çorbası"nın, "Kilikya'sız; yine, "Bafira Domates ve Biber Salçası'nın ve "Bafira Pide Evi"nin, Bafira'sız tanıtımı olamaz mıydı?
Adana'nın ve Bafra'nın şanı-şöhreti, Kilikya ile, Bafira'ya mı kalmıştır?
"Kapadokya", ne yazık ki, yine Devlet eliyle, bir başka "bölge" hâline getirilmiştir. Artık, buranın da, bir "Hava Limanı, köftesi, kitabevi, köyevi, salatası, hastahânesi..." mevcuttur.
Bir tabelada şöyle yazıyor: "Hareket özgürlüktür" Bu duruma göre, "Hareket nedir acaba?" Serbestlik mi? Hürriyet mi? Esâretten kaçış - kurtuluş mu? Ne?..
O'nun, Türkçe hassasiyetini ifade bakımından,Türkçe âşığı Nihad Sâmi Banarlı'nın bir değerlendirmesini arzederek sözü bitirmek istiyorum. Banarlı, şöyle demektedir:
"Âşık Paşa'nın Türkçeçiliği , yalnız asrının sâde Türkçesiyle eserler yazmaktan ibâret kalmamıştır. Bu şâir tıpkı Gülşehrî gibi, Türkçe yazmanın şuûruna ermiş, Türkçeye değer vermekteki isâbet ve ehemmiyeti bilhassa belirtmiştir. Paşa, Garibnâme adlı eserinde, bu eseri bilhassa Türk dili ile yazdığını söylerken:
" Kamu dilde var idi zabt ü usûl
Bunlara düşmüş idi cümle ukul
Türk diline kimsene bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahı bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri "
gibi mısrâlar sıralamak lüzûmunu duymuştur. Arabî ve Farisî gibi, o asırlardaki en büyük dünya dillerinin, tedvîn edilmiş olmaları dolayısıyle eser yazanların hep bu dilleri seçtiklerini söyleyen Paşa, bunun yanında Türkçeye hiç kıymet verilmemiş olmasından şikâyetçidir. Bir milletin dilini öğrenmenin o millete karşı gönül yakınlığı uyandırdığına da dikkat ve nüfûz eden Paşa, edebiyatta Türkçe kullanmayışın, Türklerin de sevilmesine mânî olduğunu belirtir. Paşa'ya göre bunda o kadar ileri gidilmiştir ki Türkler dahî kendi dillerini bilmemek; Türkçe ile ne ince ve ne yüce eserler verilebileceğini akıl edememek durumuna düşmüşlerdir. " (Bknz: Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, Sf. 381)
Unutulmamalıdır ki, başta 'dil' olmak üzere, bozulmaya başlayan değerler, doğrudan doğruya bir milletin geleceğiyle alâkalıdır. Bu; dünü yok sayarak yola çıkmaktır ki, millî kültürün şekil değiştirmesine kadar varabilir.
O gün, pişmanlığın fayda etmeyeceği gündür!
O gün; gaflet, sefâlet, ihânetle başlayan ve devam eden 'zillet günü'dür!..
ERCİYES RERGİSİ, MAYIS 2015, SF. 22-23
Duâlarımla, gönlüme nakış nakış dokuduğum...Hayâllerimi, uçsuz- bucaksız fezâlarca kurduğum....Aşkımı, ilâhî bir haz ve muhabbetle sunduğum...
Güzelliklerin kimyâsını ve kimyânın güzelliklerini sınırsız bir terennümle soluduğum...
Ecdâdımın, bütün an'anevî ihtişâmlarını iz iz duyduğum, hakkaniyetine uyduğum, sevdâlarıyla uyuduğum, inci gibi kalbime koyduğum...
Zarâfetiyle, bulutlarda, yıldızlarda mekân tuttuğum, dokuduğum, dokunduğum...
Rabb'imin huzurunda, rızâsını kazanmak adına, huzurlu ve mes'ut olabilmenin heyecânıyla huşuyla, seni terennüm ederek, boyun büküp durduğum...
Güzel Türkçe'm!...
Bugün hangi açılmaz, birbirine kenetli ve merhametsiz 'kıskaçların' zulmünü yaşıyorsun ve niçin, kimsesizliğin ve sâhipsizliğin pususunda, burukluk ve endîşe içindesin?
Hazret-i Mevlâna, hakîkî aşkı kastederek: "Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur" diye buyurur.
Nesilleri, nesillere taşıyan sensin! Köprü, sensin! Târihimi, kültürümü, medeniyetimi seninle yaşarım!.. Dînimi, seninle öğrenirim!..Allahü teâlâya seninle niyâzda bulunurum!
Yüce Rabb'imizin, Kur'ân-ı Kerîm'de, Rûm Sûresi'nin 30'uncu âyetinde, -meâlen- buyurduğu: " Dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması"ndaki "ibretler"in düşünülmesi gerekmez mi?
