İslâm dünyasındaki sadaka cirosu gözleri kamaştırıyor. Türkiye’de yıllık cirosu 50 milyar dolar, Endonezya’da ise 23 milyar dolar olduğu tahmin edilen “sadaka, bağış, zekat” piyasası yabancı kurnazların bile dikkatini çekiyor.
Yerli kurnazlar her köşe başına yerleştirdikleri hayır hasenat amaçlı düzeneklerle, gayri müslimler ise altın ve benzeri doğal varlıklarına göz diktikleri İslâm topraklarında şirketlerinin şemsiyesinde kurdukları sözüm ona vakıflarla yoksul müslümanların hemdin duygularını hem de ceplerini acımasızca sömürüyorlar. Fetö gibi. Şimdi Fetögiller türedi. 2013 lere kadar Türkiye’de bu işin kompetanı olan Fetö denen maddi-manevi hırsızlık şebekesinin mirasını devralanlar ne derecede güvenilir? Buna bakmalı.
Çok daha garip ve düşündürücü olan benzeri bir olgu Endonezya’da yaşanmaktadır. Ülkece ünlü Ustad Yusuf Mansur “sadaka mucizesi” (mukjizah sedakah, keajabian sedekah) adı altında müslümanlardan para toplamakta topladığı paralarla insanlar arasında çekiliş yapıp bir kişiye vererek onları sıraya koymaktadır. Tabi daha baştan yüzde yirmisine şeriat adına el koyduğu komisyonlar çıktıktan sonra. Böylece kendi adına inşaat şirketleri, yatılı mektepler vesaire kurarak mucize dediği şeyi gerçekleştirmektedir. Ne gariptirki bir önceki devlet başkanı SBY zamanında devlet başkanlığı dairesinde çalışanlara vaaz verecek kadar da popülerleşmişti. Ardından mahkemeye verilince daha da meşhur olmuş ünlü İstiklal Camisi’nde din-iman adına canlı yayında vaaz vererek kahraman edasıyla ününe ün katmış banka hesaplarını daha da şişirecek fırsatı yakalamıştı.
Şu anda Vehhabi mezhebi Suudi topraklarında egemen ve mezhebin kurucusu Abdulvehhap adlı din bilgini şimdiki kralın atalarına sizin topladığınız haraca karışmayacağım aksine daha da fazla toplamanız için yardım edeceğim diyerek vergi işlerine karışmama garantisi verip yerini sağlamlaştırdıktan sonra akidesini yaymaya devam etmişti. Aynı işi Uyeyne kabilesi arazisinde yapmış ancak kabileden tepki görmüştü. Daha sonra da Diriyye kabilesi arazisini mekan tutmuştu. (Bakınız: 35-493. Sayfalar, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hazreti Peygamberin Hayatı, Seyyid Ebul Ala El Mevdudi, Türkçesi; Ahmed Asrar, Istanbul İkinci Baskı, 1985 Birinci Cilt,632 sayfa, 17x23cm. Pınar Yayınları) Birinci plânda iman diye halka bar bar bağaran ulama iş icraata gelince imanı çöpe atıyor, ikbal ve serveti ön plâna alıyordu.
Kuranı Kerim’deki karzı hasen kuralını gözardı eden kurnazlarımız İslâm dinini ellerine almış futbol topu gibi çevirip duruyorlar. Bize düşen de uyumak değil bu gerçekleri öğrenmektir.
Bir Japon atasözü çok hoşuma gidiyor: Amida no hikari mo kane shidai:
Tanrı’nın ışığı paranın peşinden gider. Gelin şu ışığı tersine çevirelim. Parayı Tanrı’nın ışığının emrine verelim. Böyle bir sistem kuralım.
Eğer ülkemizde sadaka ve benzeri bağışları toplayanlar şeffaf olsalardı vatandaş daha da fazla bağış yapacaktı. Şeffaflığı da istismar edenler “bitmez tükenmez hazine“ sadaka kültürünü” sömürüp kemiriyorlar. Vergisiz, denetsiz piyasada din kralları oluyorlar. Bunu gören Avrupalı ve Batılı şirketler de bir sürü vakıfla İslâm ülkelerinde şirketlerinin arkasında olduğu düzeneklerle hem toprak altını hem toprak üstünü sömürüp kemirmeye devam
ediyorlar. Japon kökenli Shinji Shumei’den tutunuz Endonez kökenli Subud ve benzeri örgütler böyledir. Fetögillerin uluslararası ikizleridirler.