“Beyan”, söz/fikir; “üslûp” ise, tarz’dır. Kişinin sözü, özünün aynası’dır.
Kaynaklara göre, bu sözü, F(ı)ransız fikir adamı Georges-Louis Leclerc Comte de Buffon (1707-1788) söylemiş.
Cümle şöyle: Le style est l’homme même.
“Style”: Larousse de Poche’da, “maniere d’ecrire” yâni “yazma tarzı” dır ki, buna,”ifade ediş tarzı” da diyebiliriz. Umûmî mânasıyla ise, “üslûp” diyoruz.
“Üslûp”; hangi sahada olursa olsun, kendini ortaya koyma, kendine mahsusluk veya ‘Bu, benim!’/Ben, buyum!” deme hâli’dir. Üslûp; kabul görmüş müşterek veya ferdî ‘yol, tarz, usûl’dür. Bu da; temeli, içte olan bir hâl’in dışa vurumunun ‘şahsîleşmiş hâli’nden başka bir şey değildir:
Ferdî veya içtimâî!
Buffon’un cümlesi, “Üslûp, insanın bizzat kendisidir” oluyor.
Ziya Paşa (1829-1880) ise, bunu, “Üslûb-ı beyan aynıyla insandır” mânasıyla dilimize kazandırmış. Yaygın söyleyiş böyle!..
Türkçe’mizde: “Dervişin fikri neyse, zikri de odur” diye bir atasözümüz vardır. Yâni, insanın aklında/kafasında ne var ise, dilinde/sözünde de/hâlinde de, o, vardır.
Peki, Ziyâ Paşa’mız, dilimizde böyle nefis, derin mânalı bir atasözümüz varken, yeni bir şeymiş gibi Buffon’un sözünü niçin almıştır, bilemeyiz.
Dahası; Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273), onlardan birkaç asır önce, Dîvân-ı Kebîr adlı muhteşem eserinde şöyle der:
“Dert ehliysen neden sustun? Bakışınla yol alıyorsan niçin bekliyorsun?
İçinde ne varsa, ne düşüncedeysen, mutlaka yüzünden belli olur; testinin içinde ne varsa dışına o sızar.”
“Mevlâna Hudâvendigâr bize nazar kılalı
Anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır”
Diyen, Türk şiirinin yüzakı, dünyâ şiirinin zirve ismi Yûnus Emre (1240/41-1320/21) de şöyle der:
“Miskinlikte buldular kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler yüksekten bakar ise
Gönül yüksekte gezer dembeden yoldan azar
Taş (dış) yüzüne o sızar içinde ne var ise”
Bizde zenginlik çok da, başkalarına imrenme daha ileri safhalarda olduğu için, onu göremiyoruz.
Meselâ; “Niyet hayır akıbet hayır” atasözümüzle buna yaklaşamaz mıyız?!
Bu ifade, yapılan işin, niyet(ler)e göre, iyi-kötü sıfatlarıyla farklı oluşu, iç-dış münâsebetini/hâli’ni îzah etmez mi ve yol, neticede, bir üslûba varmaz mı?
İyi niyetle iyi netice; kötü niyetle kötülük hâsıl olmaz mı?
Bu tavırlarda bulunan kişilerin ‘niyetleri’, kendi tarzlarını/üslûpların ortaya koymuş olmuyor mu?
“Kötü söz/kem söz, sahibine aittir!” atasözüyle, aynı neticeye ulaşılamaz mı?