Dil; kültürün hem baş-yapımcısı, hem en büyük ve en mühim taşıyıcısı ve hem de kültürü içinde besleyen muhteşem bir ikrâm’dır.
Dil olmadan, kültür; kültür olmadan da ‘millet olma’ asla mümkün değildir. Çünkü...
Dil, öyle muhteşem bir değerdir ki, bir milletin maddî ve mânevî bütün kültür değerleri, onun içine nüfûz etmiş, sinmiş ve onda, muhafaza altına alınmıştır.
Dil’in hâfızası, sözlük’tür.
Coğrafya; bütün kıymetleriyle -dağı taşı, ovası, yaylası, denizi gölü, deresi şelâlesi, körfezi burnu, toprağı havasıyla, mâdeni, tabiî gazı, güneşi yıldızları ile, her çeşit mahlûkun doğduğu, hayat sürdüğü ve öldüğü mekân’dır. Coğrafya; vatan’dır.
Coğrafya’nın hâfızası, harita’dır.
Maalesef ki, bu dünyadaki insanların pek çoğu, sözlük’ten ve coğrafya’dan habersiz yaşıyor.
Dil; aynı zamanda, coğrafyanın değerlerine mâna katan en üst mertebe’dir. Mâdemki mânevî ve maddî değerler yekûnuna ‘kültür’ diyoruz, kültüre mevki kazandırmak da ve onu yaşatmak da dil ile olur.
Dilin yapısı ve sesbilgisi, onu matematikleştirir. Heceye hece katmalar, bilhassa, dilimiz Türkçe’de çok önemlidir. Bütün bunlar; yaşanan iklîmle, kişi ve cemiyet değerleriyle, milletlerarası dil giriş-çıkışıyla ve coğrafyayla yoğrularak, her defasında kendini koruyarak ve geliştirerek devam eder.
Dilsiz bir coğrafya, sağır, dilsiz ve kör’dür. Onun, eni, boyu, derinliği de yoktur. Yaşamışlığı ve yaşanmışlığı mechûldür. İsmi konmayan bir coğrafya, nefessizdir. Bu bakımdan; insanoğlu, yaşadığı her mekâna mutlaka bir isim koymuştur.
Coğrafya; saf tabiattır. İklim, bu saf tabiatın olmazsa olmazıdır, ziynetidir. Şüphesiz ki; hepsinin insan üzerinde büyük tesiri vardır. Bunların başında da dil gelir. Bir Erzurumlu, T(ı)rabzonlu, Rizeli, Diyarbakırlı, Samsunlu, Muğlalı, Bursalı Türk’ün şivesiyle Edirneli, Aydın, Manisa veya İzmirli’nin şive farklılığına, bu coğrafya-tabiat-iklim özelliklerinin tesiri muhakkaktır.
Saf tabiatın dillendirilmesi, elbette ki, ‘yerli/mahallî/millî’ vasıfları öne çıkarır ve hâliyle, ‘sâhiplenme duygusu’nu ortaya koyar.
Büyük Şâirimiz Yahya Kemâl diyor ki; "Vatan fikri bizde daima vardı; fakat Namık Kemal'in, bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şâiri çıkıp da lisan fikrinin kutsîliğini uyandırsaydı, bize gösterseydi ki bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçenin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın gövde ve rûhu Türkçedir." (1)
“Türkçenin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın gövde ve rûhu Türkçedir” cümlesini, ve bilhassa “vatanın gövde ve rûhu Türkçedir” ifadesini zihnimizde tutarak bir gazete haberiyle sözü devam ettirmek istiyorum:
“Türkçe’deki bozulma Meclis’te. TBMM Araştırma Komisyonu, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemleri belirledi. ..Kapadokya değil, Ürgüp! Turizm yörelerinin isimleri özenle korunmalı, her türlü tabela bir standarda bağlanmalı, öncelik Türkçeye verilmelidir. Türkçesi önce, yabancı dildeki karşılığı sonra yazılmalı, tarihî kalıntılar kendi adları ile anılmalıdır. Turizm adına Ürgüp, Göreme, Nevşehir’e “Kapadokya”, Selçuk’a “Efes” denilmemeli. Spil dağının adı değiştirilmelidir.” (2)
Bu; çok doğru bir tespittir. Aslında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın emri de budur. Yâni, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın rûhuna ve Türk milletinin kültürel bakışına ve temâyüllerine uygundur. Ancak; esas olan uygulamadır, tatbikattır.
