Bazen kendi kendime soruyorum. Bizi ne idare ediyor? Din mi, İklim mi?
Kıta gibi Avrupadan da büyük Endonezya ülkesinde Endonez budunlarında musiki yeteneği doğuştan var. Resim ve heykel de öyle. Muhteşem ağaç işçiliği ve taş oyma sanatını gördüm bizzat kendi gözlerimle Orta Cava Borobudur ve Prambanan tapınakları ve çevresindeki ören yerlerinde. Ratu Boko mesela. Peki neden uluslararası sanatçı yetişmiyor bu ülkede?
Münevverlerinin cumhurbaşkanının ve oğlunun Tanrısal ilham (wahyu keprabon) alıyor/ almıyor tartışması 2022 yılında yapıldığı bir ülkeden sözediyorsak sorunun cevabını din sözcüğünün nasıl algılandığında aramak gerektiğini hemen anlarız. Ülkemiz de de benzeri bir durum vardır. Ulema dokunulmazlığını neyle izah edebilirizki.
Şimdi daha da ileri gidiyorum. Acaba bizim derilerimiz ile Endonezlerin derileri arasındaki fark nedir?
Endonez ekvator kuşağı insanının derisinin kalınlığı dönence kuşağı insanından daha ince olduğundan çok hassas ve kırılgan. Öyleyse derinin kalınlığı nasılki suyun sıcaklığını da farklı algılayacaksa dini de farklı algılayacaktır. Kısacası bu insanlar müslüman ama deri ve iklimin bir araya getirip oluşturduğu kişilik bizlere aynı Kuranı farklı iki ayrı Kuranmış gibi okutuyor.
Endonezya köyündeki musiki yetenekli çocuk sünnettir deyip taharetlendikten sonra aynı elle yemek yemeyi öğrenen hocaların ufkundan Dünyaya bakmak zorunda. Ama mahareti ise birçok insanı aşıyor. Mahareti 22. asra uygun yaşam tarzı ise 7.asırda bir yerde. Tayland'daki Budistler de aynı. Bu amaçla Darwin'e yeniden bakıyorum. Yetenek harika. Hırs yok insanlarda. Sonradan açılacak diye beklediğimiz ve ama onbeş yaşından yukarı büyüyemeyen bir kişilik var.
Zekâ fışkıran insanla, din deyince adeta uyuşturucu almış gibi semeleşiyor. Şimdi ben de onlardan Darwinin kuramlarını düşünerek bir şeyler almaya çalışıyorum. Sözüm şudurki bizde sıradan insan bir DİN inkılâbı yapmadığı müddetçe Tayland, Suudi Arabistan gibi ülkelerle kıyaslanmaya devam edeceğiz. Bizi derimizdeki gözenekler idare ediyor, galiba. O gözenekler de dine ve yaşam tarzımıza istikamet veriyor. Bedenin çektiği oksijen miktarına o gözenekler karar veriyor. Miktar azaldıkça hissiya, sertlik azalıyor; hassasiyet artıyor. Ekvator kuşağı insanında böyle. Böyle bir insan da Tanrı hangi dini gönderirse göndersin o dini yeniden ele alıp bambaşka bir şekle büründürüyor.
Kendi anladığı dine dinin kurucusunun ardından yeniden karar veriyor. Dini adeta yeniden yaratıyor.
Derilerin kalınlığı dinimize istikamet veriyor. Yağmurun bardaktan değil tencereden boşalır gibi yağdığı ülkede insanlar sudan korkuyor.Su musibet diye tanımlanıyor. Halbuki o mübarek su okuduğu Kuran’da rahmet diye nitelendiriliyor. Suuudi Arabistan'da 50-110 kg. yıllık yağış ortalaması olan topraklarda rahmet Malezya, Endonezyya gibi yıllık yağış ortalaması 2200 kg. olan topraklarda musibet oluyor. Din aynı. Dindaş ama farklı iki din gibi algılanan bir İslâm tezahür ediyor.
O zaman yapmamız gereken din zihniyetimizi yeniden ele almak. Avrupalı bunu yaptı. Dünyanın en büyük sömürgen ülkesi İngiltere bunu yaptı. Bu değişimi 16. Asırda yaptı, şimdi de keyfini sürüyor. Biz de yoksulluk ve üretmek için sadaka kültürü geliştirmeye özen gösteriyoruz.