Dilimiz Türkçe, bu mânâda, bize, Allahü teâlânın bir emâneti olmuyor mu? Türkçe'yi korumak, kollamak ve gelişmesini sağlamak, bize, hem millî ve hem de dînî bir vazîfe değil midir?
Türkçe'ye sevdânın, gönüllerde hiçbir 'iniltisi' yok mu?
Meselâ; "Mevlâna Pide Salonu, Mevlâna Fırını", nasıl diyor ve bunu diyenlere nasıl müsaade ediyorsunuz? "Yunus Emre Eczâhanesi, Yûnus Emre Emlâk, İkra Lojistik, İhlâs Pazarlama..." gibi tâbirler, dînî hassasiyetlerimizi ve bir başka cihetten de kültürümüzü ve millî değerlerimizi zedelemiyor mu?
Meselâ; "İslâmî gelenekten gelmek..." ve "İslâmî gelenek mensupları..." ne demektir? Îzahını yapabilecek bir 'dilci' , bir 'ilâhiyatçı', bir "sosyolog" hattâ bir p(i)sikolog var mıdır? Bir dile, bu kadar mı ilgisiz durulur?
"Amisos imsakiyeleri"ni; şehrin kuzey cihetinde,"Atatürk'ün Şehri Samsun'a Hoşgeldiniz" tabelası yazılan ve"Güneşin Doğduğu Şehir" denilen Samsun'da bulabilirsiniz!!!
Tabiî ki, aşağıda sayacağım -yeni inşâ edilen- mekân veya malzemeleri de orada bulmanız mümkündür: "Amisos cumhuriyeti, Amisos tepesi, Amisos dondurması, Amisos meyva suları, Amisos fenerleri..." bunlardan sâdece birkaçıdır.
Burada, yine sâdece birkaçını yazacağımız; "Amazon kenti'nin şehri'nin, diyârı'nın, köyü'nün, pidesi'nin, kanalı'nın, adası'nın, kadınları'nın (zâten erkekleri yoktur), parkı'nın, bebekleri'nin... " ne olduğunu, nasıl teşekkül edip bugünlere intikal ettiklerini, hem sosyologlarımız, hem arkeologlarımız ve hem de tarihçilerimiz çözeceklerdir diye ümit ediyoruz.
Böylece; en azından, "erkek çocuklarını öldüren", bu 'kocasız' Yunanlı kadınların yâni "amazonların" nasıl "bebek" sâhibi olduklarını da öğrenmiş olacağız!
Meselâ; Kerasus'tan yakın zamanda geçtiniz mi? diye, sorsam, ne dersiniz?
Türkçe; hem târihî saptırmalar ve hem de uydurma kelimelerle, tam mânâsıyla bir 'kıskaç' içindedir. Binlerce, yüzlerce senedir kullandığımız mekân isimleri, maalesef, bir takım iddia ve isnatlarla değiştirilmektedir. Bu duruma bütün hızıyla devam edilmektedir.
Coğrafyamızın hem maddî ve hem de mânevî kimyâsı bozulmuştur / bozulmaktadır.
Türkçe nezdinde, hem Türkçe'ye ve hem de mübârek İslâm dînimize yapılmak istenilen bu zulüm nedendir? Dînimize göre, "dilimizi " korumakla mes'ul değil miyiz?
Ders kitaplarındaki uydurma kelime salgını âdeta teşvik ediliyor. Çocuklarımız, evlerinde "meselâ", okulda "örneğin" diyor. Onlara; evde "cevap", okulda "yanıt", evde "eser", okulda "yapıt", evde serbestlik-hürriyet, okulda "özgürlük", evde hayat, okulda "yaşam", evde "tabiat" okulda "doğa..." dedirtiliyor!
Tabiî ki, 'ev' dedimse, siz onu sâdece ev diye düşünmeyiniz. Bakkalda, sokakta, eczahânede, hep evdeki gibi konuşuyor / konuşuluyor.
Bu kadar mı? Hayır! Türk Dünyâsı Türkçesi katlediliyor! Türk Dünyâsı, uydurukça ile, birbirinde ayırılmak / koparılmak isteniliyor!
İşte, İlköğretim Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi-8 adlı kitaptan bir kaç cümle:
"Taassubun bireysel ve toplumsal zararları vardır." (Sf. 70)
"Evrenin fiziksel yasalarından biri de suyun kaldırma kuvvetidir." (Sf.14)
"Vahiy, bilgi, taassup ve mükellef sözcüklerinin anlamlarını sözlükten bularak defterinize yazınız" (Sf. 62)
"Sağlıklı bir yaşam için insanların temizliğe önem vermeleri gerekir." (Sf. 98)
Bu cümlelerde geçen "bireysel, toplumsal, evren, fiziksel, sözcük, yaşam" gibi kelimeler, Türkçe'nin neresinde vardır? Adı "Din Kültürü" olan bir kitapta, bir milletin temel millî kültür değeri olan 'dil' bu tahripkârlıkla kullanılırsa, bu işin sonu nereye varır?