Bu hususta, mevzûmuzla ilgili olan iki anayasa maddesini naklediyorum:
“Madde 3-Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. (3)
“Madde 63-Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır”. (4)
Şüphesiz ki, 63. Madde’deki, kavramlar üzerinde durmak gerekir. Mes’ele; “devlet”ten ne anladığınıza; “tarih, kültür ve tabiat varlıklarının” ne olduğuna ve “destekleyici ve tedbirler” nasıl uygulanabileceği düşüncesi önemlidir.
O hâlde; “Kapadokya değil, Ürgüp!” cümlesinden başlayalım.
“Türkçe’deki bozulma Meclis’te...” yâni bu “bozulma” mes’elesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ise, niçin, çok zaman geçmeden, “Devlet -bizzat- Nevşehir’e “Kapadokya Hava Limanı” inşâ etti ve koskocaman tabelâyla da bunu, sâdece alnına değil, beynine de yazdı.” (5)
Bu kadar mı? Elbette hayır!..Meselâ, Kapadokya Üniversitesi de kurulmuştur.
Yine soralım: Bu kadar mı?
Hayır, bu kadar değil!.. Zîra; Kapadokya Hospital, Kapadokya AVM, Kapadokya Salonu, Kapadokya Hastanesi, Kapadokya Kırtasiye, Kapadokyanın Sırları, 6. Uluslararası Kapadokya Şâirler Buluşması, Peribacaları ile ünlü Kapadokla bölgesi, Bir Kapadokya var Kapadokya’dan içre, Kapodokya’da teröre balonlu protesto ve 2021 yılı îtibâriyle, Ürgüp Belediye Başkanı’ndan, “Kapadokya’nın nitelikli turiste ihtiyacı var”, açıklaması!..
Tabiî ki, sorulacak çok soru var. Meselâ, niçin, ‘hastahâne’ değil de, “hastane” ve niçin, ‘hastahâne’ değil de “hospital” değil mi?
Dikkat edilmesi gereken husus; doğru olan ‘söz’ün, tatbikatının ‘yanlış’ uygulanmamasıdır.
Yine soralım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, herkesin bildiği yedi bölgesinin hâricinde, “Kapadokya bölgesi” diye bir bölgesi var mıdır?
‘Dil-Târih ve Coğrafya’ arasındaki irtibatı görebilmemiz gerekir!..
Kendi kültür değerlerinden uzaklaşmanın vardığı noktayı tasavvur edebilmemiz lâzımdır!..
“Bugün; "Türk Dünyâsı Türkçesi" hedefinde olması gereken fikir dünyâmız, güzel Türkçemizi, maalesef yalnızlığa itmiştir.
Hem maddî ve hem de mânevî kıymetlerimizi barındıran Türk Dünyâsı Coğrafyası'nın, bir başka ifadeyle "Türk Dünyâsı Yurtları'nın Hâfızası"nın, doğrudan doğruya "Türkçe" olduğu asla unutulmamalıdır.
"Coğrafya Dili"; bütün bu "ata miras"larının hayat sürdüğü mekânlardır. Bu dil, öyle bir dildir ki, Yahya Kemal'in dediği gibi, hem "hudutlar koptuğu zaman bile kopmaz" ve hem de "hudut aşırı"dır ve zaman olarak da, mâzî ile, günü ve geleceği irtibatlandırır.
Coğrafya Dili, kelimelerin "toprak" la kaynaşmasıdır. Böylece; milletin, yeryüzündeki mâl-ı mîrî ve tapu senedi hükmünde olur. Bu bakımdan, "Türk yurtları'nın her toprak zerresini vatan hâline getiren canlı, hayat ifadeleri vardır. Bunların isimleri mevcut oldukça, hâlâ diridirler.
Hayatın içinde bulunmayan dil, ömür süren / yaşayan bir dil olabilir mi?
İnsan, hayvan ve bitkiden her çeşit cansıza kadar verilmiş isimler bugün hâlâ yaşıyorlarsa, onun mensubu olduğu millet de yaşıyor demektir. Caddelere, sokaklara, köylere, mahallelere, şehirlere, devletlere, câmilere, hamamlara, köprülere, dergâhlara, çeşmeler ve her türlü mîmârî eserlere, yemeklere, sayılara verilen isim ve sıfatlar canlı olduğu müddetçe o millet ayaktadır demektir.
Hattâ; o milletin târihte kullandığı fiiller, bağlaçlar, zamirler, zarflar ve ünlemler, ifadeye çalıştığımız "yurtlar"dan intikal etmesi gereken büyük değerlerdir.
Dağ, ova, tepe, nehir, deniz...isimleri de bu cümledendir.
