Havza’nın Sesi Gazetesi sahibi ve gazeteci Abdullah Uyaroğlu ile 10 Temmuz 2007 Salı günü 81 yaşındayken görüştüm.
1926 doğumlu gazeteci yazar İcadiye Mahallesi, Çeşme Sokak’ta 21 numarada yola bakan bürosunda çalışıyordu. Torunu Yılmaz Uyaroğlu o zaman gazete müvezzii olarak yardım ediyordu.
Aslen Kayserili Abdullah amcayla bir saatten fazla bürosunda sohbet etmiş ve notlar almıştım. Notları aşağıya alıyorum:
1943 depreminin canlı tanıklarından olan Abdullah amca enkaz altında 2 gün kalmış ama yaşamıştı.. Kuşkonağı (Salaruç) köyünde yaşadığı depremi “O günlerde sık sık deprem oluyordu” diye açıkladı.
“Bir komşumuz var. Depremden çok korkuyordu. Evin önüne baraka yaptırdı. Ertesi sabah taşınmayı düşünüyordu. O sıralarda depremler genellikle kış aylarında oluyordu. Pencereden baktım. Korkunç rüzgâr esiyor. Öylesine korkunçki görülmemiş derecede, evlerin kiremitlerini sallayıp atıyor. Depremden korkan komşumuz da Kur’an okuyor. Ben ona baktım pencereden. Rüzgâr bir tapakapatılmış gibi birden tıs diye durdu. Durmasıyla birlikte yerden göğe bir ışık kavuştu. Süratle geçti gitti. Ardından hemen bir sarsıntı başladı. Depremden korkan komşumuzun 7 kişilik ailesinden 6 kişi öldü. Bir tek kundaklık bebek vardı. Oda ölmesin diye bokluğa fırlatmışlar. Ertesi sabah boklukta ağlarken bulmuşlar. Şimdi bu çocuk İstanbul’da yaşıyor. Komşumuzun yaptırdığı barakaya ise hiçbir şey olmamıştı.”
Abdullah amca Çanakçalı Deli Rıza’nın arkadaşı Niyazi Özdemir’den dinlediği bir hikâyeyi yazmış, Ruh ve Madde adlı dergi yayınlamıştı. “Diplomasız kişi olarak ilk kez benim yazım çıkmıştı.” dedi. 1990’da birincilik kazandığım öykü dediği ibret verici bir vakaydı: “Evliyaların Doğuşu ” adını koyduğu gerçek hikâye için şöyle dedi: “Evliya hikâyelerinin çoğu uydurmadır. Gerçek olanı da vardır ama çoğu yalan dolandır. Bir tanesini anlatayım” dedi ve aşağıdaki hikâyeyi anlattı:
Olayın geçtiği yıl: 1921. Yer Sivas, Sarkışla. Kızılırmak yakınlarında, oralarda Çanakça Köyü diye bir köyde Çanakçalı Deli Rıza haramilik yaparmış. Yakalandı. Sonra Sivas Cezaevi’ne atıldı. Ardından duvarı yarıp kaçmış. Köyüne yayan gitmek için yola koyulmuş. Yürümüş, yürümüş ama çok yorulmuş. Hali mecali kalmamış. Kızılırmak kenarına kadar gelmiş. Yolda bir de bakmış ki bir adam geliyor uzaktan. Adam yamçili (keçeden palto) imiş. Atı güzel ve silahlıdır. Bu adamı nasıl soyarım diye düşünmüş.
Atlı yaklaşınca Deli Rıza birden kendi kendine dönmeye başlamış. Dua eder gibi fırıl fırıl dönmekte, bildiği dua ibarelerini cezbe halinde mırıldanmakta bir taraftan da atlı adamı gözetlemektedir. Ama adama çaktırmadan da hal ve gidişini takip etmekte adama hiç bakmamaktadır. Atlı adam Deli Rıza’ya yaklaşır. Sorar:
-Amca boş kayanın etrafında ne dönüyorsun?
-Sus evladım sus. Çarpar ya! -Ne dilersen veriyor!
-Demek ki çok ulu bir kişi. Bunun için ne yapayım?
-Abdest alıp ırmaktaki temiz suyla dua et ve 2 rekat namaz kıl. Dilediğini iste!
Adam attan iner. Yamçıyı çıkarır. Silahı bir kenara koyar. Namaz için abdeste başlar. Bu arada Deli Rıza yamçıyı giyer. Silahı alır. Adama döner ve şunu der:
-Amca ben sabahleyin Sivas Hapishanesi’nden kaçtım. Kaçarken diledim ki bir at ve silah ver. Şimdi bunlara sahip oldum. Dilerim Allah’tan ki sen ne dilersen dile, Allah’tan sana da versin. Bunları der ve geçer gider.
Burasının adı daha sonra “Dilekkaya” olarak kalır. Şimdi bile halen aynı yerde dilek tutanlar, kurban kesenler vardır.
Allah rahmet etsin Abdullah Uyaroğlu’na. Havza Belediyesi’nin sokağa adını verme kararını okuyunca bu anımı hatırladım. Okuyucularla paylaşmak istedim.