Anadil sevgisi ve şuûru, aileden gelen ninnilerle başlar. Okumakla kımıldanır ve kitap sevgisiyle berraklaşır...
Kitap sevgisi, bilgiyle haşir-neşir olmaktır. Bilgi, bizi, yeni şeyler aramaya ve keşfetmeye zorlar. Bu zorlayış, anadili koruma, kavrama, geliştirme ve ulaştırmayı sağlar.
Dil; sözlü ve yazılı olarak insandan insana ulaşır. İnsan; konuştuğu ve yazdığı dil ile benliğine kavuşur; hüviyet kazanır.
Bu da şu demektir ki, bu vasıtayla, millet olma vasfı da, ancak dil ile mümkündür.
Yâni dil, millî birliğin de, ilk ve vazgeçilmez şartıdır.
Kulaklara fısıldanan ‘ninniler’, zamanla, şuûraltlarına yerleşen billûrlar hâlinde kendini gösterir; hayâl gücümüzü genişletir, kuvvetlendirir.
Bu ‘güç’, ancak ve mutlak surette, maârifle maksadına ulaşabilir ve gelişebilir. Şâyet, tekâmül etmiş, ilme ve san’ata değer veren bir maârifiniz yoksa, o zaman, bu söylenenler beyhûdedir.
Şunu da söylemeliyim ki, ne âile okulun, ne de okul âilenin yerini tutabilir. Bunlar, ancak, birbirini tamamlayan ‘sosyal unsurlar’dır. Hepsinde, mutlaka, bir zamanlama söz konusudur. Yâni; her kişinin, yaşı icâbı, p(i)sikolojik durumu, zekâ, kaabiliyet ve zevki ile, sosyal çevresi bunda müessirdir.
Anadil sevgisi ve şuûrunu kazanmak, ‘millîlik’le alâkalıdır. Çünkü; ‘ana’ millî’dir.
Ve çünkü; anlaşmanın yanında, ilmî çalışmalarda da dil, birinci unsur olarak ‘millî’ olmak zorundadır. Bu bakımdan, Türkçe ve Türkçeleşmiş kelime hazinemiz de zengin olmalıdır.
Dünyadaki okuma oranlarına göz attığımız zaman, maalesef, ileri ülkelere nazaran, çok gerilerde olduğumuzu görürüz:
İngiltere ve F(ı)ransa’daki okuma oranları % 21, Japonya’da % 14 ve Amerika’daki okuma oranı % 12 ve İspanya’daki %9 civarındadır...
Bu oran, Türkiye’de, % 0.1 (Binde bir)dir.
Görülmektedir ki, sözünü ettiğim ülkelerdeki okuma oranları ‘yüzde’ ile; bizimki ‘ise, binde’yle ifade edilmektedir!..
“Bütün mes’ele, çocuklarımıza ve gençlerimize, okuma’yı bir ihtiyaç olarak kabullendirebilmekte ve onlara, okuma zevkini verebilmektedir.
Bununla şu demek istiyorum ki, okuma’nın, bir uyum içersinde; bir teşviki, bir zevki, bir hedef göstermeyi, bir heves sunmayı, bir zaman değerlendirmeyi ve kazanmayı, bir dayanışmayı...gerektiren ‘dinamik bir hâl’ olduğunu, çocuk yaştan îtibâren insanımıza kabûllendirmemiz gerekir. “
(Bknz. M. Halistin Kukul, Gençlik Okumuyor mu? Okutulmuyor mu? , Samsunhabertv, 14 Kasım 2019)
Şunu bilmek lâzımdır ki, Türkiye’de ‘okuma ihtiyacı’ 235. sırada bulunmaktadır.
Peyami Safa, 23 Temmuz 1935 tarihli Tan Gazetesi’nde şöyle demektedir: “Türkiye’de kitap kadar hakarete uğrayan hiçbir mal yoktur.”
O hâlde, kendimize sormamız ve cevap aramamız gerekir: ‘Bu şartlar altında, ‘anadil sevgisi ve şuûru”, teşekkül eder, gelişir mi?’
Prof. Dr. Erol Güngör, Millî Karakter başlıklı yazısında şöyle diyor: “İslâmiyete geçiş Türk tarihi içinde büyük bir dönüm noktasıdır; fakat bu değişmenin büyüklüğü bizi daha önceki Türk kültürüne karşı körleştirmemelidir. Her şeyden önce, millî varlığımızın temel taşlarından biri olan dilimiz bize eski kültürümüzden intikal etmiştir. Dilimiz bizi bir anda Orta Asya’daki Gök Türklere ve onlardan daha öncekilere bağlamaktadır.”