Malazgirt Ovası, Kosova ile, Çukurova veya Konya Ovası, bizde aynı hissi mi uyandırır? Altay ve Tanrı Dağları ile, Everest'e aynı gözle mi bakarız? Nerede Türk izi, sesi, heyecanı, kükreyiş veya sükûneti var, ona bakarız, değil mi?
Şu ânda, birçok şehrimizde yeniden canlandırılan yabancı coğrafya isimleri, Anadolu'nun bir Türk Yurdu olarak hâfızasının silinmesi gayretinden başka bir şey değildir.” (6)
“Türkçe’deki bozulma Meclis’te” demek kolay da, gereğini yapmadıktan sonra ne mâna ifade eder?
Başlangıçta/ilk olarak, “Amazon heykeli’nin dikilerek ve Türk coğrafyasına “Amazon Adası” ve “Amisos Tepesi” gibi isimlerin verilerek tâhrip edildiği Samsun şehrindeki resmî veya hususî kuruluş isimleri de dehşet vericidir: “Amazon Trabzon Ekmeği, Amazon kızları dans Grubu, Amazon Bebekleri, Amazon peyzaj, Amazon Köyü, Amazon Festivali, Amazon Köfte, Amazon Pide, Amazon Bar, Amazon Eğlence Merkezi, Amazon Center, Amazon Balo Salonu, Amazon Ulusoy Kompleksi, Amazon Diyarı Terme, Amazon Parkı, Amazon heykeli, Amazon Kadınları, Amazon Kanalı, Amazon Şehri Samsun, Amazon kenti, Amazon Sokağı, Amazon Dansçıları, Amazon Rölyefleri, Amazon Adası, Amazon Elektrik ve Aydınlatma, Amazon Sürücü Kursu, Amazon Figürleri, Amazon büfe...Tabiî ki, Samsun’da bunlar bulunur da Adana durur mu? Adana’da da “Gönüllü Amazonlar...”
Selçuklular’dan ismini alan Samsun’daki “Amisos”lar da hayreti mûcibdir: “Amisos Hazineleri, Amisos Salonu, Amisos Meyva Suları, Amisos Hotel, Amisos Dondurması, Amisos Kartvizitleri, Amisos İmsakiyeleri, Amisos Cafe, Amisos Fenerleri, Amisos Kafeterya, Amisos Rastaurant, Amisos Card, Amisos Kuaför, Amisos Tepeleri, Amisos Merazralır, Amisos Rent a Car, Amisos Tiyatrosu, Amisos İnşaat, Amisos Buz Pisti, Amisos Evden Eve İlden İle Nakliyat, Yıldırım Amisos İnşaat, Amisos Tepe Evleri, Amisos Mimarlık Emlâk, Amisos sitesi, Amisos 55 Gençlik Engelliler Spor kulübü, Amisos Haber, Amisos mobilya...”
Giresun’da “Kerasus Restaurant, Kerasus Midye Evi, Amazon Aretuas Hotel” ve Tirebolu’da “Gazino Tripolis”..bunlardan sâdece birkaçıdır.” (7)
Tabiî ki, üzerinde durulması gereken çok şey var ammâ, bir ara not olarak şunu ifade edeyim ki, “Amazon”ların, zâten, erkeklerinden hiçbir bahis yoktur. “Amazon kızları” veya “Amazon kadınları” demek, ayrıca, işin tabiatına aykırıdır, tam bir cehâlet ve tam bir gaflettir.
Gayrı meşrû hayat süren bu kadınları, Türk kültürü ve Türk coğrafyasına yerleştirmek ayrıca fecâattir.
Coğrafya; kendisiyle mutabık olmayan, târihiyle kaynaşmayan bir kelimeyle muhatap olunca, millî vicdân sâdece ağlamaz, yaralanır, kanar ve kahrolur!
Unutulmamalıdır ki, milletler arasındaki mücâdele her sahada hızla devam etmektedir. Târih, bize, böyle söylüyor. Belki de bunların başında sessiz sedâsız yürütülen kültürel mücâdeledir. Bunun da başında, dil ile, yâni lisânla yapılandır.
Meselâ, Çin’in, Doğu Türkistan’a verdiği “Xingjiang” adı da böyledir. Çin; öz be öz Türk yurdu olan Doğu Türkistan’ın adını “Xingjiang Uygur Özerk Bölgesi”diye değiştirdi.