"Bireysel" denen ucûbe uydurmanın yerine, Yûnus Emreler'den intikal eden "kişi" kelimemizden başka, 'zat, fert, şahıs' kelimelerimiz yok mudur? Kâinat yerine kullanılan "evren", Yûnus Emre'de "yılan, ejderha" olarak geçer, bu kadar terslik olur mu?
Peygamber Efendimiz için "Kâinatın Efendisi" (Yaratılmışların En Üstünü) tâbirini kullanıyoruz; hadi, O'nun için, "Evrenin Efendisi" deyiverin! Mümkün mü?
Yazıktır! Günahtır! Emeğe, zamana, beyine, gönüle eziyettir!..
"Sözcük" kelimesi, 'kelime'nin karşılığı ise, bu "Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi" kitabı, (Îlâ-yi kelimetu'llah)ı, (Kelime-i tevhîd)i ve (Kelime-i şahâdet)i nasıl öğretecektir?
Evet; bir Müslüman olarak, "Îlâ-yi kelimetu'llah", "Kelime-i şahâdet" ve "Kelime-i tevhîd" nasıl diyeceksiniz?
"Naturel Berber Salonu" nasıl bir mekândır? Ya; "Doğal Kaynak Suyu", dünyâda ilk defa bizim tarafımızdan keşfedilen bir su çeşidi midir? Ve acaba, bu "berber" in ve bu "su"yun, "tabiî" olanı yok mudur?
"Kilikya Adana Şalgam Suyu"nun ve "Köfteli Kilikya Çorbası"nın, "Kilikya'sız; yine, "Bafira Domates ve Biber Salçası'nın ve "Bafira Pide Evi"nin, Bafira'sız tanıtımı olamaz mıydı?
Adana'nın ve Bafra'nın şanı-şöhreti, Kilikya ile, Bafira'ya mı kalmıştır?
"Kapadokya", ne yazık ki, yine Devlet eliyle, bir başka "bölge" hâline getirilmiştir. Artık, buranın da, bir "Hava Limanı, köftesi, kitabevi, köyevi, salatası, hastahânesi..." mevcuttur.
Bir tabelada şöyle yazıyor: "Hareket özgürlüktür" Bu duruma göre, "Hareket nedir acaba?" Serbestlik mi? Hürriyet mi? Esâretten kaçış - kurtuluş mu? Ne?..
O'nun, Türkçe hassasiyetini ifade bakımından,Türkçe âşığı Nihad Sâmi Banarlı'nın bir değerlendirmesini arzederek sözü bitirmek istiyorum. Banarlı, şöyle demektedir:
"Âşık Paşa'nın Türkçeçiliği , yalnız asrının sâde Türkçesiyle eserler yazmaktan ibâret kalmamıştır. Bu şâir tıpkı Gülşehrî gibi, Türkçe yazmanın şuûruna ermiş, Türkçeye değer vermekteki isâbet ve ehemmiyeti bilhassa belirtmiştir. Paşa, Garibnâme adlı eserinde, bu eseri bilhassa Türk dili ile yazdığını söylerken:
" Kamu dilde var idi zabt ü usûl
Bunlara düşmüş idi cümle ukul
Türk diline kimsene bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahı bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri "
gibi mısrâlar sıralamak lüzûmunu duymuştur. Arabî ve Farisî gibi, o asırlardaki en büyük dünya dillerinin, tedvîn edilmiş olmaları dolayısıyle eser yazanların hep bu dilleri seçtiklerini söyleyen Paşa, bunun yanında Türkçeye hiç kıymet verilmemiş olmasından şikâyetçidir. Bir milletin dilini öğrenmenin o millete karşı gönül yakınlığı uyandırdığına da dikkat ve nüfûz eden Paşa, edebiyatta Türkçe kullanmayışın, Türklerin de sevilmesine mânî olduğunu belirtir. Paşa'ya göre bunda o kadar ileri gidilmiştir ki Türkler dahî kendi dillerini bilmemek; Türkçe ile ne ince ve ne yüce eserler verilebileceğini akıl edememek durumuna düşmüşlerdir. " (Bknz: Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, Sf. 381)
Unutulmamalıdır ki, başta 'dil' olmak üzere, bozulmaya başlayan değerler, doğrudan doğruya bir milletin geleceğiyle alâkalıdır. Bu; dünü yok sayarak yola çıkmaktır ki, millî kültürün şekil değiştirmesine kadar varabilir.
O gün, pişmanlığın fayda etmeyeceği gündür!
O gün; gaflet, sefâlet, ihânetle başlayan ve devam eden 'zillet günü'dür!..
ERCİYES RERGİSİ, MAYIS 2015, SF. 22-23