(Bknz. Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Prof. Dr. Erol Güngör, Ötüken Yayınları İstanbul 1995, Sf.133)
Öyleyse, ‘anadil sevgisi ve şuûru’na bu derinlikle bakmak lâzımdır.
Türk Dünyası’nın önde gelen şâirlerinden Prof. Dr. Bahtiyar Vahabzâde, Kendimden Şikâyet başlıklı 18 kıt’alık şiirinde şu sitemi yapar:
“Bir zaman Ruscaydı reklam-ışıklar
Şimdi İngilizce dürtülür göze.
İtin de diline hürmetimiz var,
Yalnız öz dilimiz yaramır bize.”
(Bknz. Gurub Düşünceleri, Bahtiyar Vahabzâde, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 1995, Sf.182)
Öyleyse; Türk milletinin bir mensubu olarak, şu veya bu dilin mahkûmu olmadan, kendi dilimizi/Türkçemizi sevmek , korumak ve geliştirmek mecburiyetindeyiz.
Bu vesileyle; “Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’ndan da birkaç cümle nakledeyim.
Diyor ki: “İngiliz milliyetçiliğinin temel unsuru İngilizce’yi dünyaya yaymaktır. “
(Bknz. Hedef Türkiye, Otopsi Yayınları, Tarihsiz, 6. Basım, Sf. 58)
Ve: “Adam, Türk üniversitesine öğretim üyesi olacak, İngilizce’den imtihana giriyor. Bakalım bir Türkçe’den imtihan et, aday Türkçe biliyor mu?” (Bknz. a.g.e., Sf. 64)
(…) Bugün, şâyet, ‘Türkçe’ diye bir dâvânız yoksa -ki, görünürde yoktur- okumaktan ve okutmaktan, çok da söz edemezsiniz. Çünkü; çocuğunuza -resmen- henüz ‘anadil şuûru ve sevgisi aşılanmadan’ , ilkokul ikiden îtibâren İngilizce öğretilmektedir. Toplum olarak, siz de bunu istemekte, kabûllenmektesiniz. Yoksa; en azından, üniversiteleriniz, Prof. Sinanoğlu’nun sözünü ettiği “”öğretim üyesi “ olmak için “İngilizce” şartına itiraz ederdi. “
(Bknz. M. Halistin Kukul, Gençlik Okumuyor mu? Okutulmuyor mu?,Samsunhabertv-14 Kasım 2019)
Anadilimiz Türkçe’miz; bugün, Arapça ve Farsça birçok terkibin ayıklanmasına rağmen, hâlâ F(ı)ransızca ve İngilizce ile, ‘uydurukça’nın tesiri ve baskısı altındadır.
Son zamanlarda, Türkçe’yi, güyâ korumak adına kelime uydurulması ve bunların okul kitaplarında hiçbir endişe duymadan okutulması çok dehşetli bir bozgunculuktur.
Türkçeleri varken ve bunlar, bütün Türk Dünyası’nda müşterek kelime olarak kullanılırken, atılıp yerine uydurukçası getirilmiştir.
Hiçbir kaideye bağlı olmayan “koşul /şart; özgür(lük)/hür-hürriyet-serbest-serbestlik; uygar/medenî; uygarlık/medeniyet; doğa(l)/tabiat-tabiî; yapıt/eser; egemen/hâkim; egemenlik/hâkimiyet; bağımsızlık/istiklâl; ulus/millet; ulusal/ millî; ulusalcı/milliyetçi; dize/mısra; söylev/nutuk; deneyim/tecrübe; örgüt/teşkilât; birey-/kişi-fert-şahıs; örneğin/sözgelimi-meselâ-sözgelişi; yanıt/cevap…kelimeleri , maalesef dilimizi bozmuş ve anlaşmamız sekteye uğramıştır.
Peyami Safa, 1936 yılında Yedigün’de yayınlanan “Dilimize İftira Edenler” başlıklı makalesinde şöyle diyor:
“Tahsilini Avrupa’da yapmış bir Türk münevveri bana diyordu ki:
-Fikret’i anlamıyorum. Kabahat bende mi? Kullandığı kelimelerin yarıdan fazlası Arapça ve Acemce!
Ona dedim ki:
Siz, Yûnus Emre’yi de anlamazsınız. Çünkü onun kullandığı kelimelerin yarıdan fazlası da mânalarını bilmediğiniz öz Türkçe sözlerdir.
-Kabahat kimde?
-Sizde ki, ne öz Türkçeyi, ne de Osmanlıcayı öğrenmişsiniz. Dilinize ne kabahat buluyorsunuz.”
(Bknz. Peyami Safa, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1976, Sf.12)
Ne yazık ki, yabancı kelime ‘hayranlığı’ ile, uydurma kelime ‘hastalığı’ Türkçemizi birer kurt gibi kemirmeye devam etmektedir.