S. Ahmet Arvasî, Doğu Türkistan’ın Sesi başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“Çinliler’in “Şincang” (Sinkiang), yâni, “yeni kazanılmış toprak” adını verdikleri Doğu Türkistan, bütün Türklüğün “ata-yurdu” olup Orta Asya’nın en verimli toprak parçasıdır. Doğu Türkistan, iki milyon metrekare genişliğinde, üzerinde Hun, Gök Türk, Karahanlı, Uygur, Timur imparatorluklarının kurulduğu; büyük Türk kültür ve medeniyetinin yoğrulduğu ve şu anda bağrında otuz milyon Müslüman-Türk’ü barındıran mukaddes bir Türk yurdudur. Türk âleminin medar-ı iftiharı olan nice Türk büyüğü, ilim ve fikir adamı burada yetişmiştir. “Divan-ı Lügat-üt Türk” kitabının yazarı Kâşgarlı Mahmud, “Kudatgu Bilig”in yazarı Yusuf Has Hâcib, ilk Müslüman-Türk Hakanı Abdülkerim Satuk Buğra Han ve daha niceleri ile birlikte Doğu Türkistanlı’dır. “ (8)
Demek ki, her emperyal güç, işe, isim değiştirmeyle başlıyor. Coğrafyaya işâretledikleri ismi, gelecek nesillerine o şekilde intikal ettirerek ‘hak sâhibi olma’ fikrini geliştiriyor. Bu bakımdan; târihî değerleri sâhiplenmenin zarûreti apaçık ortaya çıkmaktadır.
Düşününüz ki, Orhun Kitâbeleri’nin yazıldığı mekânlar, bu yolla, merhale merhale işgale başlanılıyor. Bu sebeple; millî târih şuûrunu, millî dil ve millî coğrafya ile, yâni vatan mefhûmuyla birlikte ele almamız gerekir.
Em. Org. Ergin Saygun, Türk Ordusuna Balyoz adlı eserinin “Yunanlılardaki Türk Takıntısı” başlıklı bölümünde şöyle diyor:
“Yunanistan için bir şeyin saçma olup olmaması mühim değildir. Mühim olan her ne pahasına olursa olsun Türkiye ile eşitlik veya Türkiye’ye üstünlük sağlanmasıdır.
Biz böyle bir saçmalığa ev sahipliği yapmayız. O da ayrı mesele.
İki ülke arasındaki bu çekişmelerden en fazla yararlanan İtalya olmuş, Türkiye ve Yunanistan’a kurulacak tesisler bu ülkelerce veto edilince İtalya’ya kurulmuştur.
Örnekler daha çok uzar.
Meselâ Ege adalarının silâhsızlandırılmış statüsünü hiç durmadan ihlal etmeleri, hava sahalarının 10 mil olduğunda ısrar etmeleri, biz aman kriz çıkmasın diye uzak durdukça Ege’de Aidiyeti Belirlenmemiş Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK)’ın statüsünü aşındıracak her türlü faaliyetin içinde olmaları, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına Bosphorous ve Dardannelles demekte ısrar etmeleri vb. vb.
Boshporus ve Dardanelles dense ne olur diyenler vardır. Bunlar tarihî isimlerdir kullanılmasında mahzur yoktur diyenler de çoktur. Neden karşı çıkıyorum o hâlde?
Bir defa bir yere ismini vermek bir hükümranlık meselesidir. Yani Boğazlar bizim olduğu müddetçe adını biz koyarız. NATO veya Yunanistan değil. Bu konuda NATO ve IMO (İnternational Maritime Organisation/Milletlerarası Denizcilik Teşkilâtı) direktifleri de mevcuttur. O yerlerin adı İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’dır. Bizim için Boğaziçi.
Bu konu zaman zaman NATO’yu kilitleyen bir mesele hâline gelir. Benim Askerî Temsilciliğim döneminde, Türk Boğazları lafının bulunduğu bir dokümanda Yunanistan’ın bu yerlerin adının Bosphorus ve Dardanellles olarak yazılması isteği yüzünden problem çıktı. Askerî Komite anlaşamayınca konu siyasi kanada, büyükelçilerden oluşan Konseye gitti. Çeşitli yazılım teklifleri yapıldı.
“Yeni yazılımlar üreteceğinize neden NATO talimatları ne diyorsa onu yapmıyorsunuz?” şeklindeki çabalarımıza, “Haklısınız ama Yunanlılar kabul etmiyor, bir orta yol bulmak zorundayız” şeklindeki cevaplar alıyorduk.
Standart NATO tutumu! Yunanistan’ı razı etmek için mevcut yönerge , teamül vs., ne varsa hepsinin delinmesinoen çekinilmemesi.
Enteresan bir yazılım teklifi de, “İstanbul Boğazı (Montrö Antlaşması’na göre adı Bosphorus’tur) şeklinde olanı idi.
Ben de, “Kabul ederim, ama Yunanistan’ın karşısına da “Yunanistan (Montrö Anlaşması’na göre adı Yunan Krallığı’dır) yazarsanız dedim.
Sonunda yapılan teklif benim önerim hariç, siyasi kanatta kabul edildi.
Bu isimleri bazılarımız İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının İngilizce isimleri zannediyor. Özel isimlerin her dilde aynı olduğunu söylememe gerek yok herhalde.
Bosphorus aslında “öküz geçidi” demektir. Eski Yunanda tanrı çok . Baş tanrı da Zeus. Bu Zeus gel zaman git zaman gönlünü genç bir tanrıçaya kaptırır. Karısı Hera’dan da ödü kopmaktadır. Hera şüphelenmesin diye Zeus sevgilisini öküz kılığına sokar. Ancak Hera durumu anlar ve ne kadar börtü böcek, yılan, çıyan varsa öküzün üstüne salar. Kaçacak yer bulamayan öküz de kendisini kovalayan mahlûkattan kaçmak için can havli ile suya atlar ve bir çırpıda karşıya geçip gözden kaybolur.
Dünyanın incisi, şairlerin ilham kaynağı bir güzelliğin aile içi bir seks skandalı ile anılmasına gönlü razı olanlar canım Boğaziçi’ne Bosphorus demeye devam etsin.
Dardanellesin hikâyesi de ayrı.
Sözlüğe bakarsanız “Elles Gölü” yazar. Hellas değil yani. Elles de Yunan mitolojisinde bir prenses veya tanrıça. Bir büyük kuşa binmiş uçarken düşüyor ve boğularak ölüyor. Düştüğü yere de Dardanelles adını vermişler.” (9)
Ergin Saygun’un eserinden, bu kadar uzun bir nakili niçin yaptım? Askerî bilgi ve tecrübesi kadar, millî hassasiyetle Türk diline de vâkıf bir Türk paşası, bize/yaşayan ve gelecek nesillerimize ibretlik bir bilgi ve vesîka sunuyor. Bunu iyi anlamamız lâzımdır!..
Dil; vatandır. Onu, hangi coğrafyaya taşırsanız, orayı vatanlaştırırsınız.
Toprağı; kanla sulamaz, onun için ter dökmez ve onun hakkında kalem oynatmaz/mürekkep harcamazsanız, size pek bir şey vermez/veremez. Âdeta küser.
Toprak/coğrafya; kan, ter, gözyaşı ve kalemle/mürekkeple vatanlaşır. Mezar taşları, çiçekler, ağaçlar, çeşit çeşit hayvanlar, câmiler, çeşmeler, kervansaraylar...hep onun millî varlığının ispatı olur.
S. Ahmet Arvasî, Kültürün Millî Özelliği başlıklı yazısında şöyle der: “Dünyamız, “millî kültür dâirelerine “ ayrılmıştır ve her kültürün yayıldığı bir coğrafya vardır. Bu kültür dâireleri arasında, tarihî ve coğrafî yakınlıklar nazara alınarak “akrabalıklar” bulunabilir. Bu durum dahi, kültürlerin “millî karakterini” inkâra değil, ispata yarar. Esasen, vatan kavramı dahi, bir kültür ve coğrafya kaynaşmasından doğmaktadır.” “ (10)
KAYNAKLAR
- Yahya Kemâl Beyatlı, Edebiyâta Dâir, Yahya Kemâl Enstitüsü Yayını, İstanbul 1971, Sf. 83
- Yeniçağ Gazetesi, 09 Haziran 2008, Sf. 5
- En Son Değişikleriyle Türkiye Cumhuriyeti Anasayası, Yaylım Yayıncılık, Ekim 2011, Sf. 4
- A.g.e., Sf. 37
- M. Halistin Kukul, Türk Dili’nin ve Türk Kültürü’nün Kimyâsına Dâir, Erciyes Dergisi, Sayı: 418, Sf. 8
- M. Halistin Kukul, Türk Yurtlarının Hâfızası: Türkçe, Toşayad Kümbet Dergisi, Sayı: 38, Ekim-Kasım-Aralık 2015, Sf. 4-8
- A.g., Makale, Sf. 10
- S. Ahmet Arvâsî, Size Sesleniyorum-1, Model yayınları, İstanbul 1989, Sf. 105
- Ergin Saygun (Em. Org.), Türk Ordusuna Balyoz, Kaynak Yayınları, 4. Basım, İstanbul Eylül 2012, Sf. 295-296
- S. Ahmet Arvâsî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf. 225
EDEBİCE DERGİSİ, SAYI: 32, GÜZ/2022, SF. 65-68